– 32 – İğdiş Edilmiş Ruhlar

İĞDİŞ EDİLMİŞ RUHLAR 

Tinne, perdenin arasından baktı ve dedi ki, “Yecüc Mecüc bunlar.” 

Hadi canım, dedim.  

Baksana sürekli saklanıyorlar. Her işlerini gizlenerek, gizleyerek ve gözleyerek yapıyorlar, emellerine hep bu şekilde ulaşıyorlar. 

– Başka? 

– Kısa boylular. Hep siyah giyiyorlar. Siyah onların en sevdiği, en tercih ettiği, içinde en rahat ettikleri renk.   

– Üstelik de Doğu’dan geliyorlar? 

– Evet. 

– Ve sen tek başınasın. Beni sayma. Benim bir yardımım yok sana. 

– Varlığın yeter. Bana inanman, güvenmen yeter. 

– Merak etme ben seni tımarhaneye tıkmam. Bir de ne kadar kalabalıklar değil mi? 

– Evet Çin ordusu gibi. Hiç görmedim ama Çin ordusu böyle bir şeydir herhalde. 

– Her yerdeler. Ne yapacaksın? Ne yapacağız? 

– Yapabileceğimiz bir şey yok. Belli ki benim ölmemi istiyorlar. İntihar ederek ölürsem çok sevinirler.  

– Suçun ne acaba? 

– Kadın olmakla başlayabiliriz. Bir erkeğin koruması altında olmadan var olabilmek onları rahatsız ede gelmiştir.  

– Sen bunları nereden biliyorsun? 

– Okuyorum. Hayatı. İşaretleri. Kulak veriyorum, dinliyorum ve okuyorum. O kadar çok konuşuyorlar ve hiç susmadan, her daim o kadar çok bir şeyler söylüyorlar ki… Hep de aynı şeyleri söylüyorlar üstelik. 

– Yalnız ve güçlü bir kadın olmak mıdır tek suçun?  

– Güzel kadından nefret ederler.  

– Hayret! Ben de bayıldıklarını sanırdım.  

– Her yerde güzel kadın pazarlanıyor diye öyle düşündün değil mi? O gördüklerin mal, meta olmayı kabul etmiş ya da sahipli güzel kadın. Bir şekilde mülkün tapusu bir erkekte olmalı yani. 

– Bir erkek tarafından sahiplenilmemiş, yalnız, güçlü ve güzel kadın olmak mı Yecüc Mecüc saldırısına uğramanın sebebi? 

– Sahibin illa onlardan bir erkek olacak.  

– Anlamadım? 

– Şebekeye dahil olmamış erkekler de kurbandır. Eğer bağımsız bir erkekle berabersen seni de onu da çiğ çiğ yerler. 

– Hadi canım abartıyorsun! 

– Ben hep en yakınımdakilerden öğrendim her şeyi. Biliyorsun sıra dışı bir ailem vardı. Babam aziz pederdi ama kendi kilisesini kuran bir aziz peder. Ne zamanki Eydin dalmaçyalısı ve onun yüz arkadaşı kiliseyi sahiplendiler, babam rahat etti.  

– Rahattan mı ölüverdi yani? 

– O gönlünce evlenemediğinden ölüverdi. 

– ? 

– Eh her güzellik bir arada olmuyor ablam ne yapalım? Hem rahat edeceksin, hem kelebekler gibi o daldan bu dala konacaksın!

– Eydin’in annesiyle evlenseydi ya, ne kadar mutlu olurdu dalmaçyalılar? 

– Eh benim babam da eninde sonunda benim babamdır yani. Uyumluluk bir yere kadar. Çirkin ve yaşlı bir kadını ne yapsın? O gençleri, tazeleri sever. 

– Eydin çok ağlamıştır o zaman! 

Benim suratımı buruşturarak ettiğim bu lafa Tinne çok güldü. O da bağıra bağıra ağlama taklidi yaptı. Sus, dedim ona. Komşular duyacak. Komşularımız Yecücle Mecüc, duysalar ne olur, dedi. Hem onlar miniminiler! Gülmeye devam ettik bir müddet. 

– Hatırlıyor musun, Tartaryan’ın annesinin ayakları ne kadar küçüktü? 

-Hatırlamaz mıyım? Eve gelir gelmez, çantasından çıkarttığı kırmızı pabuçlarını şak diye atıp giymişti. Benim uzattığım pofuduk terlikler ne kadar ezilmişlerdi o kırmızı topuklu pabuçlar yanında? 

– Onlar da Yecüc Mecüc olmasın? 

– Onlar Yecüc Mecüc’ün ta kendisi, sen ne diyorsun? 

Elini “he heyy” dercesine sallamıştı Tinne. Kendimi gene aptal hissetmiştim. Şu kızın zekasına erişmek mümkün değildi. 

– Onun oğlu şebekeden işte, madem seni bu kadar seviyor, takip ediyor, gelip istese ya.  

– O normal bir erkek değil. 

– Nasıl normal bir erkek değil? 

– O hep kadın olmak isteyen erkek görünümlü bir zavallı. İlk başta acıyordum ona. Ama şimdi bulsam üzerine asit döker yok ederim. Sadece onu değil, bütün sülalesini. Yecüc Mecüc’ün çıktığı delik tam olarak onların hanesi! 

– Bak yaa… 

Şaşırmıştım. Gerçekten çok şaşkındım. “Noktaları birleştirin, bakın ne çıkacak!” oyunu oynuyorduk sanki. Ama bu noktalar birleşince ortaya tam bir felaket, akıl almaz bir trajedi çıkıyordu. 

– Onun idolüyüm ben. Benim gibi sarı saçlı, benim gibi yetenekli, benim gibi zeki olmak istiyor. Duymadın mı son köpürtajında ne demiş, “komik bir rol oynamak isterdim!” 

– O mu? Ya o tafya dizisi oynamacısı değil miydi? Komedyenlik ne alaka? 

– Bil bakalım ne alaka? 

Tinne gene yüzünü o sevimli şekillerden birine soktu. Tavana bakıyordu muzip muzip. 

-Ha… Bu adam harbiden sen olmak istiyor! 

– Aferin ablacım yani, nihayet!

– Yahu aslında benim de aklıma gelmişti, bu gariban doğulu, ne alaka sinema televizyon limited şirketi kurmak falan diye. 

– Rüyasında görmüştür belki.

Gene muzip muzip gülüyordu. Zavallı adam! Tinne olmak istiyordu. Bu ne büyük bir acıydı! Kıllı, esmer bir cüce olup, böylesi yetenekli, zeki, güzel bir sarışına dönüşmeyi istemek! Büyük bir acı, büyük bir ıstırap olmalıydı gerçekten. 

– Çok yazık… 

Diyebildim sadece. 

– Kendisi acı içinde kıvrandığı için benim de acı çekmemi, hatta mümkünse yok olmamı istiyor. 

– Peki etrafına bu kadar adamı nasıl topluyor?

– Onun durumunda çok erkek var. Bu tür acılarını gizleyen, gizlemek zorunda olan. Erkeklerden oluşan örgütlere zorla tabi edilmiş, bunun için seçilmiş, yetiştirilmiş olan. Daha çok küçükken taciz edilerek ya da tüm hayatları ile ele geçirilip, sıkı kontrol altında, kullanıla kullanıla büyütülmüş, sonra toplumsal saygınlık elde etmesi için evlendirilmiş, gene de diğer erkeklerin kendisinden sadakat ve hizmet beklemekten vaz geçmediği köle erkekler. 

– Şebeke dediğin bu mu? 

– Evet. 

– Erkekleri daima kadınlara tercih eden, kadınları bir arayüz olarak kullanan erkekçikler. 

– Onlar kendi acılarını dindirmek için dünyayı felaketlerden felaketlere sürüklerler. Onevizyonun başına geçip, güvenli ve pahalı ortamlarında içkilerini yudumlarken felaketleri izler ve tatmin olurlar. Bak, onlar benim gibi acılar çekmedi ama şimdi ne haldeler, derler kendi kendilerine. Kendi ezilmişliklerini, ezile ezile küçülüp ufacık olmuş ruhlarının acısını giderebilmek için doğayı zehirleme bahasına büyük büsbüyük kocaman dev sanayiler kurar, kocaman saraylarda, büyük boy yataklarda uyur, büyük ve geniş, gösterişli arabalara ihtiyaç duyarlar. 

– Ve şimdi bu hastalıklı, sapık ruhlar, Tartaryan’ın sana eziyet etmesini seyredip tatmin oluyorlar?!. Bak, şimdi anlıyorum. 

– Tartaryan tatmin oldukça onlar da tatmin oluyorlar. 

– Bunlar aslında Mersomnesliler ve onların eline daha küçük yaşta geçmiş iğdiş edilmiş zavallı insancıklar. 

– Dünyayı onlar mı yönetiyor? 

– Hayır, pis işler onlara havale ediliyor. Çünkü iğrenme duyguları, ahlaki kaygıları, vicdanları kalmamış mahluklar onlar. Bu dünyanın bütün pis işlerinin yürütücüleri.  

– Tafya, madde, silah ve namusun yani onurun ayaklar altına alındığı her türlü ticaret.  

– Siyaset bunlardan biri olabilir mi? 

– Siyaset bu dünyanın en pis işidir. 

– Anladım. 

Sessizlik oldu. Ayağa kalktım. Perdeyi araladım ve sarı bezler asılmış karşı balkonda, gece gündüz oturan, oturmalarını makul göstermek için de nöbetleşe ve aralıksız sigara içen, “bunlar bütün gün hiç iş yapmıyor mu” denmesin diye balkon demirlerine sürekli göstermelik bir şeyler asan, fakir oldukları besbelli, mutsuz suratlı, iyi beslenmedikleri gayet iyi anlaşılan o insancıklara baktım. 

– Bunlar kim, dedim. Duyacaklarımdan peşin peşin üzülerek.  

– Onlar hayatlarının hiçbir değeri olmadığını bilen gariban insanlar. Kendilerini adamak, yaşamlarından vazgeçmek onlar için çok kolay. Çünkü değersizlik duygusu ile büyüdüler. Şimdi onlara birileri iş verdi. Onların “devlet” zannettiği birileri. Artık kendilerini önemli ve değerli hissediyorlar. Hiç yorulmadan, yaz sıcağında güneş başlarına geçerken bile kımıldamadan orada öylece duruyorlar işte. Ne yazık ki o sapıklar bu insanları kendi zevkleri, eğlenceleri için kullanıyorlar. Oysa ataları siperlerde ne kahramanlıklar yapmışlardı bu zavallıların, kim bilir? 

– Siyaset o mahlukların elindeyse devletten de hayır beklememek gerek. 

– Dur bakalım ablacım. O kadar umutsuz olma. 

– Umut mu bıraktın bende be Tinne! Git Allah aşkına! 

– Ben düşmedikçe ne vatan düşer, ne dünya. Sen hiç merek etme. Ateş etrafımızda gezinir durur, bizden korkar. Ateş kimi yakacağını bilir. 

– Öyle olsun bakalım Tinne’ciğim. 

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik

– 10 – Tartaryan

TARTARYAN

Bazı çocukların büyüdükçe yırtıcı tırnakları ortaya çıkar ya da güçlü pençeleri olduğu belli olmaya başlar, bazısının kuvvetli dişleri ve ısırıp kopartmaya uygun bir çenesi olduğu anlaşılır zamanla.

Kimi çocukların da büyüdükçe kanatları oluşur.

Tinne öyle çocuklardandı.

Düşünün böyle bir varlık, amansız bir savaşçıya dönüşecekti.

Dikkat edin, insanlar yaşlanmaz bakışlar yaşlanır. İnsanlar çirkinleşmez, ruh kötü duygularla kirlenir ve dönüşür. Beden daima ruha ayak uydurur.

Bedeni şekillendiren ruhtur yani.

Ama sahtekarlık devri başlamış bulunmakta dostlar. Artık sabit boyalar var, usta cerrahlar var, neler neler yapıyorlar.

İşte ben bu bölümde, size efsane bir değişim hikayesi anlatacağım. Aslında Tartaryan’ın değişim hikayesi tek başına ayrı bir romanın konusu olurdu ama hadi neyse. Burada anlatmadan geçmek olmaz.

Hazır mısınız?

Asrın aşkı olarak bilinen, asrın yalanı olduğu sonradan anlaşılan Tartaryan’ın olayı neymiş, artık hep beraber bir bakıp açıklığa kavuşturalım.

Cadıların “dostumuz” diye bahsettiği bir Angoralı Pıh vardı hani? Tinne’nin pıhından daha gençti ve evlilik çağında oğlu vardı? Bildiniz değil mi?

Genç Pıh (normalde pıhlar çok yaşlı olur) kendisine haber gidince, hemen büyük oğlunu Tinne’yi görmeye göndermiş.

Oğlan Tinne’yi görüp beğenince, ailecek “bu iş olur” demişler. Onlar böyle kendi kendilerine gelin güvey olurken Tinne’nin pıhı Tinne’yi ona ilk evlilik teklif eden adamla evlendirivermiş.

Ama Tartaryan (genç pıhın büyük oğlu) kızı beğenmiş bir kere.

Babasına demiş ki, baba bu kız güzel ben çirkinim, bu kız okumuş ben değilim, bu kızın her bir şeye yeteneği var, benim neyim var? Bu iş nasıl olacak? Ben bu kızı çok sevdim.

Babası “hallederiz” demiş.

Nitekim halletmişler.

Çocuk ömrü boyunca kızın karşısına çıkmak için hazırlık yapıp durmuş. Ama hiçbir zaman kendini buna hazır hissedememiş.

Biliyorum anlamadınız. Tane tane anlatıyorum:

Angoralı Pıh’ın üç oğlunun en büyüğü olan Tartaryan, kızı görüp beğendikten sonra ilk iş olarak köstetik ameliyat olmuş. Sonra Agarika’ya gidip küçük bir okul bitirmiş gibi yapmış, sonra kızla meslektaş olabilmek için parayı basmış bir şirket kurmuş. Sonra da kendini bütün ülkeye tanıtıp ünlü olmuş. (Onevizyon!)

Oysa yapması gereken tek şey elini çabuk tutup ilk evlenme teklif eden kişi olmakmış. Bu kadar yani. Bunun için herkes elinden geleni yapmış. Cadılar, ihtiyar pıh, söz dinleyen Tinne.

Tartaryan bir türlü kendini hazır hissedememiş.

Aslında hikaye bu kadar.

Değil tabi.

Tartaryan ömrü boyunca Tinne’yi takip ederek, o ne yapıyorsa daha fazlasını yapmaya devam etmiş.

(Saçlarını sarıya boyamak hariç. Bilemeyiz, belki evinde yalnızken sarı peruk takıp dolaşıyor olabilir.)

Bu anlamsız takip, herkesin tuhafına gidiyormuş. Seviyorum ne yapayım, diye açıklıyormuş yaptığı her türlü saçmalığı. Git konuş, diyorlarmış, o beni beğenmez ki, deyip omuz silkiyormuş.

Size de tuhaf geldi değil mi?

Daha durun.

Ve ömrü boyunca Tinne’nin her işini baltalamaya, yuvasını yıkmaya, hayatını zorlaştırmaya, ona sürekli çelme takmaya kendini adamış. Hatta bu işi kendine “forofösyonal iş” edinmiş.

Bütün bunları yapabilmesi için ne olması gerekiyorsa onu oluyormuş. Tafya, gizli örgüt elemanı, javudi, operacı, basketçi, iyi aile babası, iyi bir aşçı, bir gün babasının yerine geçecek bir pıh,  kaçakçı, tozcu, CEO ve her şey.

O adam saçmalığın ta kendisiymiş. Saçmalık bir insan olarak yeryüzüne gelseymiş adı Tartaryan olurmuş. Yalancılık, çelişki, tutarsızlık, kincilik, kıskançlık, hazımsızlık, kibir ve aşağılık duygusu denince alemde ilk akla gelecek isim artık onunkiymiş.

…ve nasıl bir talihtir ki, bu dünyanın en saçma oluşumu gelmiş, Tinne’ye musallat olmuş!

Tinne’yi taklit edebilmek ve onu “yenebilmek” için her an peşinde onu gözlüyormuş. Bunun için her yere gözler yerleştirtmiş. Her tarafı kulaklarla donattırmış. Tinne’nin her anını topoğraflatıyormuş. O topoğrafları evinin, odasının duvarlarına asıp, hayran hayran bakıyormuş. Tinne onun idolü olmuş.

Aslında onun hem öyle hem böyle olduğunu herkes çoktan anlamış ama hep susmuşlar. Annesi üzülürmüş sonra.

Savaş başladığında, Tinne yüksek sesle ilan edivermiş bu sırrı. Hem de yüksek bir yere çıkarak. “Kumsal Hanım, Kumsal Hanım! Senin oğlun öyleböyle, bıraksın artık peşimi!” diye operet söyleyip, eğlenircesine gerdan kırıyormuş.

Kuşlar hemen iletmişler. Hızlı uçan kuşlar.

Kumsal Hanım hemen gelmiş Pıh’a dert yanmış. “Vazgeçsin” artık diye ısrar etmiş. “Rezil oluyoruz!” diye hımırdanmış.

Angoralı genç Pıh mahcup bir vaziyette önüne bakarak,

“artık çok geç hanım, Agarikalılar bize çok kaymak verdi. Bu yarış, bundan böyle bizim işimiz. Tinne’yi dize getirmeliyiz.”

Demiş.

Kumsal, kaymak çok seviyormuş. Elmas küpelerini sevdiğinden daha çok. Yüksek tavanlı salonundaki ekru perdeleri sevdiğinden çok. Oturdukları cennet köşkünün önünden akan ırmaklardan çok. Hatta, size bir şey diyeyim mi, oğullarından bile çok.

Zarif boynunu sultani bir büküşle bükmüş. İpek şalını omzuna serperken,

“Eh madem.”

Demiş, âli bir edayla.

Önceki Sayfa  Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik