– 47 – “SOYUNU DA ÇALALIM!”

 

– 47 -“SOYUNU DA ÇALALIM!”

“Biz daima kazanırız!”

“Evet kardeşim” dedi Çarli kadehini doldururken.

Oysa Moşemoş bugünlerde kaybeden gibi gözüküyordu. Ülkesi savaşa girmişti ve hiçbir şey planlandığı gibi gitmiyordu. Zaten savaşa planlandığı gibi girememişlerdi. Evet, kazanıyor, karşı tarafa ağır kayıplar verdiriyorlardı ama tüm dünyayı karşılarına almışlardı. Artık hiçbir propaganda yöntemi işlerine yaramıyordu. Kaldı ki kendi halkları bile isyan etmeye başlamıştı. Çünkü kendileri de beklemedikleri ölçüde kayıp vermekteydiler. Moşemoş düşünceliydi o yüzden. Türkeli arenasında gerçekleşen maçın gidişatından güzel haberler alıp keyiflenmek, yeni bahislere para yatırmak istiyordu. İyi bir bahisçiydi Moşemoş. Tinne’yi çok iyi tanıyor, bu yüzden genellikle bahislerden kazançlı çıkıyordu. Grupta “Tinneci” olarak biliniyordu.

“Bizimkiler yeni bir kampanya başlatıyorlar sana onu haber vermek istedim.”

“İş konuşmadan önce biraz gevşeyelim kardeşim. Bak bu hayat suyu elli yıllık!”

“Anladım, anladım. Tam bana göre. Ama pek keyfim yok. Şu karıya son bir kazık atarsak keyfim yerine gelecek ama.”

“Neymiş bakalım yeni planın?”

“Herbela’da yaptığımızı yapacağız.”

“Kafasını kesip top mu oynayacağız? Haha ha! O biraz zor kardeşim. Zaman alır yani.”

“Soyunun üstüne konacağız.”

“Ha, anladım. Tabi, olur. Bu daha kolay. Çocuklar çok sahipsiz.”

“Herbela’da Türkler kuşatmayı yarmış, SeyinHü’yü ikna edip yanlarında götüremeyince çocuklarını alıp götürmüşlerdi. Seyyid soyu Türk illerinde çoğalmıştı.”

“Ama biiizzz… Tihace’nin önceki eşlerinden olan çocuklarıyla işbirliği yapıp soyu onlara devretmiştik.”

“Asileri terbiye etmek eğlenceli de onlarla iş yapmak riskli. Bizimle gönüllü iş birliği yapanlar her zaman tercihimdir!”

“Annelerinin servetinin, Son Tin Ustası tarafından yeni tine harcanmasına kızmışlardı.”

“Haklıydılar. Kim olsa kızardı.”

“Ben olsam ben de kızardım. Madem annemizin parası ile kuruldu bu tin, o zaman kutsal sülale olmak bizim hakkımız, dediler ve bize de çok yardım ettiler.”

“Ya hu tamam da ben şunu anlamıyorum bu adama madem kızıyorsun niye onun manevi mirasçısı olmak istiyorsun? Sonra ne oldu, nesilleri kaç yüz yıl ev hapsi yaşadılar!”

“Herkes ayrıcalıklı olmanın peşinde kardeşim.”

“Sonra dertli, kederli bir sülale olarak bilindiler hep. Bak, bunların sultanları bile seyyid hanım pek istemediler.”

“Sultanlar güzelliğin peşindeydi.”

“Biz de bizim kızlarla evlendirdik onları, oh pek iyi oldu!”

“Onlar için soy erkekten yürür, bizim için kadından. İyi anlaşmaydı. Ne yapacaklardı Harap kanını sülaleye sokup?”

“Yok, Harap kanı asla olmaz!”

“İstemezüüükk!”

“Ha hah hahaha!”

Kadeh tokuşturup epeyce bir güldüler.

“E, söyle bakalım Tinne’nin soyunu nasıl çalacağız?”

“Bizim çalamayacağımız hiçbir şey yok! Suyu çalan soyu da çalar!”

“Anlat bakalım, merak ettim.”

“Kilmcilere haber verdik bile. Fulu-mud’da çalışmalar başladı.”

“Öyleyse dönsün çarklar!”

Kadehler gene kalktı.

“Çocukların babaları öldü. Analarına da çok kızgınlar. Her şeyin suçlusu olarak Tinne’yi görüyorlar.”

“İyi çalışmaydı kardeşim. Kurbanı suçlu olarak belletmek kolay bir operasyon değildir.”

“Saykolocik’i de Tosyolobiyi de biz kurduk. Bunlar kiminle dans ediyor, şaşıyorum ben hala bunlara… Bir direnme, bir mücadele… Bilim adamlarımızın ne kadar başarılı olduğunu kendileri bile söylüyorken… Anlamıyorum bu inadı…”

“Bir inşaat mühendisleri, bir de toplum mühendisleri… Hayranım onlara.”

“Biz söylentiyi çıkarttık bile. Kafalar iyice karıştı. Zaten Tinne gibi bir kadının gidip öyle fakir fukara, soyu sopu belli olmayan biriyle evlenmesini kimse anlayamamıştı.”

“Çok gençti o zaman. Tartaryan ne bozulmuştu ama… Bütün hayalleri, yazdığı senaryoları suya düşmüştü. Kendine aşık edip sonra intihar ettireceğine ne kadar emindi. Paraları herkes parasını ona yatırmıştı o zaman!”

“Ben o işin olmayacağını biliyordum. Kız mantıklı kız. Hiç o yollara gelmez.”

“Evet, sen paranı Tinne’ye yatırmıştın o bahiste.”

“İyi de kazanmıştım. Sizler o kadını küçümsediniz. Ben daha işin başında görmüştüm onun potansiyelini.”

“Ah, şu beklenmedik mucize kurtuluşlar! Tanrıyla poker oynamak gibi bir şey. Çok heyecanlı!..”

“İlla bir gün tahtalı köye gitmeyecek mi bu kadın? Çocukları üzerinden yürüteceğiz ‘kutsal soy’ teranesini. Hem Tartaryan’ı da bir şekilde onurlandırmamız gerek. Tinne onu rezil rüsva etti. Paçavraya çevirdi.”

“Ya evet. Ben bile üzülüyorum çocuğa. İnsan içine çıkacak hali kalmadı. E, o zaman hangi çocuğunu düşünüyoruz, oğlanı herhalde?”

“Evet, bunlara göre soy erkekten yürür. Zaten farklı bir çocuk. İlk elini tuttuğu kadınla evlendi.”

“Ya… Ne salak değil mi? Gez, eğlen, gençliğinin tadını çıkar!”

“Annesi onun ikinci tin ustasının ruhunu taşıdığını söylüyormuş.”

“Ha, tamam. O zaman iyi operasyon olur bu iş. Böylesi mübarek bir ruhun velisi tabi ki bizim adamımız olmalı. Kim ki o Rendö? Rendö kimdi yani? Onun soyuna yedirmeyiz!”

“Zaten Rendö’nün ailesi de tamamdır. Hepsi üzerinde çalışıldı. Elimizdeler. herkes görsün bakalım şimdi, Nonoşların da oğlu olur! Olunca da kutsal ruh olur!”

“Değil mi ya!”

“İşin en zevkli kısmına geldik desene.”

“Kadından çocuklarını çaldık. Şimdi sırada kütüklerini değiştirmek var.”

“Yedek plan var mı?”

“Var tabi. Dalmaçyalılar hazır ve nazır… Dört gözle Tinne’nin ölmesini ve her şeyin onlara geçmesini bekliyorlar.”

“Fikirleri, sözleri, hikayesi. O zaman çocukları tamamen ortadan kaldırmak gerek?”

“Evet, Dalmaçyalılar da olmazsa, Daltonlar var.”

“Leş kargası, akbaba çok! Hah ha hah ha!”

“Öyle deme, onlar bizim cici köpeklerimiz!”

“Ama bu Tartaryan planı iyi olmuş gerçekten. Adamın ailesinin bütün şerefi, onuru beş paralık olmuştu. Ciddi bir başarısızlıktı bizim için. İyi düşünmüşsünüz!”

“Bak çok ilginçtir, Tartaryan’ın ailesi de Tin ustasının soyuna konmuşlardan geliyordu.”

” Ya, değil mi? Tihace’nin önceki evliliklerinden olma çocuklarından?  Yani Tartaryan’ın ataları da Son Tin Ustası’nın kızının çocuklarının katili ve mirasçısı olmuştu?”

“Aynen öyle!”

“Biz orda da vardık. Burada da varız. Sen esas oraya gel! Kaldır bakayım kadehi!”

“Şerefe kardeşim! Bir yerde bir define varsa biz oradayızdır.”

“Tarih tekerrürden ibaretmiş gerçekten.”

“Tarihin çarkını biz çeviriyoruz. Yöntemlerimiz belli. Kitabımızda bir bir yazıyor. Gizli bir işimiz yok. O yüzden tekrar ediyor. Bu kadar basit aslında ama görmüyorlar.”

“Tinne de kendisinin son Tin Ustası’nın kızının ruhunu taşıdığını söylüyor.”

“Bak sen! Kadın iyi yazıyor.”

“Gerçekten. Biz komisyona yazdırsak bu kadar sağlam hikaye çıkartamazlardı.”

“Sen şimdi şunu demeye çalışıyorsun, Son Tin Ustası’nın kızı çocuklarının intikamını almaya gelmiş?”

“Herbela’nın hesabını ödetecek bize, hah hahah hah!”

“Aslında güzel hikaye de o öldükten sonra bizler burada olmaya devam edeceğiz ve hikayeyi gene biz yazacağız. Onun bir ekibi yok ama bizim var? Onun sürekliliği yok ama bizim var?”

“O gideceğini ama tekrar geleceğini söylüyor. Türklere kazandırıp bize kaybettirene kadar hep tekrar gelecekmiş.”

“Geleceği varsa göreceği de var o zaman hah hah haha!”

“Bugün gerçekten çok eğlendik kardeşim. Bunun anası babası bizi bu kadar eğlendirememişti, hatırlıyor musun?”

“Biz babalarımızdan daha şanslıyız!”

“Doğru söylüyorsun.”

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

– 31 – Tiritler

TİRİTLER

Mersomnesliler saraylarında mutlu mesut yaşayabilsin diye ne acılar yaşanıyor dünyada… Her şey ama her şey hep o Mersomnesliler kendilerini güven içinde hissetsinler diye oluyor. Bu dünyada bildiğiniz bütün düzenler, çarklar hep o Mersomnesliler tahtlarında oturabilsinler, düzenleri devam edebilsin diye ayarlanmakta.

“Tin” diye bir şey uyduruldu mesela. Bir takım sıradışı insanların etrafında dönen kahramanlık hikayelerini, gene Mersomneslilerin hükümranlığını kurmak ve sağlamlaştırmak adına kafa kafaya verip yeniden yazdılar.

Onlar biliyordu kendilerinin “başka” olduğunu, bu dünyaya ait olmadıklarını. O yüzden bir “beyaz kan” mavalı uydurmuşlardı. Onlara göre beyaz kanlılar, beyaz kanlılarla evlenmeliydi. Aralarına

hiiç dünyalı karışmamalıydı. Dünyalılar merhametli oluyorlardı, aşık falan oluyorlardı. Onların istemediği türden zaaflar gösterebiliyorlardı. Bu korkuyla birbirleriyle evlenip durdukları için çirkin, şekilsiz, sevimsiz görünümlüydüler. Kendi çirkinliklerinden kendileri de ürktükleri için, bir müddet sonra insanlarla evlenmeyi uygun buldular. Ama türlü katı kurallar uyguladıkları kendi çocukları, bir müddet sonra onlara isyan ediyor, yuvadan ayrılmak istiyor, Mersomneslilikten istifa bile ediyorlardı.

Sonuncu tin ustası, savaşçı bir adamdı. Onu bir türlü “hal”edememişlerdi. Ama ona yapamadıklarını ailesine , torunlarına yapabilmişlerdi. Sonuncu tin ustasının kızı pek yaman bir kızdı. Söyleyeceklerini eşi üzerinden söyler, halkını eşi vesilesiyle eğitirdi. Kocasının bırakın tini, kendisini bile koruyamayacak bir adam olduğunu anladığında, genç yaşında dünyayı terk etmeyi uygun görmüştü.

Kendisini ve ailesini korumaktan aciz adamlar tin getiremezlerdi, tini taşıyamazlar, hatta yaşayamazlardı.

Onun babası akıllıydı, temkinliydi, nerede atağa geçeceğini, nerede duracağını iyi bilirdi. Kocası öyle miydi ya? Kendini ispatlama gayreti içinde, ben merkezci bir adamdı. Güçlü bir egosu ve bir türlü giderilemeyen bir eziklik duygusu vardı. Ölen silah arkadaşlarının karılarını eve getirip, o zarif ve hassas karısına baktırmaya kalkışmıştı. Oysa o kadınlar kolay kandırabilir, ikna edilebilir, Ca’te gibi kadınlardı. Tin ustası adamın kızıyla aynı mertebeye gelmenin, onunla aynı hanede yaşamanın sarhoşluğu onları sarmaya başlamıştı bile. Babası damadını ikaz etmişti. Kızımla onlar arasında adalet sağlayamazsın, bu sevdadan vaz geç diyerek. Kocası “onlara ne derim, nasıl olmaz derim” diye kara kara düşünürken, Tin ustasının latif kızı, tam bir letafetle çekip gitmişti bu dünyadan.

Şükürsüz insanlar kibirli insanlardır. Adları ne olursa olsun.

Mersomnesliler kendilerini korumayı çok iyi bilirler. Sırf kendileri iyi, hoş olsun diye dünya insanlarını özenle tasarımlanmış tinlerle uyutur, zaaflarını çok iyi bildikleri için onları ustalıkla kullanır, bu insanları düşük eğitim ve bilinç düzeyinde tutmaya özen gösterirlerdi.

Zaten onların en sevdiği kitle düşük gelir ve eğitim seviyesindeki insancıklardı. Tinne onlara “tirit” ismini takmıştı.

Mersomnesliler bir araya geldikleri zaman kendi yarattıkları cennete hayranlıkla bakar, erdemli davranışlar gösterebilmek için bu cenneti ellerinin tersiyle iten insancıklar hakkında kendi aralarında alaylı konuşmalar yapardı.

Cennetin sahibi tanrıysa onlar tanrıydı! Tin ustalarının tarif etmek zorunda kaldığı cenneti, onlar çoktan inşa etmiş, bahsedilen tüm hazlara çoktan sahip olmuşlardı. Dünyanın tüm kuralkaidekanunları Mersomneslilerin bu cenneti korkusuzca ve doya doya yaşayabilmeleri için düzenlenmişti.

Dünyalılara ait kutsallarını Mersomnesliler’in amaçları doğrultusunda satabilen her dünyalı da bu cennetten -kısmen- faydalanabilirdi. Dünyadaki birçok insancık, Mersomneslilerin yarattığı o korkunç cehennemde olmamak için, kutsallarını kolayca satmışlardı. Bu zavallı tiritler cennetin en alt tabakasına bile razıydı.

Namus, bu kutsalların başında gelirdi.

Vatan ikincisiydi.

Sonra da tinlerini satarlardı bu tiritler.

Eğer bir dünyalı, karısının, kızının ya da kendisinin namusundan vaz geçebiliyorsa, vatan ve tinden de vazgeçebilirdi. Bunu binlerce yıldır denemiş ve iyice emin olmuştu beyaz kanlı, yönetici Mersomnesliler.

Tinne, ömrü boyunca en çok tiritlerle muhatap olmuştu.

Bunlarla muhatap edilmenin anlamının ne olduğunu çok iyi biliyordu. Ne kadar eğitimli, iyi aile kızı ya da namuslu olursan ol, bunların yaşadığın bu dünyada hiçbir anlamı yok! Birinci mesaj buydu: “Sen değersizsin!” Bir insanın gerçek değerinin ne olduğunun bir önemi yoktu, insanların değerini belirleyen sadece Mersomneslilerdi. Onlar yüceltirse yüceydi bir insan, onlar aforoz ederse, dokuz köyden taşlanarak kovulurdu.

Cennetlerindeki rahatlarını bozacabilecek her insan bir tehditti ya öldürülür, ya da diğer insanlara ibret olması için gazap dolu bir cehenneme atılırdı. (Cehennemler de cennetler gibi çeşit çeşittir.)

İkinci mesaj ise “risk altındasın”dı. En alt tabakadaki insanların bir kukla gibi yönetilebildiğini ona gözleriyle gösterip, iyice hissettirirlerdi. “Biz bunlara her şeyi yaptırabiliriz. Haberin olsun!”

Ben Tinne’ye sormuştum, bu kişiler sana ya da bir başkasına rahatsızlık verirken, güvenlik güçlerinin müdahalesinden nasıl korunabiliyorlar, diye. Tinne gülerek yanıtlamıştı, “çok ilkel bir korunma yöntemleri var…”

Öğrendiğimde hayret etmiştim. Mersomnesliler bütün dünyada o kadar basit ve çocuksu bir sistem kurmuşlardı ki, ancak çizgi filmlerde ya da absürt komedilerde olabilirdi kullandıkları yöntemler.

O tiritler ne yapıyorlarmış biliyor musunuz, sivilislerin kullandığı bazı renkleri kullanıyorlarmış.

Sivilisler üniforma giymeyenler oluyor. Onlar sivil hayatta provokasyonlar yaparken şikayet edilir ya da suç üstü olurlarsa diye renkler üzerinden bir korunma geliştirmişlermiş. Bordo-kırmızı kıyafetler, siyah pantolon üstüne siyah kısa kollu penyeler, siyah içlik üzerine giyilmiş haki renkli, ceket havasındaki safari gömlekler gibi.

“Ha bu bizden” deyip salıverilsin ya da görmezden gelinsin, tutanak tutulmasın, tartışma esnasında haklı çıkarılsınlar falan diye.

Tinne gülerek anlatıyordu. “Abla” -bana abla derdi- “görsen gülmekten ölürsün, özellikle adresi belli olanlar korku içinde ne yapacaklarını şaşırıyorlar. İfşa olmaktan ciddi korkuyorlar. Kafalarına moşist rengi siyah bir örtü, sırtlarına hamasi renk bordo bir bluz takıp balkona çıkıp oturuyorlar, balkon demirlerine de javudi rengi sarı torbalar, bezler falan bağlıyorlar. Belli ki ülkemizde çok acayip bir konsensus var. Her tarafa işaret çakarak kendilerini koruma altına alıyorlar.”

“Konsensus ne ki” diye sorduğumda, gülmekten tıkanarak cevap vermişti: “Konsensus! Ben konuşayım sen sus!”

Tiritler sayıları en fazla olan, hiyerarşik piramitin en alt tabakasını oluşturan tabaka. Ailelerinde, ya da kendi geçmişlerinde utanılacak bir şeyler vardır. Toplumsal statülerini bir takım kötü olaylar nedeniyle kaybetmişlerdir. Söz gelimi adi suçlular en sevdikleri kesimdir Mersomneslilerin. Bunlar etraflarından intikam almak, kaybettikleri onurlarını geri kazanmak için her şeyi yapabilirler. Mersomnesliler onları cennete kabul ettiklerinde, görgüsüzce bir gösteriş içine düşerler.

Tiritlerin akıllı olmasına bile gerek yoktur. Emirleri sorgulamadan uygulayabilmeleri yeter şarttır. Deli raporu olanları azımsanmayacak sayıdadır.

Onlara çok ilginç komutlar verilebilir. Git şunun üzerine kus, ya da git şu dükkanın orta yerine dışkıla gibi.

Aforoz edilmiş, cennetten kovulmuş, cehenneme girmesine karar verilmiş bir insana neler yapılır neler! Artık o kişiye bu dünyada rahat yoktur.

Uçakla yolculuk yaparken hep düşünmüşümdür, dünyada onca yer varken neden bu insanlar hep bir yere öbeklenip böyle alt alta üst üste bir hayat sürer diye. Belediye hizmetlerinden yararlanmak ve güvende hissetmek ilk akla gelen yanıtlar.

Aslında insanların en az güvende olduğu yerlerdir bu toplu yaşama alanları, onları kontrol altında tutmak ve manipüle etmek son derece kolaydır.

İstenen desteği göstermemiş yerleşim yerlerinde yaşayan insanlara belediye hizmetleri de gitmez, güvenlik koşulları da yeterli şekilde sağlanmaz.

Ne yazık ki dünyada yönetimi ele geçirmiş olan Mersomnesliler bu dünyanın en son güveneceği varlıklardır. Kendilerinin çok dikkatli şekilde kullandıkları o akıllı sistemlerin hepsi, bizim daha kolay yönetilmemiz içindir. Savaşmayı çoktan bırakmış ve teslim olmuş bir insanlığın yapacak bir şeyi kalmamıştır artık.

Babasının getirdiği tinin akıbetini tahmin eden ustanın kızı, doğurduğu çocuklara hep savaş ismini takmış, ama babasının itirazı ile her seferinde değiştirmek zorunda kalmış. Sonuçta o tin de kısa bir zaman içinde Mersomneslilerin eline geçmiş. Böylece sonuncu tin de saraylarda oturanların saltanatına saltanat katmak için kullanılmış.

Savaş adını taktığı çocuklara ne mi olmuş, ustanın kızı bu dünyayı terk ettikten sonra, birçok hileyle öldürülmüşler.

Tinne, bana, o kadının, çocuklarının koruyucusu olarak dünyaya sık sık geri döndüğünü, çocuklarının ve sevdiklerinin intikamını eninde sonunda aldığını ve daha da alacağını söylemişti.

Ben Tinne’nin basiretine güvenirim. ferasetine de. Bu kelimeler ne anlama geliyor bilmiyor olabilirsiniz, şöyle söyleyeyim, doğru ile yanlışı ayırt etme kabiliyeti ile öngörü. O tam bir kaptan bence. Hayat denizinde, beden gemisini, gördüğüm en akıllıca yürüten bir kaptan. O da tıpkı tin ustasının kızı gibi düşünür: “Gemilerimiz her daim teyakkuz halinde olmalı” der. “Çünkü dünya, dünyalılar tarafından yönetilmiyor.”

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik

– 16 – İlk Kraliçe

İLK KRALİÇE

Şimdi herkes “havalı” olmak derdinde. Herkesin burnu bir karış “havada!” Kraliçeler, krallar dolu ortalık. Düğünlere derneklere bakın, herkes yüksek bir koltuğa oturup, ışıltılı elbiseler ve mücevherler içinde süzüm süzüm süzülmekte.

Oysa Tinne’nin mezarlık arkadaşlarının anlattığı hikayedeki “ilk kraliçe” öyle miydi ya?!.

Tinne sayesinde neler öğrendim ben neler… Tinne ile oturup kalkanlar, çok şey öğrenirler. Sonra da Tinne’yi beğenmez olurlar. Onun yönlendirmeleri ile bir yerlere gelir, bir şeyler olurlar. Gözleri açılır, ufukları genişler, Tinne’yi nasıl ezip geçsek diye planlar kurmaya başlarlar.

Ben ona defalarca söyledim, bilgini, ilmini bu kadar cömertçe saçma, diye. Ama bizim kız illa bildiğini okur! “İlmime güveniyorsanız, cömertliğime de güvenin!” der, kestirir atar. Aslında haklı, bana anlatmasaydı ben de size anlatamazdım…

O kimleri kimleri yetiştirdi, kimlere kimlere şifa dağıttı. Kimlerin tıkanmış kanallarını açtı… İnsanları, saplantılardan, takıntılardan kurtarmada üstüne yoktur.

Moğolistan’daki dağın eteklerinde bir yurt varmış. Oba yani. Bugünkü tabirle büyücek çadırlar. Hakan ve hanımı o yurdun anası babası gibiymiş. Hakan’ın eşi “ben hânım” falan demez, hep hizmet edermiş. Sofralar kurar kaldırır, bir dakika boş durmazmış. Titizmiş de biraz.

Hakan, karısının ne kadar fedakâr ve yumuşak tabiatlı olduğunu bildiğinden, kendisinin yokluğunda ona eziyet edilmesin diye karşıdan bakıldığında obanın görünüşüne benzeyen bir başlık yaptırtmış kadınlara. Bir küçük çadır, ortada büyük direkli çadır, sağdaki gene küçük çadır.

Uzun yola gideceği bir seferinde herkesi etrafına toplamış. Başlığı alıp hanımın başına oturtmuş. “Bu hatun bana bu oba gibi kutsaldır, bu oba da bana hatunum gibi kutsal. Bilesiniz.”

Karısına bu başlığı başından hiç çıkartmamasını istemiş. Gelen giden seni ayırt etsin, demiş. Çünkü onu ilk defa görenler, anlı şanlı Hakan’ın yiğit karısı olduğuna inanmıyorlarmış.

Zaten ufak tefek, masum yüzlü bir kızcağızmış. İhtiyarlara, çocuklara hiç kıyamaz, onlara özenle, bizzat hizmet edermiş. Böyle olunca da düşmana korku salan o kadının, bu kadın olduğuna inanası gelmezmiş insanların.

Yabancılar, misafirler çadırdan içeri girip etraflarına bakar, Hakan’ın vekilliğine hep başka hatunları yakıştırır, onların yanına doğru seğirtirlermiş. “Hânımız işte burada” dediklerinde hayal kırıklığı olurmuş insanlarda.

Güzelliğine diyecek yokmuş ama fazlaca hürmetkar, hatırşinas, misafirpervermiş sizin anlayacağınız. “Tanrı misafir kılığında gelir” der, başka şey demezmiş. O da inatçıymış Tinne gibi.

Böyle iyi ve güzel insanların, bu kadar “dediğim dedik, çaldığım düdük” olmasına ben üzülüyorum doğrusu. Yazık oluyor onlara.

Ama böyle olmasalardı dünyada iyilik kaim olabilir miydi?

Aslında dünyada iyiliğin ve iyilerin var olduğu konusunda benim zaten ciddi şüphelerim var. Bu tür “öncü iyiler”in bin bir zorlukla kurduğu, tesis ettiği düzenin üzerine sonradan gelip kötüler kuruluyor, üstelik yeni bir çember yaratıp, hemencecik krallık ve sömürü sistemini oluşturuveriyorlar. Bakınız Muaviye’ye.

Hani Fatma, hani Hasan, hani Hüseyin?

Fatma da etrafına bilgi saçan mübarek bir kadındı. O da temiz, titiz, mütevazı, hizmet ehliydi. Herkes, “Ali şöyle dedi, böyle buyurdu” der durur, bilmezler ki Ali eşinden öğrenir, öğrenir, anlatırmış.

“Kurb-i sultan âteşi suzan” derler. Sultana yakın olan ateşe de yakın olur, demek.

Öğrendiğin ilmin, aldığın hizmetin hakkını vermelisin. Hakkı ödenmez bir hizmetse de hiç olmazsa nankörlük etmeyeceksin! Ben bunu bilir, bunu söylerim.

Tinne’den faydalanıp faydalanıp, hainlik ya da nankörlük edenlerin sonunu ben kendi gözlerimle gördüm, kimselere (düşmanıma bile) tavsiye etmem.

Önceki Sayfa   Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik