– 47 – “SOYUNU DA ÇALALIM!”

 

– 47 -“SOYUNU DA ÇALALIM!”

“Biz daima kazanırız!”

“Evet kardeşim” dedi Çarli kadehini doldururken.

Oysa Moşemoş bugünlerde kaybeden gibi gözüküyordu. Ülkesi savaşa girmişti ve hiçbir şey planlandığı gibi gitmiyordu. Zaten savaşa planlandığı gibi girememişlerdi. Evet, kazanıyor, karşı tarafa ağır kayıplar verdiriyorlardı ama tüm dünyayı karşılarına almışlardı. Artık hiçbir propaganda yöntemi işlerine yaramıyordu. Kaldı ki kendi halkları bile isyan etmeye başlamıştı. Çünkü kendileri de beklemedikleri ölçüde kayıp vermekteydiler. Moşemoş düşünceliydi o yüzden. Türkeli arenasında gerçekleşen maçın gidişatından güzel haberler alıp keyiflenmek, yeni bahislere para yatırmak istiyordu. İyi bir bahisçiydi Moşemoş. Tinne’yi çok iyi tanıyor, bu yüzden genellikle bahislerden kazançlı çıkıyordu. Grupta “Tinneci” olarak biliniyordu.

“Bizimkiler yeni bir kampanya başlatıyorlar sana onu haber vermek istedim.”

“İş konuşmadan önce biraz gevşeyelim kardeşim. Bak bu hayat suyu elli yıllık!”

“Anladım, anladım. Tam bana göre. Ama pek keyfim yok. Şu karıya son bir kazık atarsak keyfim yerine gelecek ama.”

“Neymiş bakalım yeni planın?”

“Herbela’da yaptığımızı yapacağız.”

“Kafasını kesip top mu oynayacağız? Haha ha! O biraz zor kardeşim. Zaman alır yani.”

“Soyunun üstüne konacağız.”

“Ha, anladım. Tabi, olur. Bu daha kolay. Çocuklar çok sahipsiz.”

“Herbela’da Türkler kuşatmayı yarmış, SeyinHü’yü ikna edip yanlarında götüremeyince çocuklarını alıp götürmüşlerdi. Seyyid soyu Türk illerinde çoğalmıştı.”

“Ama biiizzz… Tihace’nin önceki eşlerinden olan çocuklarıyla işbirliği yapıp soyu onlara devretmiştik.”

“Asileri terbiye etmek eğlenceli de onlarla iş yapmak riskli. Bizimle gönüllü iş birliği yapanlar her zaman tercihimdir!”

“Annelerinin servetinin, Son Tin Ustası tarafından yeni tine harcanmasına kızmışlardı.”

“Haklıydılar. Kim olsa kızardı.”

“Ben olsam ben de kızardım. Madem annemizin parası ile kuruldu bu tin, o zaman kutsal sülale olmak bizim hakkımız, dediler ve bize de çok yardım ettiler.”

“Ya hu tamam da ben şunu anlamıyorum bu adama madem kızıyorsun niye onun manevi mirasçısı olmak istiyorsun? Sonra ne oldu, nesilleri kaç yüz yıl ev hapsi yaşadılar!”

“Herkes ayrıcalıklı olmanın peşinde kardeşim.”

“Sonra dertli, kederli bir sülale olarak bilindiler hep. Bak, bunların sultanları bile seyyid hanım pek istemediler.”

“Sultanlar güzelliğin peşindeydi.”

“Biz de bizim kızlarla evlendirdik onları, oh pek iyi oldu!”

“Onlar için soy erkekten yürür, bizim için kadından. İyi anlaşmaydı. Ne yapacaklardı Harap kanını sülaleye sokup?”

“Yok, Harap kanı asla olmaz!”

“İstemezüüükk!”

“Ha hah hahaha!”

Kadeh tokuşturup epeyce bir güldüler.

“E, söyle bakalım Tinne’nin soyunu nasıl çalacağız?”

“Bizim çalamayacağımız hiçbir şey yok! Suyu çalan soyu da çalar!”

“Anlat bakalım, merak ettim.”

“Kilmcilere haber verdik bile. Fulu-mud’da çalışmalar başladı.”

“Öyleyse dönsün çarklar!”

Kadehler gene kalktı.

“Çocukların babaları öldü. Analarına da çok kızgınlar. Her şeyin suçlusu olarak Tinne’yi görüyorlar.”

“İyi çalışmaydı kardeşim. Kurbanı suçlu olarak belletmek kolay bir operasyon değildir.”

“Saykolocik’i de Tosyolobiyi de biz kurduk. Bunlar kiminle dans ediyor, şaşıyorum ben hala bunlara… Bir direnme, bir mücadele… Bilim adamlarımızın ne kadar başarılı olduğunu kendileri bile söylüyorken… Anlamıyorum bu inadı…”

“Bir inşaat mühendisleri, bir de toplum mühendisleri… Hayranım onlara.”

“Biz söylentiyi çıkarttık bile. Kafalar iyice karıştı. Zaten Tinne gibi bir kadının gidip öyle fakir fukara, soyu sopu belli olmayan biriyle evlenmesini kimse anlayamamıştı.”

“Çok gençti o zaman. Tartaryan ne bozulmuştu ama… Bütün hayalleri, yazdığı senaryoları suya düşmüştü. Kendine aşık edip sonra intihar ettireceğine ne kadar emindi. Paraları herkes parasını ona yatırmıştı o zaman!”

“Ben o işin olmayacağını biliyordum. Kız mantıklı kız. Hiç o yollara gelmez.”

“Evet, sen paranı Tinne’ye yatırmıştın o bahiste.”

“İyi de kazanmıştım. Sizler o kadını küçümsediniz. Ben daha işin başında görmüştüm onun potansiyelini.”

“Ah, şu beklenmedik mucize kurtuluşlar! Tanrıyla poker oynamak gibi bir şey. Çok heyecanlı!..”

“İlla bir gün tahtalı köye gitmeyecek mi bu kadın? Çocukları üzerinden yürüteceğiz ‘kutsal soy’ teranesini. Hem Tartaryan’ı da bir şekilde onurlandırmamız gerek. Tinne onu rezil rüsva etti. Paçavraya çevirdi.”

“Ya evet. Ben bile üzülüyorum çocuğa. İnsan içine çıkacak hali kalmadı. E, o zaman hangi çocuğunu düşünüyoruz, oğlanı herhalde?”

“Evet, bunlara göre soy erkekten yürür. Zaten farklı bir çocuk. İlk elini tuttuğu kadınla evlendi.”

“Ya… Ne salak değil mi? Gez, eğlen, gençliğinin tadını çıkar!”

“Annesi onun ikinci tin ustasının ruhunu taşıdığını söylüyormuş.”

“Ha, tamam. O zaman iyi operasyon olur bu iş. Böylesi mübarek bir ruhun velisi tabi ki bizim adamımız olmalı. Kim ki o Rendö? Rendö kimdi yani? Onun soyuna yedirmeyiz!”

“Zaten Rendö’nün ailesi de tamamdır. Hepsi üzerinde çalışıldı. Elimizdeler. herkes görsün bakalım şimdi, Nonoşların da oğlu olur! Olunca da kutsal ruh olur!”

“Değil mi ya!”

“İşin en zevkli kısmına geldik desene.”

“Kadından çocuklarını çaldık. Şimdi sırada kütüklerini değiştirmek var.”

“Yedek plan var mı?”

“Var tabi. Dalmaçyalılar hazır ve nazır… Dört gözle Tinne’nin ölmesini ve her şeyin onlara geçmesini bekliyorlar.”

“Fikirleri, sözleri, hikayesi. O zaman çocukları tamamen ortadan kaldırmak gerek?”

“Evet, Dalmaçyalılar da olmazsa, Daltonlar var.”

“Leş kargası, akbaba çok! Hah ha hah ha!”

“Öyle deme, onlar bizim cici köpeklerimiz!”

“Ama bu Tartaryan planı iyi olmuş gerçekten. Adamın ailesinin bütün şerefi, onuru beş paralık olmuştu. Ciddi bir başarısızlıktı bizim için. İyi düşünmüşsünüz!”

“Bak çok ilginçtir, Tartaryan’ın ailesi de Tin ustasının soyuna konmuşlardan geliyordu.”

” Ya, değil mi? Tihace’nin önceki evliliklerinden olma çocuklarından?  Yani Tartaryan’ın ataları da Son Tin Ustası’nın kızının çocuklarının katili ve mirasçısı olmuştu?”

“Aynen öyle!”

“Biz orda da vardık. Burada da varız. Sen esas oraya gel! Kaldır bakayım kadehi!”

“Şerefe kardeşim! Bir yerde bir define varsa biz oradayızdır.”

“Tarih tekerrürden ibaretmiş gerçekten.”

“Tarihin çarkını biz çeviriyoruz. Yöntemlerimiz belli. Kitabımızda bir bir yazıyor. Gizli bir işimiz yok. O yüzden tekrar ediyor. Bu kadar basit aslında ama görmüyorlar.”

“Tinne de kendisinin son Tin Ustası’nın kızının ruhunu taşıdığını söylüyor.”

“Bak sen! Kadın iyi yazıyor.”

“Gerçekten. Biz komisyona yazdırsak bu kadar sağlam hikaye çıkartamazlardı.”

“Sen şimdi şunu demeye çalışıyorsun, Son Tin Ustası’nın kızı çocuklarının intikamını almaya gelmiş?”

“Herbela’nın hesabını ödetecek bize, hah hahah hah!”

“Aslında güzel hikaye de o öldükten sonra bizler burada olmaya devam edeceğiz ve hikayeyi gene biz yazacağız. Onun bir ekibi yok ama bizim var? Onun sürekliliği yok ama bizim var?”

“O gideceğini ama tekrar geleceğini söylüyor. Türklere kazandırıp bize kaybettirene kadar hep tekrar gelecekmiş.”

“Geleceği varsa göreceği de var o zaman hah hah haha!”

“Bugün gerçekten çok eğlendik kardeşim. Bunun anası babası bizi bu kadar eğlendirememişti, hatırlıyor musun?”

“Biz babalarımızdan daha şanslıyız!”

“Doğru söylüyorsun.”

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

– 46 – KARTOPU OPERASYONU

– 46 – KARTOPU OPERASYONU

Tinne uzun zamandır ilk kez yalnız çıkıyordu dışarıya. Halk pazarlarını severdi. Sebzenin meyvenin en iyisi ve tazesi orada olurdu. Kereviz tezgahında, bütün dikkatiyle, boyutlarıyla, yapraklarının canlılığıyla, ha birde kokusuyla en iyi kerevizi seçiyordu. Kimseye çaktırmadan koklardı sebzeleri. Sıkardı, evirir, çevirirdi.

“Herkes zeytinyağlı yapar ama bunun etlisi de çok güzel olur.”

Sesin geldiği yöne çevirdi başını, pazarda görmeye alışık olmadığı türden bir kadın ona akıl öğretmeye devam etti. “Terbiyeli yapılır, yumurtanın sarısı limon falan.”

“Biliyorum” dedi, Tinne. “Zaten ben öyle severim ama kocam zeytinyağlı seviyor.”

Kadın güldü. Şapkasının tülünü kaldırmasa fark edemezdi Tinne onun güldüğünü.

“Kesin anası da öyle yapıyordur!”

Tinne, elini beline koydu. Uzun, esmer kadına, gülerek ” bir denese hep bundan ister ama…”

” Denemez onlar!..”

İkisi de kahkahalarla güldü. Sonra da birbirlerine sarıldılar.

Kadın tepeden tırnağa siyah giyinmişti. Tırnakları nar çiçeği rengindeydi. Aynı renkte ruj sürmüştü.

“Neredeydin?” diye sordu Tinne.

“Ortalık biraz sakinleşsin diye bekledim.”

“Hadi canım ne sakinleşmesi Üçüncü Dünya Savaşı başladı, ne sakinleşmesi!”

“Evin yakın değil mi? Çayın var mı?”

“Sen ne diyorsun? Çayım var, çorbam var, yeni yaptım, elmalı kurabiyelerim de var!”

Eve çıkarlarken benim de zilime bastılar. Kapıyı açıp Nabu’yu karşımda görünce çığlığı bastım, kapının önünde hasret gidermemiz beş dakika sürdü.

Elyase bizim için sobayı yaktı. Tinne eve bir fırınlı soba kurdurtmuştu. Kötü günleri bahane etmişti ama aslında Balkan börekleri ve kuru fasulye için kurdurtmuştu. Elyase çok itiraz etmişti ama kurulunca da sobanın üstünde çay ve sucuk yapma işini üstlenivermişti.

Nabu şapkasının iğnesini çıkarıp yanına koydu. Tinne’nin koltukları sanki ona küçük gelmiş gibiydi. Şöyle bir etrafına baktı. Gözleri doldu. “Senin adına çok sevindim.” dedi, ağlamamak için kendini zor tutuyordu. “Sağ ol.” dedi Tinne. İkisi de duygulanmışlardı.

Bu tip insanlar çok soru sormazlardı. Nasıl oluyorsa, onlar lazım olanı bilirlerdi. Nabu şöyle bir etrafına baktı. Üst üste dizilmiş kitapları gördü. Kitaplar öbek öbek her yerdeydiler. Aynı anda okundukları, defalarca okundukları belli oluyordu. “Bıraktığım kitapları okumuşsun, eskitmişsin hatta.”

Çayı koyarken, kahkaha attı Tinne. “Ne diyorsun, ona benzer daha bir sürü aldım. Elyase okulun kütüphanesinden bana taşıdı hep. Tosyolobi de neymiş be!”

Tinne şöyle bir durdu. Coşkun akan o pınarın sesi sustu. Nabu dikkatle Tinne’ye baktı. Tinne nereden başlayacağını bilmiyordu. Her sözünün önem arz ettiğini bilmek, ne kadar büyük bir sorumluluktu! Tinne ağzından çıkan her sözü tartmak zorundaydı. Dost da düşman da büyük bir dikkatle onun ne yapacağını, ne söyleyeceğini, kime kızacağını, kimi seveceğini, neyden mutluluk duyup, neye üzüleceğini ölçüp duruyordu. Belli ki bu işkence gibi durum, o ölene kadar devam edecekti.

Ben Nabu’nun gözlerine baktım. Gece gibi siyah gözleri, uzun ve kıvrık kirpikleri Tinne’yi bekliyordu. Tinne’nin tam şu anda, ne diyeceğinin herkes için önemli olduğunu sezmiştik.

“Onları Kartopu Örneklem Yöntemiyle…” Tinne durdu. Nabu’ya dik dik baktı. “…tespit edeceğiz.”

Nabu güldü. İçinden “işte bu” dediğine emindim. Başını salladı.

Tinne arkasına yaslandı, çayını yudumlarken sordu. “Her şey yolunda mı?” Sorması gerekiyordu sordu.

“Sayılır” dedi Nabu. “Fena değil.”

Nabu yedi seneden sonra ortaya çıkabildiğine göre, durum çok kötü değildi. Tinne’yi eliyle koymuş gibi bulabildiğine göre de, iyi bile sayılırdı. Ama tabi, daha iyi olabilirdi.

Elyase de benim gibi lafa karışmadan dinliyordu. Anlamadığı çok şey vardı ama bunu sorun etmezdi. Tinne’yi seviyordu, yüzlerce binlerce yıldır, aradığı ve hasretini çektiği yârini bulmuştu. Sıra dışı insanları yargılamaz, hatta onları severdi. Bir kaç keskin ölçütü vardı. Onlar söz konusu olduğunda sesini yükseltir, ama Tinne işin içindeyse anlayışlı davranır, sesini çıkarmazdı. (Dağdaki şalvarlı savaşçıları hiç sevmezdi mesela.) Tinne onu da kerevizleri seçer gibi seçmişti. Bu adam hainlik yapmaz, ölene kadar hatta daha sonrasında bile sadık bir yar olmaya devam ederdi. Anlaşamadıkları konular sevgilerine de birbirlerine ettikleri yemin de zarar veremezdi.

Zamanımızda insanlar dürtüsel davranıyorlardı. Daima sadece kendilerini heyecanlandıran seçeneklere yöneliyorlardı. Tinne zaten öteden beri başkalarının heyecanlandığı hiçbir şeye heyecanlanmazdı. Mesela lüks bir araba ona bir şey ifade etmezdi. Gösterişli olan her şeyden nefret eder ama bayrağımızı görünce muhakkak gözleri dolardı. Onu anlamak mümkün değildi. Tinne’nin karşısına çok yanlış bir kobay koymuşlardı. Nonoş Tartaryan gibileri Tinne’yi muhakkak heyecanlandırırdı ama umdukları gibi değil.

Siz onun heyecanlandığını hiç gördünüz mü? Ben birçok kez gördüm. Ama o heyecanlandığı zaman hep büyük şeyler olur. Ne bileyim mesela bir yangın, bir patlama, bir suikast falan.

Yüksek Batılılar bu sefer baltayı taşa vurmuşlardı. Estetik ameliyat yapıp, takım elbise giydirip altına gösterişli araba verip Tinne’nin mahallesine konuşlandırdıkları Nonoş Tartaryan, Tinne’yi gerçekten çok heyecanlandırıyordu. O kadar heyecanlanıyordu ki yüksek ya da alçak Batı istikametine düşen her şeyi ve herkesi imha etmek istiyordu.

“Deneylerde mahremiyet olmaz değil mi?”

Nabu soruyu anlamıştı ama netleştirmek lazımdı. “Nasıl yani?”

“Alanda gözlem, doğal ortamda gözlem… İki türü var bunun. Bunların üzerimde kullandıkları yöntem, Doğal Ortamda Gözlem dedikleri.”

Nabu başını salladı. Kurabiyesi bitmesine rağmen hala daha yalanıp duruyordu. Kalkıp tabağına bir kaç tane daha koydum.

“Hipotezleri yani ‘Ho’, kadın suçludur, kötüdür, bütün günah onundur, şeytandır. Erkek masumdur, zavallıdır, kötü kalpli kadınların kurbanıdır falan. Karşı hipotezleri yani ‘H1’ kadın haklıdır, masumdur?”

“Evet, öyleydi” dedi Nabu, biraz utanarak.

“Siz de bu karşıt hipotezi temsilen deneye yani oyuna dahil oldunuz?” Nabu başını salladı, çatalıyla tabağındaki kırıntıları bir kenara topluyordu.

Tinne kalktı ve kitap yığınına yöneldi. Nasıl yaptı anlamadım ama bir tanesini çekti ve aradığı sayfayı hemen buldu. Okumaya başladı:

“Kartopu örnekleme yapmak için herhangi bir şekilde, evrendeki birimlerden birisiyle bağlantı kurulur. Sonra bağlantı kurulan kişinin yardımıyla bir başkasıyla, daha sonra yine aynı yolla bir başkasıyla temas kurulur. Böylelikle örneklem, kartopu etkisi şeklinde, zincirleme olarak büyütülür.”

Başını kitaptan kaldırdı ve “aynısını onlara yapacağız” dedi.

“Evrenimiz, her türlü ahlaksızlığı ustalıkla yapıp toplumda sevilen sayılan kişi olmayı becermiş sahtekarların hepsi. Erkek görünümlü olanlar. Örneklem grubumuz, şu beni çarmıha gerip, yıldıza oturtup, linç etmelere doyamayan masal kanalı. Tartaryan ve onu destekleyen herkes. Ona ekmek, su veren herkes. Sahip olduğu, sevdiği, övündüğü ne varsa kim varsa.”

Nabu donmuş gibiydi. Onun bu kıpırtısızlığı kafasındaki kayıt cihazının çalışmakta olduğunu gösteriyordu. Korktuğunu düşünmeyin. Sevenler korkmaz.

Tinne sehpanın üzerindeki kilağı aldı eline. “Bak, bu şarkı bizim neşriyatımızı anlatıyor.”

Nabu kaşlarını kaldırdı. “Neymiş bizim neşriyatımız?” dedi. Bununla ilgilenmişti. Siyon Amca’nın neşriyatını terk edeli çok olmuştu. Herkesin bir neşriyata, kurallar, kaideler, yasalar bütününe, bir sistematiğe ihtiyacı vardır.

Neşriyatımızın sloganı şu: “Bir yerine bin cezayla…”

Şarkı bir haine yazılmıştı. Şifrelerimiz çeşitli yerlere gizlenmişti ve Tinne onları tek tek bulup çıkartıyor, en anlamlı, en doğru şekilde birleştiriyordu.

“Sarah adındaki kadını duymuş muydun, hani şu siyah güzel kadın, özellikle de kalçası güzelmiş?”

“Çok acıklı bir hikayesi var.”

“Onun hikayesi bütün acıklı hikayelerin toplamı gibi. İçinde erkek var, emperyalizm var, ırkçılık var, Siyon Amca var. Hayvan yerine konan, teşhir edilen, taciz edilen, üstünde deneyler yapılan insan var. Kurban edilen kadın var.”

“Ben ona yazılmış şiiri biliyorum. Şu, seni eve götürmeye geldim, diye başlayan…”

“Okusana.”

“Seni eve götürmeye geldim eve, hatırlar mısın bozkırı? Yemyeşil çimeni, büyük meşe ağaçlarının altındaki? Hava serindir orada, güneş de yakmaz. Bir tepenin eteğine serdim yatağını…”

Nabu burada ağlamaya başladı. O da siyahi bir kadındı ve bu şiir, hepimizden çok onun canını yakmıştı.

Tinne elindeki kilağı Elyase’ye verdi ve Nabu’ya sarıldı.

Onlar ağlaşırken Elyase kilağı koydu.

Tinne Nabu’nun kulağına fısıldadı. “Kartopu operasyonunu Sarah için yapalım.”

Nabu başını salladı. Ezilmişlerin, itilip kakılmışların, horlanmışların da iyi yerlere geldikleri, gelebilecekleri doğrudur. “Ev zencisi” ya da odalık olmaları şartıyla. Nabu bunu reddetmiş, bu uğurda hayatını ortaya koymuştu. Baphomet’in mabedindeki yerini kaybetmişti ama artık Tinne’nin başkomutanıydı. Kimsenin önünde eğilmek, secde etmek ya da kendini hiç ederek birilerini memnun etmek zorunda değildi. Artık Tinne ona etli kereviz yapacak, gece uyurken üstünü örtecekti.

Hiç şüphe yok ki Tinne’nin küçük evi Baphomet’in mabedinden daha genişti.

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

– 9 – Gösteri Başlıyor!

GÖSTERİ BAŞLIYOR!

Vagna Hanım hiçbir zaman olayları akışına ya da işi ehline bırakmaz. Ya da bir yerden haber gelmesini beklediğimiz durumlarda o bizler gibi sabırlı olamaz. Daima müdahale eder, bir el atar, süreci hızlandırır, yavaşlatır, durdurur, illa burnunu sokar. Genellikle de bütün bu işleri evinin başköşesinde duran dilfonu aracılığıyla peş peşe yaptığı uzun konuşmalarla gerçekleştirir.

Oysa Cadılar Reisi ona ne demişti, şöyle bir hatırlamakta fayda var:

“Bizden haber bekle.”

“Bize danışmadan herhangi bir işe kalkışma.”

“Sakin ol.” 

“Haddini bil, sen kızının babası aracılığıyla, kızın sayesinde bizimlesin.”

Ama o duramazdı, sessizliği hiçbir zaman hayra yoramazdı.

Bakın, tahakküm etmek isteyen insanlar kontrolcülerdir. Bunlar, takıntılı ve endişeli tiplerdir. Daima iş ya da işler ne durumda bilmek isterler. Haber almak, sık sık kurdukları bağlantıları kontrol etmek, kendi durumlarını iyice sağlama almak, dolayısıyla iplerinin ucundaki kuklaların durumlarını bilmek, güçlerinden her daim emin olmak isterler. Bunu sağlayamadıklarında da son derece huzursuz ve etraflarına rahatsızlık veren insanlara dönüşürler.

Kutsal kitaplar insanın yöneticiliğinden bahseder. İnsan dünyaya hükmetmelidir. Her şey bizim, özellikle de erkeğin hizmeti için yaratılmıştır.

Bana göre bu yaklaşım insanlığın “bozulduğunun” alametidir. En akıllı varlık olmak, dünyanın sahibi olmak demek olmamalı. Bir düşünün, en zeki ve notları en yüksek öğrencinin diğerlerine işkence yapma hakkına sahip olduğu bir okula gitmeyi kim isterdi?

Artık o bir cadıydı. Töreni yapılmış, şahitler önünde cüppesini ve eldivenlerini giymişti. Her koşulda itaat edeceğine yemin etmişti.

Ben normalde bu tür organizasyonları sevmem ve onaylamam. Ama kibirli insanların terbiye edildiği ve kontrol altında tutulduğu yerler olduğu için de sesimi çıkarmam. Yüzlerce, binlerce yıldan beri varlar. Bana ne.

Ama Tinne’nin annesi tam bir vak’aydı. Cadıların tarihine geçti desem yalan olmaz. Sanırım onu temizlemek zorunda kaldılar. Yani bana öyle geldi. Tinne bu konuda sessiz kaldı. Muhtemelen o da benimle aynı fikirde.

Kızının Angoralı Pıh’la görüşmesine, seçeceği meslek, gideceği okul, yapacağı iş gibi hususlarda ona danışmasına, en çok da onun yanında özgürce ve doya doya ağlamasına çok içerliyordu. Tinne, annesinin asık suratını elbette fark ediyor ama üzerinde durmuyordu.

Çünkü bilirdi ki annesi her şeye önce itiraz eder, sonra sessizleşir, sonra onu aynıyla hatta aşırıya kaçarak taklit ederdi.

Her şey Angoralı Pıh’ın Tinne’ye “sana ilk evlenme teklif eden adamla evlen, hakkında çok iyi olacak” demesiyle başladı.

Tinne bu sözü aklına yazmıştı.

Vagna hala haber bekliyordu.

Ama cadılardan bir türlü direktif, haber ya da uyarı gelmiyordu.

Artık müracaatlarına yanıt da alamıyordu. Reisle görüşme talepleri sonuçsuz kalıyordu.

Bir gün kızı, “ben evleneceğim anne” diyerek geldi. “Pıh’ın da onayı, hatta kesin emri var.”

Vagna önce sesini çıkarmadı. Aradan bir süre geçtikten sonra, sinir krizi geçirerek kızının üzerine saldırdı ve onu evden kovdu. “Git, nereye gidersen git!” diyerek.

O yaşına kadar annesini üzecek hiçbir şey yapmamış olan Tinne, evden ayrıldı.

Vagna daha sonra dans ederek olayı herkese başka türlü anlattı. Onun dansına kimse dayanamaz. Çünkü çok etkili dans eder. Gözyaşları ve hıçkırıklar içerisinde kızını ne kadar çok sevdiğini, buna karşılık kızı tarafından nasıl terk edildiğini anlatabilmek için ülkenin bütün meydanlarına sahne kurdu, bütün kanyonlarında kaydıraktan kaydı, paraşütle bütün tehlikeli atlayışları tek başına gerçekleştirdi.

Gösterisinin afişlerinde hep şu yazıyordu:

“O da babası gibi beni terk edip gitti!”

Önceki Sayfa   Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik