– 33 – “Tartaryan Show” Kanlı Bitecek!

“TARTARYAN SHOW” KANLI BİTECEK!

– Bu sokak benim! Anladın mı! Kuş uçmayacak! Her yer kontrol altında olacak. Ben bu filmin yönetmeniyim, buranın tanrısı benim! Bu karıyı Truman yapacağız!

 

-Abi o ne? 

 

-Cahilsiniz olum! Bir halttan anladığınız yok! Yaz Dogıla da öğren!

 

-Ne yazacağız, tu-ru-mağn… 

 

-Yaz. “Truman Show.”

 

-Yazdım abi. (Çocuk, bulduğu sayfaları hızlı hızlı okumaya başlar.)

 

Hah, burayı tam da öyle yapacağız. Figüranlar kullanacağız. Ama, bak, ne olacak biliyor musun? Yerli halk, figüran olacak. Karı kafayı yiyecek! Nereye baksa ben olacağım. Nereye dönse ben. Her yerde ben. Benden kaçamayacağını görecek o or…

 

-Bir dakika abi. (Çocuk ayağa kalktı, karşı binaya, Tinne’nin evine bakarak, konuşmaya devam etti.) Biz burada oturup onu izliyorduk… Değil mi?.. (Dura dura konuşuyordu.) Adım adım takip ediyorduk… Değil mi abi?.. Ne sever, neyden hoşlanır? Nasıl bir dünyası var? Bütün bunları sen ona kendini beğendirebilmek için öğrenmek istiyordun. Babanın amcalarının hatrına biz de yardım ediyorduk… Değil mi?.. Abi, olay şimdi başka bir boyuta mı geçti?

 

-Tüküreceğim şimdi, boyutuna da sana da! Karı gitti başkasıyla evlendi, cezasız mı kalsın?

 

-Kimle evlenecekti abi? 

 

-Sokacağım şimdi ağzına pırasayı…

 

-Abi, kadının senden haberi bile yok! (Çocuk terbiyesini bozmadan isyan ediyordu.)

 

-Bekleyecekti ulan! Beni bekleyecekti! Anladın mı? Ben nasıl bekliyorsam, o da bekleyecek! Bundan böyle, işte böyle!

 

Çocuk şaşkınlıkla Tartaryan’a bakıyordu.

-Yaa… Di mi abi? Ne güzel sabah akşam izliyorduk, eğleniyorduk? Kültürleniyorduk. Yaptığımız kayıtları satıp parayı kırıyorduk? Kızdan birçok şeyler öğreniyorduk, biz de seviye atlıyorduk, kendimizi geliştiriyorduk, aydınlanıyorduk… Hepimiz hayrandık ona abi? Ne oldu, şimdi orospu mu oldu kadın? Abi, biz onun sırtından geçiniyoruz! 

Çocuk haykırıyordu. Uzun zamandır bir şeylere sabrettiği belli oluyordu. Delikanlının haykırışı, isyanı, Tartaryan’ı iyice zıvanadan çıkarttı. Üstüne saldırıp yumruklamaya başladı. Çocuk kafasındaki kulaklığı fırlatıp attı, kapının arkasında asılı olan ceketini askıdan alıp, Tartaryan’a son sözlerini söyledi.

 

-Ben yokum abi. Evli barklı kadını izlemek, dinlemek bana uymaz! 

 

-Öyleyse, defol git!

 

Çocuk tereddütsüz çıktı gitti. Kapanan kapının üzerine Tartaryan tarafından bir sürü şey atıldı.

 

Yercesine içtiği sigaradan derin bir nefes çekerek evin içinde voltalamaya başladı. Sakinleşmek için ettiği küfrün bini bir paraydı.

 

———

O sırada Agarika’nın güneyinde bir yerlerde, kapalı kapılar ardında iki adam konuşuyordu. Şunu bilmenizi isterim ki, Tinne’nin hikayesinde herkes izlenmekte, takip edilmekte ve kaydedilmekteydi. O yüzden kayıtlarımıza, ileri geri yaparak göz atabiliyoruz.

Şimdi, çok zengin ve güçlü insanlar oldukları belli olan iki kafadara kulak verelim:

  Moşemoş: Ayin için bundan daha iyi bir ikili olamaz!

Çarli: (Önündeki satranç tahtasındaki taşlara dokunarak…) Beyazların şahı Tinne, siyahların şahı Tartaryan.

Moşemoş: Ben en fazla üç yıl veriyorum. 

Çarli: Üç yılda dönüşür, diyorsun?

Moşemoş: Ya dönüşür ya da… (Eliyle gırtlağını kesme hareketi yaptı.) …ölür. 

Çarli: Adam doğal yetenek.

Moşemoş: Unutma o da dönüştürülmüştü. 

Çarli: Bundan daha iyi bir katil bulamazdık. Bu kadına saplantısı var.

Moşemoş: Tetikçiler böyle olmalı. Cezai ehliyeti olamayacak kadar kafayı üşütmüş olmalılar.

Çarli: Kadın evlenince tam anlamıyla koptu bizimki.

Moşemoş: Mis gibi bahane de var artık. İnan, bu av çok heyecanlı olacak!

Çarli: Kadın salak ama. Salyangozlarla konuşuyor. Küçüklüğünden beri hayal aleminde. Etrafına bakmıyor, kendi dünyasında yaşıyor. Çok kolay bir av gibi geliyor bana. Daha dişli bir şey seçmeliydik. Annesi dişliydi, savaşçıydı, dayanıklıydı. Epey eğlenmiştik.

Moşemoş: Eğlenmiştik ya! Ne günlerdi. O kadını bile kaç kere intiharın eşiğine getirdik. Denemişti de bir kere. Ama olmadı ne yazık ki… Babası tam bir şeytandı! 

Çarli: (Bir kahkaha patlattı, elindeki içki döküldü.) Şeytan papaz!

Moşemoş: Bayılıyordum ona! Çok ilham vericiydi. 

Çarli: Tartaryan da fena değil, bakma sen. O da şeytana pabucunu ters giydirir.

Moşemoş: Yardım etmemiz lazım ona. Çok cahil. Peder kültürlüydü, zekiydi, yaratıcıydı. Adam sanat eseriydi kardeşim!

Çarli: Bir şey diyeyim mi, sen ona gönlünü kaptırmışın kardeşim!

Moşemoş: Ne yalan söyleyeyim, aşıktım pedere. Fena karizmatikti. Bu kavruk bir şey. 

Çarli: Peder tanrı gibiydi!

Moşemoş: Biz de bir karar verelim kardeşim. Peder şeytan mıydı tanrı mıydı? 

Tam burada birbirlerine el şakası yaparak kahkahalarla güldüler.

Çarli: Zaten bizim tanrımız şeytan değil midir kardeşim! Benim tanrımdı “yakışıklı peder”! 

Çarli gözlerini süzerek iç geçirdi.

Moşemoş: Tinne’nin annesi de babası da iyi iş çıkardı. Göreceksin, Tinne de iyi bir av yaşatacak bize! Doğuştan av, doğuştan kurban!

Birbirlerinin zekasına, espri gücüne hayran bu adamlar kardeş değildiler. Kardeşten bile öte bir şeydi onlar. Sırdaştılar, paydaştılar, suç ortağıydılar. Suç ortaklığı en sağlam bağdır.


 

Aradan yıllar geçip, Tinne kendisine sunulan kayıtları iyice inceledikten sonra, sonuçları yaşadıklarıyla, tecrübeleriyle de birleştirerek şöyle bir rapor hazırladı:

Benimle iletişimde bulunurlarken KULLANDIKLARI LİSAN! 

-Psikolojik Şiddet

-Dolandırıcılık

-Hırsızlık

-İftira

-Sık sık kovulma

-Refüze edime

-Yok sayılma

-Sorgulama, sürekli kendimi savunmak zorunda kalacağım şekilde suçlama

-Kınama

-Dedikodu

-Kullanma, karşılığını vermeme.

-Taciz

-Röntgencilik

-Ayin malzemesi olarak kullanma

-Yalnızlaştırma

-Sahip olduğum şeylerimin elimden bir bir alınması

-Sokaklarda, yolda, yolculukta ısrarlı takip, domuz kovalar gibi kovalama

-Lafla sataşma, bakışla taciz

-Alay edilerek aşağılama

-Taklit etme

-Yok sayma

-Kötü, rahatsız edici sesle iletişim kurma. (Duvara, yere, darbelerle, motor homurtusu ile, rahatsız edici makine sesleri ile)

-Tuzak kurma

-Etrafımdaki insanların bana karşı kışkırtılması

-Hayatıma sürekli provokatör yerleştirme denemeleri.

 

——-

FAİL VE SUÇ ORTAKLARININ TANIMI:

İğdiş edilmiş ruh: Trajik geçmişleri vardır. Küçükken taciz edilmiş, cinayet görmüş olabilirler. Ailesi dağılmış, yetimhanede yetişmiş olabilirler. Ensest yaşamış ya da tanık olmuş olabilirler. Savaş, sürgün çocuğu olabilirler. Bu tür katilleri ve suçluları bunları yaşamış çocuklardan devşirmektedirler.

Merhametsiz: Kötü muamele ile yetişmiştirler. Sevgisiz ortamda, şiddet görmüş olarak.

Kıskanç: Şöyle bir iç sesleri vardır: “Her şey benim olmalı, çünkü ben doğuştan üstünüm, tanrı her şeyi benim için yarattı.”

Doymaz: Her şeyi ama her şeyi isterler. Gördükleri bütün güzel, parlak, üstün olan her şeyi.

Açgözlü: “Onu da, bunu da, şunu da.”

Fırsatçı: Kendini kurnaz sanma, imkanlar ve yetkiyi sınırlarına kadar, hatta sınırları da geçerek kullanma. Suistimal. İhlalcilik.

Bağımlı: Yapay, hakiki olmayan, kurgu, taklit bir dünyada yaşamaktadırlar. Bunu kendilerine tahammül edilir kılmaları gerekmektedir. Muhakkak bazen rahatlatıcı, bazen enerji verici, kendilerini üstün hissettirecek ve öyle gösterecek maddelere ihtiyaç duyarlar. Ayrıca güzel görünme, genç görünme kaygıları da olduğu için metabolizmayı hızlandıracak maddelerden asla vazgeçemezler, kısa sürede bunların bağımlısı olurlar.

Korkak: Şiddetli ölüm korkusuna sahiptirler. Sahip olduklarını kaybetme korkusu da bunu katmerler.

Kaypaklık: Ben merkezci oldukları için daima sadece kendi çıkarlarını korurlar, asla diğerkâm değildirler, Allah’tan korkmaz, kuldan utanmazlar… Yani onlara asla güvenilmez, ipleriyle hiçbir kuyuya inilmez.

Sabırsız, fevri: Doymazlığı, açgözlülüğü, tatminsizliği onları sürekli arayışa iter. Güvende hissedememe hali de hareket etme isteklerini tetikler. Sanki “huzursuz bacak sendromu” yaşıyor gibidirler.

Egoist: Tanrı, tanrısal, kutsal, mübarek vs hissettikleri için her şeye hakları olduğunu savunurlar. Onlar özeldir. Seçilmiştir. “Görevlidir”. O kendisinin hizmetçisi gibidir. Her an kendisine hediyeler, mükafatlar sunar. Kendi mabedinde her an kendisi için birini bir şeyleri kurban eder. Kendine birilerini, bir şeyleri “ısmarlar”, “peşkeş çeker”.

Kibirli: Şeksiz şüphesiz en üstün odur.

İddiacı: Herkes onun üstünlüğünü, haklılığını, özel oluşunu kabul etmelidir. Bu insanlar, bunun bir yansıması olarak bahis oynamayı çok severler. Şans oyunlarına tutulmaları çok kolaydır. Hep, “bir gün çok büyük kazanacaklarına” inanır, “son gülen, iyi güler” diyerek, bir gün herkese nasıl had bildireceğine emin olduğunu belli eder. O bir gün bir türlü gelmeyebilir.

Asalak: Etrafındaki herkes ve sahip olduğu her şey, ona hizmet etmelidir.

Sömürü: Kendileri hakiki olan hiçbir ulvi, asil şeye sahip değildirler. Ilginçtir tabiat da pek onlardan yana değil gibidir. Büyük zenginlikler, kaynaklar onların yaşadığı topraklarda onların istediği düzeyde bulunmaz. Kendileri de tanrı vergisi üstün yeteneklere, güzelliğe, göz alıcılığa sahip değillerdir. Ama hırsları sınır tanımaz. Ne yapar eder güzelliklere, kaynaklara sahip olurlar. Onlarda olan ve diğer insanlarda olmayan özellik tam olarak budur. Çalma yeteneği.

Vicdansızlık: Vicdanları her daim müsterihtir. Onlar doğuştan haklıdır. Hatta hayat hikayelerini dinleseniz onlara acır, muhakkak ağlarsınız. Mağdur, mazlum ve masumdurlar. Dikkatli bakarsanız, empati yoksunu, duygusuz bir insanla karşı karşıya olduğunuzu görebilirsiniz.  

Vatan haini: İçin için vatanlarından nefret ederler. Çünkü vatanın kendinden büyük bir şey olduğu ve başkalarına da ait olduğu gerçeği ile sık sık yüzleşmektedirler. O yüzden onun da tek sahibi olmak isterler. Vatan mefhumu, kendisinden başka bir tanrının olduğunu ona hatırlatan bir varlıktır. Tek başına da sahibi olamayacaktır, öyleyse üleşmelidir. Bulunduğu yerde “komprodor” olma imkânı varsa muhakkak olur.

Her şeyi satabilir: Bu “satış” işinin, sınırsız harcamalarına gerekli olan finansmanı sağlayan bir şey olduğunu çabuk keşfeder. Daha çocukken evde bulduğu şeyleri üç kuruşa okutarak başlar bu işe.

YALANCI: Ustası olduğu yegâne konudur, diyebilirim. Esas zanaatı budur.

İKİYÜZLÜ: Kandırmak için iki yüzlü olmak gerektiğini de çok erken yaşlarda öğrenir. Zaten bu tabiat ona ailesinden geçmiştir. Onların iki yüzlülükle; toplumsal mevkiler, saygınlık ve zenginlik kazanmalarına şahitlik etmiştir. Babası, anası bu hususta onun ilk yol göstericileridir. Annesi babasını mütemadiyen aldatmış çocuklarda, babası annesini mütemadiyen aldatan çocuklarda görüldüğünden daha fazla görülür bu iki yüzlülük.

Ezberci: Hakiki olan hiçbir niteliği yoktur. (Yukarıda belirttiğim yalancılık ve iki yüzlülük haricinde.) Bu yüzden, bakarak öğrenmesi, ezberlemesi gerekir.

Özgün olmayan: Çalar. Olmak istediği kişiliği bile.

Taklitçi: Bu hususta her geçen gün daha da ustalaşmak durumundadır. Buna mecburdur. Sürekli beslenmesi gerekir. Kendini besleyebileceği, güncelleyip, tazeleyebileceği, yenileyebileceği, yani kanını emebileceği birine ihtiyacı vardır. Kendisi özgün düşünce üretemez. Çocukken ezberlediği şeylerden başka kendini geliştirmeye yönelik bir şey yapmayı da bilmez. Başkalarına özenir. Daha parlak, daha güzel, daha akıllı bulduğu başkalarına… Onları taklit edebilmek, onlara benzeyebilmek için her şeyi yapabilir.

 

Özür dilemezlik: Bu durum, yani özür dilemek ya da alttan almak, onun mükemmelliğine gölge düşürecektir. Ama enteresandır, zorda kalırsa ayak bile öper, diz de çöker, secde de eder. Şahsiyeti, onuru yoktur, kibri vardır. Onursuz bir insan olduğu için korkuları tetiklendiğinde geri adım atmış gibi yapacaktır. Ona inanmak ölümcül bir hatadır.

O her daim suçludur. Kendi ölçeğinde bir suç makinesi gibidir. Hırsızdır. Mobbingçidir, aldatıcıdır. Tacizkar, tecavüzkardır. Ama tanrılık imajını temiz ve parlak tutmalıdır. Bu yüzden kurduğu bütün düzenek, her daim haklılığını, masumluğunu ispatlamak içindir.

DEMOGOG: Laf cambazlığı. Üste çıkma, yaptığı hatayı, işlediği suçu, günahı, olduğundan başka gösterme, allama pullama, ustası olduğu işlerdendir. Onlarla konuşarak anlaşma gayreti içinde olmak, labirentte kaybolmak gibidir.

——-

Karşınızdakiyle hangi şekilde iletişim kurmak isterseniz isteyin, onun anlayacağı dili öğrenmeden bunu gerçekleştiremezsiniz.

Düşmanınızı iyi tanımadan savaşa girmemelisiniz.

Bunun için mikro savaşlar tanzim edilir.

Antik çağlardan beri, düellodan, bölgesel çatışmalara kadar, bir takım küçük ölçekli sembolik savaşlar, büyük bir savaşa girmeden önce, usta taktisyenler tarafından kullanılmış yöntemlerdir. Tinne, cadılar için yaptığı çalışmada, işe düşmanın “karakter analizini” net bir şekilde yaparak başladı.

Ha, bir de, onların hangi dilden anlayacağına karar vermelilerdi.

Ölçek kısasa kısas mı olmalıydı, yoksa savaşçılarına sınır koymasa daha mı iyi ederdi?

Bunu Nabustannezar’la görüşecekti.

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik

– 27 – Kurtulmuşlar

KURTULMUŞLAR

İlk kurşunu atmadan önce çok düşündü Tinne.

Nereye nişan almalıydı?

Askerlikte en önemli şey hedefi onikiden vurabilmek miydi?

Bu kadar basit olamazdı.

Tinne, askerlik her şeyden önce doğru tarafta olmaktır, derdi. “Ondan sonra da doğru yere nişan almak gelir.”

Doğru taraf “hak”kın, haklının tarafıdır. Doğru hedef ise dünyada bulunmaması gereken kim varsa odur. O kadar çok iyi taklidi yapan kötü, güzel görünümlü çirkin, namuslu namussuz, mağdur zalim görmüştü ki keskin nişancılığın, hedefi doğru saptamaktan başlaması gerektiğini savunur olmuştu.

O, tek başına orduydu. Emir veren de kendisiydi emri uygulayan da.

Tımar-evine kendi ayaklarıyla, tıpış tıpış gitmesinin nedeni buydu. Dost görünümlü hainleri saptamak. Mübarek vasıflı lanetlenmişleri bulmak.

Aşık taklidi yaparak oyuna girmeye çalışan biri varsa maşuk taklidi yaparak onu oyuna almalısın. Oynasın bakalım rolünü! Madem spotların altında, sorgudaki tutuklu gibiydi. Işıkların altında onu tek başına dans ettirip yuhalamaya hazırlanan ne kadar oyun kurucu varsa, hepsini tek tek bulunduğu yere çekmeyi başarmalıydı.

Nitekim yaptı da. Etrafındaki herkesin kiralık oyuncular olduğunu hemen anlamıştı. Burada para eden kendisiydi ve oyundu. Geri kalanların bir kalemde çöpe atılabileceğini biliyordu. Onların gerçek yüzlerini ortaya çıkartabilirse, bu oyuna para yatıran “seyirciler”in tadı kaçacaktı ve onları bir daha asla ortalıkta görmek istemeyecekti. Ayrıca “yürütücüler” oyundaki kişilerle kendi aralarındaki bağlantının ortaya çıkmasını elbette istemezlerdi. Böylesine insanlık dışı, alçakça ve hiçbir gezegende ahlaki bulunmayacak bir oyunun katılımcısı olarak bilinmeyi kim isterdi?

Siyah kısa kollu formalar giyen bir takım sahne insanları burunları havada gezebiliyorlarsa, bu oyunun şakşakçısı oldukları içindi. O kadar büyük, o kadar büyük bir oyundu ki bu, Tinne’nin burnunu silip attığı mendilini bile yerden alıp götürüp “katılımcılara” satıyorlardı.

Tinne o yüzden peşindeki bu “oyuncu” kitleye “dev sümüklü böcekler” adını takmıştı. Hepsi bu dünyada iz bırakmak istiyor ama kendi özgün sözlerini bulamadıkları için Tinne’nin hayatından, Tinne’nin bilgeliğinden beslenmeye, daha doğrusu çalmaya uğraşıyorlardı.

Tinne çok kısa zamanda, tabi yaptığı deneyler sayesinde, yaşadığı ülkedeki tebaanın birbiriyle çok hızlı bir yöntem kullanarak haberleştiğini çözmüştü. Çünkü, takip edildiğini anlayınca, şehir içi ve şehir dışı ani ve habersizce seyahatler düzenlemiş, nereye ve nasıl giderse gitsin takip edenlerin her an her yerde olabildiklerini görmüştü. Anlık, spontane yer değiştirmelerinde bile bu durum değişmemişti.

Elde ettiği sonuçlar şunlardı:

“Bunlar birbirleriyle haberleşiyorlar.”

“Her yerdeler.”

“Çok kalabalıklar.”

Büyük bir örgütle karşı karşıya olduğundan emindi. Onların global bir patronları olduğundan da.

Dilfon! dedi, yüksek sesle, bir sabah sınırda bir otelde kahvaltı ederken. Karşısında Ağrı Dağı vardı. 

Herkeste olan haberleşme aracı dilfondu. Kimsenin bilmediği özel bir uygulama kullanıyor olmalılardı.

Bunu kullanabilmek için de polisin göz yumması gerekliydi.

Onunla ortada sıçan oynadıkları, delirterek öldürmeye karar verdikleri çok açıktı.

Önce çocuklarımı sağlama almalıyım, dedi.

Yakın ya da uzak bütün dostlarını, tanıdıklarını bir şekilde kendinden uzaklaştırdı. Bunun için deli taklidi yapmak en kolay yoldu.

Deli taklidine başlamadan önce kurtulmuşları götürüp sarayın bahçesine bırakmalıydı. Kurtulmuşlar onu en sık arayan, evine gelen, üstelik de çok meraklı insanlardı. Bu işler onların küçük akıllarının alabileceği işler değildi. Düşündü, bu canlıların en çok istedikleri neydi? Saray! Hemen, onlara saraya giden yolu açtı: Kurtulmuş abinin ve kurtulmuş ablanın ellerinden tutup Tartaryanların köşküne götürdü. Kumsal Hanım’ın özenli misafirperverliğiyle karşılandılar. Kurtulmuşlar her şeye hayran oldular. Ekru oda takımına, ipek fularlara, köşkün önünden akan cennet ırmaklarına, bahçedeki fıskiyelere, kapının girişinde duran ağzında ampul yanan aslan heykellerine.

Kısaca mest oldular.

Tinne “bunlar da tamam” dedi, oradan çıkarken. Aklındaki yapılacaklar listesinden bir işin daha üzerini çizmişti.

Önceki Sayfa  Sonraki Sayfa

 

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik

– 17 – Tımar-Hane

TIMAR-HANE

Batı ile Doğu’nun tam ortasında, diyeceğini dedikten sonra, Tinne’nin kalemini kırdılar.
Çünkü, bildiklerini anlatmasından korktular.

Önce delirtip sonra kaybedelim, dediler. “Adı deli olsun da söyleyeceklerinin hükmü kalmasın. Ortadan kaybolsun, o sağ oldukça bize uyku yok!”

Biliyor musunuz, dünyanın bir yerlerinde böyle insanlar var! Toplanıp kendilerine has kostümler giyiyorlar ve kendilerini Tanrı sanıyorlar. Çocukken kol kola girer “dan dan dan, geliyor vatman, çekilin yoldan” diyerek, ona buna çarpa çarpa kendimize yol açardık. Bu adamları hep vatmancılık oynayan çocuklara benzetiyorum.

Silahını göstermeyeceksin, gösterdin mi gereğini yapacaksın, gereğini yaptın mı asla sağ bırakmayacaksın.

Düşünün iki dövüşçü var. Güçlü ve iri olan, kendini gizlemek ve hiç iz bırakmamak zorunda, ayrıca canı da çok tatlı, bir yerine bir şey olmasından ödü kopuyor. Bunun için de maşalar, sopalar falan kullanıyor.

Ufak tefek, güçsüz ve korunaksız olanın ise kaybedecek hiçbir şeyi yok. Kendini gizleme gibi bir derdi de yok.

Sizce hangisi yener?

Kaybedecek bir şeyi olmayan ya da kalmayandan çok korkacaksın.

“Görünmeyen ve iz bırakmayanlar”la dövüşürken önce size deli derler. “Yahu bu niye durduk yere hoplayıp zıplıyor, havaya yumruklar atıyor?” diye düşündükleri için…

Eğer dayanıklı olursanız, göreceksiniz ki o güçlü korkaklar iz bırakmaya başlayacaklar. O izler sizin deliliniz, kanıtınız olacak. Ama bilin ki çok yara alacaksınız.

Tinne kimseye zarar vermek istemediği için gitmiş bir ağaç kovuğuna saklanmıştı. Onu oradan çıkartmak için kızını kullanmaya karar verdiler.

Çünkü artık herkes gerçek yüzünü göstermişti. Tinne’yi kızından başka kimse oradan çıkartamazdı. Bunu hepsi biliyordu.

Orantısız bir savaşın içindeyseniz, dayanıklı olmaktan başka çareniz yoktur. Yenilmeyecek, yıkılmayacak, sabredeceksiniz. Bu süre size karşınızdakilerin gücü, kapasitesi, ilişkileri, yöntemleri konusunda bilgi verecektir. Şiddetin dozundan ve tarzından çok şey çıkartabilirsiniz. Amaçlarını, öfkelerinin niteliğini, dolayısıyla korkularını anlarsınız.

Saldırganlığın altında sadece öfke var sanıyorsunuz değil mi? Bu çok yüzeysel bir yaklaşım olur. Bir alt katman öfke, evet, ama daha altındaki şiddetli bir korkudur.

Ganimet elde etme de diyebilirsiniz. Savaşlar ganimet için zannedilir. Neden sizdekini istiyor? Neden sizin sahip olduğunuz şeyi istiyor? Çünkü sahip olduklarınıza sahip olursa, sizin gibi güçlü, özel, değerli vs. olacağını sanıyor.

Bu dünyada hiçbir şey çalınabilir değildir. Bir gün her şey asıl sahibine gider. Belki de çalan asıl sahibidir, bir de öyle düşünün.

Tinne, birileri ondan bir şey kapmak, kopartmak, yürütmek vs. istediğinde hiç zorluk çıkartmaz, neredeyse kendi verir.

Çünkü bilir, hiçbir şeye zorla sahip olunmaz.

Neye sahip olmayı tercih etmelisiniz biliyor musunuz, hakka. Hak sahibi olmaya. Özellikle de helal etme ya da etmeme makamı olmaya. Hak sahibi olan, Hakkın ta kendisi olur.

Bırakın çalsın. Bu sizi onun “Hak”kı yapar. Bir sözünüzle onu sonsuza kadar zindana sokma hakkına sahip olmak ne demektir, onun tanrısı olmak demektir. Bed ya da güzel dua etme hakkı… Bu büyük güçtür.

Bu yüzden dullar, yetimler, öksüzler, garipler, Allah’ın şubeleri gibidir. Her birini Hızır makamında görmeli, kötü duasını almaktan kaçınmalısınız.

Biz Tinne’yle, zorla helallik alanlara gülüyoruz. Allah’ı kandıracaklar sözüm ona, diyoruz.

Gönül nedir bilmiyorlar ki… Gönül her zaman dille aynı şeyi söylemez. Ne acayip, Farsça da dil, gönül demek. Şu Farslar ne derin insanlar.

Gönülleri kapmak, yürütmek en üstün zanaattır ki bütün hırsızların piri diye ona derler.

Tinne, hırsızların piridir. Her şeyini çalmaya çalışanlar gelmişken, bari ondan zanaat öğrenselerdi!

Neyse, Tinne’nin kızını önce bir güzel şekere alıştırmışlar. Sonra da “sana şeker parası vereceğiz” diye kandırmışlar. Hem de anneannesi ve üvey dayıları olacak Yezidler yapmış bu mel’un işi. İki cihanda huzur bulamasınlar!

Maes ağaç kovuğunun dibine gidip annesine fısıldamış, “annecim, çok özledim, çık seni bir kez göreyim” demiş. Annesi çıkar çıkmaz, kafasına çuvalı geçirip tımarhaneye tıkmışlar.

Maes de bir yandan ağlayıp, bir yandan kanayan yüreğini tutarak şeker almaya gitmiş.

Tinne ve iki çocuğuna fena halde giriştiler, size o kadar söyleyeyim.   

Sadece Tinne’nin değil çocuklarının da ortadan kaldırılmasına karar verilmişti.

Önceki Sayfa  Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik