– 24 – Büyük Buluşma!

BÜYÜK BULUŞMA!

“Tanışmış mıydık?” diye sordu Tinne.

“Aslında tanışmıştık, ama hatırlayacağınızı sanmıyorum” diye cevap verdi Nabustannezar.

Hatırlamaya çalışır gibi önüne baktı Tinne.

Bir müddet denizin sesini dinlediler.

“Anneniz de siz de büyük bir oyunun aktörleriydiniz. Farkında olmasınız da… Zaten farkında olmamanız gerekiyordu. Ne zaman oyunun odak noktası siz oldunuz, anneniz bunu fark etti ve bundan faydalanmak istedi.”

Tinne cevap vermedi. Yanındaki kadının sözlerinin doğru olabileceğini biliyordu. Garip şeyler olmuştu. Kendisine karşı bir kampanya başlatılmış gibiydi. O da açıklayamıyordu bütün bu anormalliklerin nedenini.

“Bunun vatanla ya da vatan hainliğiyle ilgisi nedir?”

Karşısındakine şans tanıyan, saygılı bir tavrı vardı Tinne’nin.

“Bu vatanın geleceği, maçın sonucuna ve gidişatına bağlıydı. Aslında hâlâ öyle. Maçın ne olduğunu anlatmaksa, o biraz güç.”

Tinne sabırla dinliyordu. Yanındaki kadının iyi niyetine güvenmişti.

“Bu; aristokratlarla, askerlerin oynamaktan pek hoşlandıkları, çok eski bir oyun. Bu oyunun gidişatına göre taşlarını ilerletir ya da geri çekerler. Satranç gibi yani. Takımı gerçek insanlardan seçerler. Ama o insanlar kendilerini bilmez.”

Nabustannezar, Tinne’ye düşünmesi için zaman verdi.

“Ben şahtım?”  

“Evet.”

“Diğer takımın şahı kim?”

“Sen hepsini devirdin.”

“Bir tane değildi o zaman?”

Tinne gülüyordu. Nabustannezar başını salladı.

“Oyunun kurallarını ihlal ettiler. Sen devirdikçe yenisini çıkardılar karşına. Maçın bu kadar kısa sürmesini hazmedemediler.”

“…ve annem onlara yardım etti.”

Nabustannezar, Vagna adına utanmışçasına başını öne eğdi.

Tinne, karşı kıyıdaki  Dolmabahçe Sarayı’na doğru baktı ve derin bir iç geçirdi. Saat ilerledikçe serinlik çöküyor, içi ürperiyordu.

“Vatan ne durumda?”

“Senin takımında herkesi satın aldılar.”

“Öyleyse vatanı benim takımım temsil ediyordu?”

“Kadın ve toprak, namus ve vatan aynı şeydir. Erkek temsilciler hemen çembere üye olurlar zaten ve böylece global gücü temsil ederler.”

“Baş çırağımı, annemi, kızımı, oğlumu, Kurtulmuş Ablamı, Uzun Ablamı, alkışlayanları, sevenleri, hayranlarımı kaybettim?”

“Hayranlarını demeyelim. Herkes hayranın. Ama takımda olmak başka bir şey, hayran olmak başka bir şey.”

“Aynı cephede olmak, aynı takımda oynamakla aynı?”

“Öyle.”

“Annen çok iyi iş çıkardı. Bu oyunun tarihinde kadınların takımında bu kadar sayıda hain kadına hiç rastlanmadı. Vagna herkesi çok iyi örgütledi ve sırtına sayısız bıçak sapladı.”

“Annemin cenaze törenine gelen çelenkler herkesi şaşırtmıştı. Onların reisi bile çelenk göndermişti.”

Nabustannezar sıkıntıyla başını salladı.

Tinne esrarengiz kadına kim olduğunu sormuyordu. Gerek duymuyordu. Derin bir nefes aldı ve ona doğru döndü. “Şimdi yediğimiz bıçak darbelerini konuşmayı bırakalım. Gördüğünüz gibi hâlâ hayattayım. Vatan ne durumda, siz ondan haber verin.”

“Aziz vatanın bütün tersanelerine girildi, bütün kaleleri zapt edildi.”

Tinne dudaklarını sıktı, sinirli sinirli başını salladı.

“Şah daha düşmedi” dedi.

“Biz ilk defa karşı takımla ters düştük. Oyunun kurallarını -bizi hiçe sayarak- ihlal ettiler. İş çok ciddileşti. Bu oyunun gerçekten de bir “oyun” olduğunu, bizleri aslında ciddiye almadıklarını senin sayende anladık. Çünkü ilk defa maçı kadınlar takımı, çok hızlı ve ezici bir üstünlükle kazandı. Tepkilerinden anladık ki bunlar bizim de varlığımıza son verecekler.”

“ … ve dünya bin yıl geriye gidecek.”

Tinne iyice üşümüştü. “Sizin bir planınız var mı?” diye sordu.

Planı beraber yapalım isteriz, dedi Nabustennezar.

Önceki Sayfa  Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik

– 23 – Cadılar Konsülü Toplanıyor!

CADILAR KONSÜLÜ TOPLANIYOR!

İnsanlığın nesnelere ad takabilmesi onun en tehlikeli icadıdır. Sonra, eylemlere de ad taktı. Sonra olaylara… Bu nedir biliyor musunuz? Büyünün doğuşudur.

Sanat tarihçileri düşündüler taşındılar, mağara duvarlarındaki bizon resimlerinin aslında büyü olduğuna karar verdiler. Bol bol avlanabilmek için böyle yapıyordu insanoğlu. Bizon resimlerinin bizonu getireceğine inanıyordu.

Henüz ad takmayı bulmamıştı ama resimlerle ifade edebiliyordu kendisini. Sonrasında aynısını yapmak yerine nesneyi sembolize eden figürler, desenler, şekiller kullanmaya başladılar ve yazı doğdu.

Olmayan bir şeyi bu yolla var edebileceklerini buldular. Bir şeyi çok tekrar ederlerse de onun olacağına inandılar. Zikir bu sistemin ürünüdür mesela.

Tinne’nin anneannesi “iki söz bir büyü” derdi. “Hayır söyle ki hayır olsun” derdi. Van kedilerinin kraliçesi, kedilerine hep güzel isimler takardı ki onlara seslendikçe güzel şeyler gelsin.

İnsanlar bu farkındalığı kötü işlere dönüştürdüler. Kıskanç, kindar, hakimiyet meraklısı insanlar bu bilgiyle çok kötü şeyler yaptılar. Bu bilginin esas sahibi kadındı. Çünkü kısıtlı güce sahip olmasından ve annelik yükünden ötürü birçok dezavantaja sahipti ve çevreye, hatta doğaya bile hükmetmeliydi ki güvende olsun.

Kurtların ağzını bağlamak, börtü böcek ve haşerenin zararlarından kendisini ve yavrularını korumaktan tutun da sözünü dinletmek, sevilmek, kocasını elinde tutup diğer kadınları devre dışı bırakmaya kadar her şeyin büyüsünü yaptılar. Güç söz konusu olduğunda erkeklerle rekabet imkansızdır, her türlü gücü muhakkak ele geçirir ve asla kaptırmazlar. Şamanlardan başlayarak, ruhbanlık kadroları tamamen erkeklerin eline geçti ve bu tür ilimlere sahip kadınlar, mağaradaki İn karakteri gibi ya toplumdan dışlandılar ya da meydanlarda yakıldılar.

Ama cadılar yok olmadı. Toplumla uyumlu yaşamayı yavaş yavaş öğrendiler. Başka çareleri yoktu, bu doğuştan gelen bir durumdu, öldürülerek yok olmuyorlardı. Belki sayıları azalmıştı ama hala vardılar.

İlk cadılar konseyi bundan yedi yüz küsur yıl önce Avrupa’da toplanmıştı. Bu kadınlar geçmişi hatırlayabilen özel kadınlardı. Varlık tezahürlerinin ilk buluşmasını hatırlayan kadınlardı. Onların ilk buluşmaları binlerce yıl önce Anadolu’nun doğusunda bir yerlerde İn’in mağarasında gerçekleşmişti. Hepsi de İn’in öğrencileri olan Rachel’lerdi. İn onlara ölümün son olmadığını ileride tekrar buluşabileceklerini söylemiş, uyandıklarında kendisini arayıp bulmalarını tembihlemişti.

Uyanış mezardan çıkmak değildir. Ruh yani esas varlığımız, sermayemiz, hazinemiz bedenden çıkar. Bu da kâfidir. Mezardan çıkmak uyanış falan değildir.

Yeryüzünde gezinirken durmadan sorarız, cevaplar ararız. En doğru soruları soran, sabırla yanıtların peşinden koşanlar özel bir kadrodur, onlara alim denir.

Her gördüğünüz beyaz önlüklüyü alim sanmayın, her gördüğünüz laboratuvar kuşunu da. “Doğru sorular sormak” dedim ben.

Bu kadar alim bu kadar zamandır ne buldular? Hepsini toplayın bana, “nereden geldik, nereye gidiyoruz” sorusunun cevabını bir tanesi biliyorsa, ben de Tinne’nin arkadaşı değilim!

Cadılar gittikçe unutkanlaşıyorlardı. Kim olduklarını, nereden gelip nereye gittiklerini artık hatırlamıyorlardı. Ama içlerinden anahtar taşıyan üç kişi gayet iyi biliyordu. Kendilerinden önceki cadıların bıraktıkları defterlerde bazı notlar, bazı uyarılar yazmaktaydı.

Devamlılık ve arşiv aslında iyi bir şeydir. Tabi, anahtarın kimde ya da kimlerde olduğuna göre bu değişebilir. Kadim bilgiyi kötüye kullanmak, ne yazık ki özellikle son yüzyıllarda fazlaca başvurulan bir yöntem oldu.

Cadıların Reisi Nabustannezar dürüst biriydi. Okuması gereken her uyarıyı okumuş ve bir güzel ezberlemişti. Rachel’lerin mağaradaki ustasını arayıp bulmak her reisin başlıca göreviydi ve bulduklarında bir gölge gibi takip edip korumak üzere de kendi başlarının üzerine yemin ederlerdi.

Nabustannezar ve iki yardımcısı Tinne’nin İn olduğuna neredeyse emindiler. Büyük buluşmanın olabilmesi için Tinne’nin de uyanması ve bu işi tek başına gerçekleştirmesi gerekmekteydi.

Erkek çemberlerine dahil olan bazı cadı dostu tanıdıklar Tinne’nin öldürülmesine karar verildiğinin haberini uçurmuştu Nabustannezar’a. Bu beklediği bir şeydi. Çünkü Tinne’nin hırstan ve kıskançlıktan kontrolünü, dengesini, aklını kaybetmiş olan annesi, ölmeden önce erkek çemberlerine müracaat ederek kızının etkisiz hale getirilmesini talep etmişti. (Bunu öğrenen cadılar da gereğini(!) yerine getirmişlerdi.)

Böylece tarihte ilk kez kadın çember ile (kadınlarınki sadece bir taneydi) erkek çemberler karşı karşıya gelmişlerdi. Vagna’nın göç ettirilmesini açık bir savaş ilanı olarak gören erkekler, cadılara kılıçlarını çekmişlerdi.

Artık Tinne ile konuşmanın vakti geldi dedi Nabustannezar.

“Senin annen bir vatan hainiydi” diyerek söze başladı. İskeleye oturmuş ayaklarını sallamakta olan Tinne, yanındaki kadının yüzüne dönüp baktığında ürperdi. On bin yaşında gibiydi kadın. Yeşil gözlerin içinden tanıdık bir ruh selamlıyordu onu, “şimdiye kadar neredeydin” diyerek.

 

Önceki Sayfa  Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik