– 41 – “JAVUDİ OLMAYAN EŞEKTİR!”

– 41 – “JAVUDİ OLMAYAN EŞEKTİR!”

Doğruyu şaşırtmak, iyiyi dönüştürmek, kısacası herkesi yoldan çıkarmak, İlk Gelen Siyon Amca’nın düsturu olmuştu. O şeytandan fena, daha da aşağı biriydi. Bütün bu tezgah dümeni, ortaya attığı iddianın ispatlanması için yapıyordu. Böylece sadece kendisinin ve kendi soyundan gelenlerin insan, geri kalanın da ona hizmet etmek için yaratılmış, hayvana benzeyen varlıklar olduğunu ispatlamış olacaktı.

Tinne’nin yaşadığı toprakları Tanrının kendisine ve kendi çocuklarına bağışladığı da iddiaları arasındaydı. O yüzden adeta oyun oynar gibi iyi, doğru, vatan, adalet, halk gibi kutsal isimlerle kurulmuş hartileri özellikle hedef alıyor; onları herkesin gözü önünde kötü, yanlış, satılmış, dolandırıcı ve halktan kopuk elitler haline getiriyordu. Zaten bu isimlerde harti kurmak, İlk Gelen Siyon Amca’nın fikri olurdu. Adı üstünde ilk gelendi o! Bir yerde bir düşünce oluşumunu haber alır almaz, hartiyi ya da örgütü kendi adamlarının içinde olduğu bir ekibe kurdurur, başına her şeyden habersiz biri geçse bile onu göstere göstere dönüştürürdü. “Hayvan bunlar”, derdi. “Satılır, alınır. Bunların da pazarı vardır. Serbest piyasa, denir adına. En milliyetçi, en tinli, en dürüstünü getirin istediğiniz kurumun başına, bizim için fark etmez. Onu er geç malımız yaparız. Tanrının vaadidir bu”, derdi, pis pis sırıtarak.

Tinne’nin doğduğu, büyüdüğü ve yaşadığı toprakları Tanrılarının ona vaat ettiğini iddia ediyordu ya, bunu herkese ispatlamalıydı. “Bu topraklar Türklere emanet edilemeyecek kadar güzel ve değerli” diye bir terane uydurmuştu. Epey de taraftar bulmuştu kendine. Binlerce yılın tecrübesine sahip olduğu için, bir toprağa çökmenin yolunun, önce oradaki kadınları mallaştırmak, köleleştirmek, hayvanlaştırmak olduğunu iyi bilirdi. Gerekçe uydurmakta onun üstüne yoktu. Daha doğrusu uydurma işinde onun üstüne yoktu! Hikayeler, senaryolar hep onun işiydi. Binlerce yıldır insanları masallarla, şarkılarla, efsanelerle uyutmuş, bir güzel manipüle etmişti.

Bu yüzden Tinne’nin doğup büyüdüğü ülkede kendilerine iyi bir numunelik av bulmalılardı. Bu önce anneannesi olmuştu. Sonra annesi. Sonra da Tinne.

Kaç nesildir kadınları bir rodeo atı gibi türlü eziyetlerle dünyanın gözü önünde terbiye ettiriyor, onların acılarından hikayeler uyduruyor, bütün dünya halklarını bu deney farelerine rezone ediyor, böylece her şey kontrol edilebilir, tahmin edilebilir, öngörülebilir oluyordu onun için.

Gözlem ve deney yoluyla yapılan ampirik tosyolobik deneylerini, Tanrının ona vadettiği toprakların üstünde yaşayan, asilikleri ve savaşçılıklarıyla meşhur kadınların ve erkeklerin üzerinden yapıyorlardı.

Kendisini temsil eden zor bir erkek ile deney faresini eşleştiriyor, ortaya çıkan çatışmalardan kendilerine dersler çıkarıyor yeni metotlar geliştirebiliyorlardı.

Van kedilerinin kraliçesi olan güzel anneannesini o dönem pek hakim olan moşiszme inanmış bir karakter olan polis dedesiyle eşleştirmişlerdi. Annesi Vagna’yı, o yıllarda pek moda olan barışçıl değerlerden ötürü çilekeş babası Aziz Pederle eşleştirmişlerdi. Kendisini de nonoşluğun çok yaygın ve güçlü olduğu bir süreçte mafyatik bir pıhın nonoş oğluyla eşleştirmeye çabalamışlardı.

Tinne’ye yaptıkları eşleştirme büyüleri tutmadığı gibi, Tinne onların bütün tezgahlarını ortaya çıkarıp bir güzel belgelemişti.

Ama Siyon Amca bir türlü yenilgiyi kabul etmemiş, oyun bozanlık yapmıştı. İşte o noktada cadılar verdikleri sözü bozma kararı alıp Tinne’yle irtibata geçmişlerdi.

Halbuki Siyon Amca’nın koyduğu kurala göre, kimse Tinne ile bağlantıya girmeyecek, adil bir maç olması için onu uzaktan seyredeceklerdi.

Baştan beri bu oyun Rachel kızlarının içine sinmiyordu. Tinne ile bağlantı kurmak ya da onu korumak için çareler arayıp duruyorlardı. Ne zamanki Tinne’nin galibiyeti tanınmadı, artık Cadılar isyan bayrağını açtılar.

Siyon Amca, Nabustannezar’ın locasına ziyarete gelmişti o günlerde. Hem de haber vermeden, baskın gibi. İlk gelen Siyon Amca’nın bu tür mesaj içerikli hareketlerini çok iyi bilirdi Nabu. Korkmuştu ama hiç belli etmedi. Her zamanki saygılı tavrıyla ayakta karşıladı, kemerini öptü, şapkasına dokundu.

“Vagna’yı siz mi göçürttünüz?” diye söze girdi Siyon Amca.

Nabu cevabı bilinen sorular sormanın bir çeşit yargılama tekniği olduğunu gayet iyi bilirdi. Yönettiği locada kendisi de aynısını yapardı. Hüküm geçerli olsun diye netleştirmek gerekirdi.

-“Vagna kendi kızına ölümcül tuzaklar kurmuştu. Ölümden beter işkencelere de başlamıştı. Tinne’yi çocuklarından, çıraklarından, dostlarından ayırmak, iyice yalnızlaştırmak, önce delirmenin sonra da intiharın eşiğine getirmek için çabalayıp duruyordu. Kurallara sizden, bizden daha çok saygı ve bağlılık gösteren Tinne, annesinden gelen bu saldırıları “anne hakkı, süt hakkı, karnında taşıma hakkı” falan diyerek karşılıksız bırakıyor, günden güne eriyordu. Deneylerinizde bu tür insanlık dışı uygulamalar olmamalı Sayın Siyon Amca.

-“Yok zaten.”

-“Anlamadım?”

-“İnsanlık dışı uygulamalar yapmayız.”

-“Bu olanlara neden göz yumduk o zaman?”

-“Onlar insan değil hayvan. Bunu sen de biliyorsun.”

-” Tinne’nin kim olduğunu artık ikimiz de anlamışızdır her halde. Beklediğimiz kişi o. Bizleri yetiştiren ve dünya imparatorluğunun temelini atan büyük usta!”

-“Ne yani, mağarada size bir kaç şey öğretti diye, bu kadar bin yıldır, çabalarımızın üstüne gelip otursun, başımıza sultan mı olsun? Bak kızım, ondan beridir çok şey değişti. Kadınların erkeklere reis olma hakkı yok artık. Ondan başımıza reis mi yapmaya çalışıyorsunuz, açık açık niyetini söyle de bilelim! Böyle bir şeyin karşısında bizi bulursun. Biz erkekleri. Her dilden, tinden, yurttan, kıtadan erkekleri.”

-“Korkunuz buydu değil mi? Bilgeliğin asıl sahibi olan kadının piramitin en üstünde olma ihtimali… Binlerce yıldır bütün çabanız bunun içindi değil mi?”

-“Üslubuna dikkat et. Kime güveniyorsun sen? Ona mı? O seni, bizim gücümüzden, hükmümüzden koruyamaz, bunu gayet iyi biliyorsun.”

-“Tinne’den öğrendiğim güzel bir söz var. Ölümden öte köy yok!”

-“Hala size bir şeyler öğretmeye devam ediyor, ha?”

-“Siz de ondan çok şey öğrendiniz efendim.”

-“Bunu inkar edemeyiz. Bilgi de, o da, onun ruhu da bizimdir. Bu dünyada yaratılmış olan her şeyin bizim için, bize hizmet için yaratıldığını biliyorsun. Ama unutmuş görünüyorsun. Bu locayı kapatmayı gündemimize alacağız. Bizim size verdiğimiz gücü, bize karşı kullanmanıza izin veremeyiz.”

-“Tinne’yle, nonoş Tartaryan’ın eşleştirilme gayretleri içinde geçirdiğimiz yıllar bize çok şey öğretti, çok şeyi de sorgulattı. Biz artık kitabı terk ediyoruz.”

-“Siz belli ki hayatı da terk ediyorsunuz. O az önce bahsettiğin köye taşınmaya karar vermişsiniz. Şimdi cübbeni çıkartıyorsun, emanetleri teslim ediyorsun. Anahtarlarını derhal bana veriyorsun. Senin bir dakika daha bu görevde kalman olanaksız. Hadi bakalım!”

Avucunu açarak Nabu’ya uzattı. Teslimatı bekliyordu.

Nabu tereddütsüz belindeki kuşağı, keseyi ve anahtarları çıkarttı, Siyon’un açık bekleyen avucunun içine tek tek koydu.

Unutma, Javudi olmayan eşektir, dedi Nabu’nun gözlerinin içine bakarak.

-“İnsanları bu şekilde sınıflandıran, kendisine saray ve saltanat kurup, orada can güvenliğinden emin olarak yaşayabilmek için böyle bir algı operasyonu yapanlar eşektir. Bizler sizin gibileri sırtımızda taşıdığımız için eşektik. Artık hürüz ve bundan böyle insanız!”

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afe Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma, Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik,İlyas Temel şafak, Defne Ilgaz, Necati şaşmaz, Kurtlar Vadisi, Polat Alemdar, sahte Mehdi, adnan Oktar, İbrahim kalın, CIA, FBI, MOSSAD, Üçüncü Dünya Savaşı, necaaattii, ibne, godoş, orospu çocukları, sahil şaşmaz, abdülkadir şaşmaz, recai şaşmaz, zübeyr şaşmaz, panafilm, tayyar baba, elazığ, bkm, yılmaz erdoğan, güldür güldür, ali sunal, aydın ılgaz, mason biraderler, tapınak, ritüel, ayin, gizem, ezoterizm

– 36 – TİNNE VE BEN

– 36 – “TİNNE VE BEN”

 

Başlayalım mı başlayalım mı
Kötülerin evini taşlayalım mı?

 

O kadar çok taşlanacak kötü vardı ki yük kötülerle uğraşmaktan küçüklere sıra gelmiyordu ama biliyordu, yer gök kötü doluydu.

Bunların merkezini bulmalıyım, diyordu. Son bir taşım kalsa nereye atardım, diye soruyordu kendine. Çocukken anneannesinden dinlediği masalları anımsıyordu. Canavarın gözüne atıyordu yiğit Keleş oğlan taşını. Tepegözün o kocaman gözüne. Gözü neresi, diye düşündü. Canavarın gözü neresiydi? 

 

Düşünerek buldu. Gözlemciliği iyi olanlar düşünerek bulur. Hipnotize olmamışsan bulursun. Eğer, etrafına bakmak yerine, gün boyunca onevizyona bakıyorsan, nasıl düşüneceğini zihnine emreden kinoma kilmlerini izleyip duruyorsan özgür, bilimsel, objektif düşünme şansını kaybetmiş olursun. Eğer, kurnaz yalancıların hikayelerine kaptırmışsan kendini geçmiş olsun, sen artık zembereği kurulmuş bir oyuncaksın. 

 

Kimin oyuncağısın? İşte Tinne bu sorunun peşine düşmüştü. Bizi robotlaştıran kimlerdi, bizle oyuncakları gibi eğlenen, köleleri olduğumuza inanıp, bizi de bu acayip dünya görüşüne inandırmaya çalışan kimlerdi?

Aslında gizlenmiyorlardı. Tinne bana, onların binlerce yıldır sıkı sıkı bağlı oldukları sözleşmelerini getirdi. Yo, sanmayın ki o sözleşmeleri gömülü olduğu gizli bir mağaradan, piramitlerin henüz girilmemiş odasından ya da yüzyıllardır sihirli şifrelerle kilit altında tutulduğu kasalardan bulup getirdi! Herhangi bir kitapçıdan satın aldı ve getirip kütüphanemin rafına koydu. 

 

“Abla” dedi, “bunları iyice okumalısın, adamların ortak sözleşmeleri bunlar. Özellikle de şu ikincisi. Bunları iyice okuyup anladığın zaman olanları da anlamaya başlarsın.”

Benim de anlamamı istiyordu. Oysa ben onun gibi değildim. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, derdim hep. Onun gibi olmam da mümkün değildi. Cadı kazanına düşmüş olan oydu. Bu dünyaya gözünü açtığı günden beri azılı düşmanları olan oydu.

Önce babasıyla onu ayırmaya çalışan kıskanç Dalmaçyalıların zulümleriyle tanışmıştı. Sonra annesinin oğulları olan Daltonlarınkiyle. Güvendiği tek varlık olan annesinin, aslında onu bir rehine gibi gördüğünü neden sonra farketmişti. Aziz Peder’in olanaklarından faydalanmak için kızlarının varlığına muhtaçtı ama onu terkeden kocasından intikam alabilmek için de kızına acı vermekten zevk alıyordu. Talih Tinne’yi işte böyle bir cadı kazanı içine atmıştı.

 

Bu cadı kazanından çıkabilmek mümkün değildi. Babası uzaklaşmayı başarmıştı ama o da Eydin Dalmaçyalısının eline düşmüştü. Tinne de evlenerek biraz nefes almak istemişti ama büyük savaş o zaman başlamıştı. 

Artık açıkça saldırmak, ölümcül darbeler indirmek için bahaneleri vardı. “Oyun” birileri için daha eğlenceliydi şimdi. Çünkü oyun, artık ölümüneydi! İnanılacak gibi değildi ama annesi ve Eydin Dalmaçyalısı artık aynı saftaydı.

 

Biz Tinne’lerle komşuyduk. Annesi bir keresinde bana kahve içmeye gelip, “sakın Tinne’ye yardım etme” demişti. Şaşırmıştım. Çünkü Tinne’nin yardıma ihtiyacı yoktu, olsa da kimseden bir şey isteyememe özelliği vardı. Sonradan Tinne’yi yok etme operasyonuna hazırlandıklarını, ona yardım edebilecek herkesi aynı bana yaptığı gibi tek tek ziyaret edip ikna etmeye uğraştığını anladım. 

“O hasta dedi. Gözlerinde yalancı bir endişeyle. “Üstelik, alkol bağımlısı. Herkes benim ona hiç yardım etmediğimi sanıyor ama ediyorum. O gidip barlarda harcıyor parasını. Üstelik büyük bahşişler bırakıyormuş. Böyle yaparak koskoca bir evin parası yedi bitirdi.” 

“Ne evi?” dedim, şaşırarak. “Onun evi yok ki. Onun hiçbir şeyi yok. Bakması gereken iki çocuktan başka bir şeyi yok.”

“Ya, işte herkes öyle sanıyor. Biz ona veriyoruz ama o saçıp savuruyor. Yanındaki o kızlara harcıyor. Maes’le Nais evde aç otururken o çıraklarını alıp gezmeye gidiyor.”

Karşımda duran, kıskançlıktan ve Tinne’yi bir türlü ortadan kaldıramadığı için hırsından gözü dönmüş kadına bakakalmıştım. Tinne o sıralarda hayatının en zor günlerini yaşıyordu. Kim olduğunu anlamadığı insanların sürekli onu takip ettiğini söylüyor, bu kişilerin çok güçlü ve çok kalabalık olduğunu anlatıyordu. Gerçekten yardıma en ihtiyacı olduğu bir dönemdi ama bir gün bile benden yardım istememişti. Vagna kapı kapı dolaşıp, dilfonla da ulaşabileceği herkese ulaşıp, Tinne’ye asla yardım etmemelerini tembihliyordu.

Tinne evlendiğinde, Vagna koşa koşa Angoralı genç pıha gitmişti. Kızını geri istediğini söyleyerek gözyaşı dökmüştü. Böylece oyuna resmen Angoralı genç pıh ve onun hastalıklı oğlu Tartaryan da dahil olmuştu. 

Bütün olanları yakından takip eden Nabustannezar ve ekibi de Vagna’yı artık oyundan çıkarma vakti geldiğine karar vermişlerdi. 

Nabustannezar ile Tinne buluşup iş birliği yapana kadar Tinne kahramanca savaşmış, çocuklarını ve kendisine son ana kadar destek olan iki çırağını, uzak ve emin yerlere yerleştirmişti. 

Ben Tinne’ye gerçekten yardım etmem gerektiğini Vagna’nın yalvarıyor gibi yapıp, aslında tehdit ettiği o ziyaretinde anladım. Onun zıvanadan çıkmış o halini gören kimse Tinne’ye yardım etmeye cesaret edemezdi.

Aslında pek yardım etmiş de sayılmam. Sadece onu dinledim ben. Dinledim ve hak verdim. Yargılamadan. Sanırım en çok buna ihtiyacı vardı.

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma, Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik,İlyas Temel şafak, Defne Ilgaz, Necati şaşmaz, Kurtlar Vadisi, Polat Alemdar, sahte Mehdi, adnan Oktar, İbrahim kalın, CIA, FBI, MOSSAD, Üçüncü Dünya Savaşı, necaaattii, ibne, godoş, orospu çocukları, sahil şaşmaz, abdülkadir şaşmaz, recai şaşmaz, zübeyr şaşmaz, panafilm, tayyar baba, elazığ, bkm, yılmaz erdoğan, güldür güldür, ali sunal, aydın ılgaz, mason biraderler, tapınak, ritüel, ayin, gizem, ezoterizm

 

– 35 – İfşa Edelim!

– 35 – İFŞA EDELİM!

Nabustannezar, Tinne’yi elinden geldiğince aydınlatmaya, uyandırmaya, uyarmaya çalışıyordu. Ama her seferinde şaşırıyordu. Tinne’nin aslında her şeyin çoktandır farkında olduğunu görüyordu. Tam “öyleyse neden” diye aklından geçiriyorken, Tinne cevabı yapıştırıvermişti:  “Farkında olmak neyi değiştirirdi ki, benim soluksuz devam eden zor bir hayatım vardı. Kıskanç ve hazımsız annem, açgözlü ve doyumsuz üvey kardeşlerim ve onların kendilerinden beter çirkin karıları… Havai ve sorumsuz kocam ve onun tek kişilik hayalleri… Hep kendi derdiyle meşgul ve daima uzakta olan Aziz Peder ve tabi bu beş para etmez kalabalığın içinde büyütmek zorunda olduğum çocuklarım… Peşimde aç kurt gibi dolaşan bir ruh hastasının varlığını fark etmiş olsam ne olur, olmasam ne olur? Biliyor musun, ben tıpkı yaşadığım coğrafya halkları gibiyim Nabustannezar! Düşmanlarımın gayet farkındayım. Ama benim de, halkımın da düşmanları gizlenen türden.”

“Korkaklar çünkü.” Nabustannezar, Tinne’nin düşmanlarını ezelden beridir tanıyordu.

-“Söyle o zaman, ne yapalım Nabu? Onları nasıl ortaya çıkaralım?”

-“Onlar elbet bir gün ortaya çıkacaklar. Her deneyin bir bitiş tarihi vardır.”

Cevabını bildiği halde sordu Tinne. “Laboratuvar faresi miyim ben, ne deneyi?”

-“Öyle demek istemedim ama senin üzerinde bin bir türlü deney yaptıkları doğrudur. Onların din gibi taptıkları bir bilim var, Tosyolobi. Deneye, gözlem ve karşılaştırmaya dayanan bir bilim. Toplum bilim de diyorlar. Patolojik, marazi olanla sağlıklı olanı çatıştırmaları gerekiyor. Doğal hayata müdahale ederek yapıyorlar deneylerini. Yeni bir din olarak gördükleri bu bilimi geliştirmeye çalışıyorlar.”

-“Hadi be! Kimmiş bu bilimsel dinin kurucusu, ben tanıyor muyum?”

-“Högüst Kont!”

-“Bir yerden tanıdık geliyor ama çıkartamadım…”

İkisi de biraz suskunluğa gömüldüler. Düşündüler, düşündüler. Tinne ne düşünüyordu bilemiyorum ama Nabustannezar düşmanın ellerini Tine’nin boğazından nasıl çekerim diye düşünüyordu. Yani neredeyse eminim böyle olduğuna. Nabustannezar’ın varlık sebebi buydu çünkü.

-“Burada patolojik olan Tartaryan, değil mi? Ben değilim herhalde?”

-“Bir de soruyorsunuz!”

-“Şaka yaptım, Nabu’cuğum. Bunların BBG evlerine nasıl meraklı olduğunu, insanı, yani onların tabiriyle ‘insana benzeyen hayvanları’ izlettirmeyi nasıl sevdiklerini, ben çok iyi biliyorum. Onevizyon’da bütün gün birbirleriyle çatışmaya sokulmuş kadınlarla erkekler, analarla gelinler seyrettiriliyor. O programlarda bizim en yüksek varlık olduğuna inandığımız insanoğlunun, en aşağılık yüzünü sergilemeye çabaladıklarını görüyorum. Bütün bu gayretin elbet bir sebebi olmalı.”

-“Kitapları kitapları… Sebep, sıkı sıkıya bağlı oldukları o köhne zehirli kitapları.”

-“Haberim var o kitaptan.”

-“Sözleşme diyorlar adına.”

-“Biliyorum.”

-“Her şeyin farkındasınız. Öyleyse, niye bir şey yapmıyorsunuz Tinne’miz?”

-“Ne yapabilirim, ben bir garip kadınım!”

-“Emret, biz yapalım.”

-“Nabu. Neler yaptığınızdan haberim var. Bana sormadan başlamışsınız bile. Hala ne istiyorsun?..”

Nabu, ne diyeceğini bilemedi.

“Bu yangınları siz yapıyorsunuz değil mi?”

Nabu, sodasını dikti tepesine. Sıkıntılı sıkıntılı kıpırdanmaya başladı.

-“Ben size avlara başlayın demiştim.”

-“Başladık.”

-“Doğru adamları avladığınıza emin misiniz?”

-“Siz aşağıdan yukarı doğru demiştiniz. En tepedekiler en son demiştiniz. Ona uyuyoruz.”

-“Anlaşıldı. Tedbir almaya başladılar. Bak Nabu, bunlar yenileceklerini anlayınca önce sessizleşirler, sonra büyük patırtı yaparlar. Ben bugünlerde büyük bir patırtı bekliyorum.”

-“Büyük patırtıya cesaretleri yetmezse?”

-“Rüşvet verir, satın alır, şantaj yapar, bir şekilde anlaşma yoluna giderler.”

-“Eğer ayak izleri, parmak izleri bulunmuşsa?”

-“Tüm izleri, bağlantıları yok etmek için ne gerekiyorsa onu yaparlar.”

-“Biz de buna gayret ediyoruz, Tinne’miz! Tartaryan sadece bir kobay. Ondan kolayca vazgeçerler. Ama deneyin sürmesinde ısrar ederlerse yeni bir fenomen sürebilirler deney sahasına.”

-“Bu tip düşmanda ifşa en sağlam savunmadır. Bunlar “gizlenen düşman”, meydana çıkıp kılıç çeken cinsten değil. Bütün gücünü gizlilikten alır, varlığını gizlenmeye borçludur. Biz sürekli “açığa çıkarma” operasyonu yapmalıyız.”

-“İfşa kampanyası diyorsunuz.”

-“Evet…”

Nabu, bacaklarını sallamaya, terleyen avuçlarını cübbesine sürmeye başladı.

– “Şu Högüst Kont’un kitaplarını getirin bana. Ne diyormuş bir bakalım.”

-“Adamın mabedi bile var!”

-“Bir de ‘bilim’ diyor icat ettiği şeye?”

-“Tebliğ yapıyormuş. Bütün krallara mektup yazıyormuş, peygamber gibi…”

-“Nabu senden bir şey rica edeceğim.”

-“Başım üstüne.”

-“Bana “Tinnemiz” demeyeceksin, “siz” diye hitap etmeyeceksin. Ben senden küçüğüm, beni kardeşin bileceksin.”

-“Biz senin öğrencilerindik… Mağarada…”

-“Bu konuyu konuşmak istemiyorum. Bir kedi, bir kuş olarak da karşına çıkabilirdim. Neysek ne! Geçmişte ne olduğumuza göre hareket edemeyiz.”

-“Binlerce yıl geçse de roller pek değişmiyor…Tin…ne…”

-“Bak böyle çok daha iyi. Nabu.”

-“Tamam.”

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

 

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma, Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik,İlyas Temel şafak, Defne Ilgaz, Necati şaşmaz, Kurtlar Vadisi, Polat Alemdar, sahte Mehdi, adnan Oktar, İbrahim kalın, CIA, FBI, MOSSAD, Üçüncü Dünya Savaşı, necaaattii, ibne, godoş, orospu çocukları, sahil şaşmaz, abdülkadir şaşmaz, recai şaşmaz, zübeyr şaşmaz, panafilm, tayyar baba, elazığ, bkm, yılmaz erdoğan, güldür güldür, ali sunal, aydın ılgaz, mason biraderler, tapınak, ritüel, ayin, gizem, ezoterizm