– 43 – “AÇIN KAPIYI!”

– 43 – “AÇIN KAPIYI!”

“Açın kapıları savaşa gidelimmm!”

Tinne, onevizyonda seyrettiği sahneye acı acı güldü. Sahne dediğime bakmayın, haberleri izliyorduk.

“Bu dünyadaki en iyi savaşan milletin haline bak!” diye söylendi.

“Ne yapsalardı” diye savundum. Savunduğum bendim belki de. “Bu zamana kadar liderlerin devreye girmesi gerekirdi.”

“Belki de yapıyorlardır, ne biliyoruz?”

Tinne, fısıldayarak, sayıklar gibi konuştu:

“Bombalama hızlanarak devam ediyor ve binlerce insan ölüyor, ölmeyenler su bile bulamıyor!”

“Haklısın. Netice her şeyi söyler. Gerçek ortada…”

Tinne son günlerde kabuğuna çekilmiş gibiydi. Daha az konuşuyor, yüzü hiç gülmüyordu. Onun en zor zamanlarında bile böyle olduğunu görmemiştim. En beklemediğimiz anlarda çıkıp gelen Nabu, ortalarda görünmüyordu. Bir an ondan medet umdum. Keşke olsaydı. Onun, varlığı bile, Tinne’ye güç vermeye, yüzünün gülmesine yeterdi.

“Şimdi Nabu burada olsaydı, bize çok şey anlatırdı. Bütün bunların hem fizik, hem metafizik açıklamasını yapardı”, dedim. Aslında onun nerelerde olduğunu merak ediyordum.

“Her şey ayan beyan ortada. Kör olmak gerek görmemek için. Sen de yaparsın o açıklamayı.”

Tinne beni tersliyor muydu ne?

“Ama o bir zamanlar dünyayı yönetenlerle aynı masadaydı Tinne! Bize çok şey anlatabilir, bizi aydınlatabilir!”

“Şimdi onu da ortadan kaldırmaya çalışıyorlar… Benim yüzümden… Çok dikkatli, adeta saklanarak yaşıyor.”

“Dünyayı hem fizik, hem metafizik bilgiyle yönetiyorlar değil mi?” Ona acı veren başka bir mevzuyu daha deşmeye gerek yoktu.

“Hem büyülerle, hem örgütlenerek…Hiyerarşiyi katı bir şekilde koruyarak. Bak, mazlumlardan yana olduklarını iddia eden, hakim güce baş kaldırmak için kurulmuş terör örgütleri bile, sus pus! Demek ki onlar da aynı merkezden örgütlenmişler.”

Nihayet Tinne’nin dili çözülmüştü. Onun bu haline dayanamıyordum.

“Biliyor musun, metafizik aslında şimdi kullandığımızdan başka bir anlam taşıyordu. Aristo, önce Fiziği yazdı, bir sonraki eserine de bu adı verdi. Yani, Fizik’ten sonraki demek istedi. Bugün metafizik kelimesi, mistik olan her şey için kullanılıyor. Ama sen metafizik derken okült ilimlerini kastettin, anladım ben. Doğrudur. Adamlar her türlü ilimi bilimi, insanlığın bulduğu, görünen görünmeyen her yöntemi kullanmaktalarmış. Ben zaten şüpheleniyordum, Nabu şüphelenmekte haklı olduğumu söyledi.”

“Ne yapacağız Tinne? Bizi çepeçevre kuşatmış olan bu kötülükten nasıl koruyacağız kendimizi?”

“İkinci Tin ustası geldikten sonra savaş şart oldu. Zaten sonuncu Tin ustası bunu uyguladı.”

“Haydiii… Gene başladın sır gibi konuşmaya!”

“Şu ‘önce gelenler’ var ya, onlar çok büyük iddialar attılar ortaya ve kendilerinden sonra gelen bütün ustalarla gizli ya da açık hep savaştılar. Doğal olarak savaş şart oldu. Savaştan başka bir yol yok!”

“E, niye oturuyoruz öyleyse?”

“Erkek değiliz de ondan. Erkek olsaydık oturmamız çok ayıptı.”

“Erkekler de oturuyor. Onlar da bizim gibi oturup seyrediyor?”

Gülerek baktı yüzüme. Gülmesine aldanmadım. Acı çekiyordu.

“Her şey açık değil mi?”

Açık olmaz olur muydu, her şey açıktı. Ama biz hayat tıngırtısı peşinde, keyiflerimizin, küçük mutluluklarımızın peşinde, eşeğin havucu kovalamasına benzer bir koşuyla koşuşup duruyorduk. Etrafımıza bakacak halimiz yoktu. Çok mühim işlerimiz vardı! Oysa insanlığın yok edilmesinden daha büyük ne olabilirdi? Biraz ilerimizde yapılan bu soykırım, bizim de risk altında olduğumuz anlamına gelmez miydi? Ama gözümüz havuçtan başka şeyi görmüyordu! Canımızı, malımızı, namusumuzu gasp etmek isteyen kurnaz avcıların tuttuğu havucun peşinde boşa çabalayıp duruyorduk.

“Düşman var olduğu sürece savaş tehlikesi vardır. Bak abla, onları öldürenlerle, bizi öldürecek olanlar aynı adamlar. Onlara saldıranlarla bize saldırmış olanlar aynı ekip. Ben bu kayıtsızlığı, bu rahatlığı bir türlü anlayamıyorum!”

Rengi solgundu. Kendi başına belalar gelip çattığında böyle güçsüz, halsiz, bıkkın olmazdı. Ama belaya uzaktan bakarken böyle endişeli olurdu o. Yapabiliyorsa hayatında bir takım değişiklikler yapar, hiçbir şey yapamıyorsa da ruhen hazırlanırdı. Olanları ve olabilecekleri, durmadan  kafasında ölçüp biçtiği belliydi.

“Biz onları kabul ettik, onlar bizi kabul etmedi. Gizli ya da açık hep bizimle savaştılar. Varlığımızı daima lanetlediler ve bizi doğal düşman, ikinci sınıf ya da hayvan ilan ettiler.”

“Öyleyse biz de onları kabul etmeyelim?”

“Etmeyelim! Kısasa kısas gerek!”

“Biz de onlarla savaşalım!”

“Nerdeeeee… Böyle durumlarda ordu kendiliğinden toplanır ve yola koyulur. Birini linç etmek istedikleri zaman nasıl yollara düşüveriyorlar, değil mi? Dosdoğru kapısına gidiyorlar, elleriyle koymuş gibi buluyorlar adresini, düşman ilan ettiklerinin?”

“Evet, politikacılara, şarkıcılara falan yapıyorlar bunu.”

“Şimdiyse “açın kapıları gidelim” diye yırtınıp duruyorlar. Kavga sırasında “tutmayın beni” diye yaygara yapan korkak adamlar gibi. Hani, adam aslında “beni tutun” diye tantana yapar ya? Kapı mı var sanki? Varsa da kapalı mı? İleri Batı’ya yüze yüze, yürüye yürüye gidenler, neden şuracıktaki Kenar Doğu illerine bir türlü gidemiyorlar? Üstelik kendileri de orada yaşıyorken? Biz denizden komşuyuz, öbürü karadan komşu… Desen ki Agarika’ya vatandaşlık dağıtıyorlar, kanat takıp geçerler okyanusu!.. Tin sahibi olmak, savaşçı olmayı gerektirir. Çünkü tine şahitlik ettin mi meydan okumaktasın, demektir. Tine girer girmez, düşman da edinirsin. Sarınıp sarmalanıp, günlük dansını yaparak tinini koruyamazsın!”

“Hepimiz ayakta uyuyoruz”, dedim, yürekten inanmış olarak. Benim de canım sıkılmıştı. Tinne, durup dururken bir şeye üzülmezdi zaten. Hayatın zorlukları, terslikleri kolay kolay onun neşesini bozamazdı. Bir şeye üzülüyorsa, kızıyorsa orada ciddiye alınması gereken bir durum, dahası yarın öbür gün başımıza iş açacak bir tehlike olurdu.

“İleri görüş sahibi değilsen, hiçbir şeye sahip olamazsın. Tin’e bile…”

“Tabi ya, malının bile başına gözcü koyarsın, uyursa hırsız gelir götürür. Biz körüz kör.”

“Malın güvende değil. Toprağın güvende değil. Namusun güvende değil. Gözcüler uykuda.”

“Uykuda olanı uyandırmak kolay. Satılmışı ne yapacaksın?” Bu sefer sert çıkan bendim.

Buna cevap vermek çok kolaydı. Vatanını, namusunu, kendine emanet edileni satanı ne yapacağımız, aslında bütün kitaplarda yazıyordu. Aklın yolun birdi.

Herkesin bildiğini söylemek anlamsızdı. Hainler, hainliklerini yapabilmek için kılık değiştirmişlerdi. Bunu en iyi bilen Tinne’ydi. O bir şey yapabilmiş miydi? Ne hukuktan, ne devletten, ne eş dost dayanışmasından sonuç alabilmiş miydi? Her şey bitmişti, tuz kokmuştu. Masumlar rahatça katledilebilirdi. Kadınlar pazarda satılabilirdi. Yetimin malı, hatta yetimin kendisi yağmalanabilirdi. Tinne, bunu en yakından görmüştü. O yüzden önüne bakıp, acı acı susuyordu.

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afe Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma, Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik,İlyas Temel şafak, Defne Ilgaz, Necati şaşmaz, Kurtlar Vadisi, Polat Alemdar, sahte Mehdi, adnan Oktar, İbrahim kalın, CIA, FBI, MOSSAD, Üçüncü Dünya Savaşı, necaaattii, ibne, godoş, orospu çocukları, sahil şaşmaz, abdülkadir şaşmaz, recai şaşmaz, zübeyr şaşmaz, panafilm, tayyar baba, elazığ, bkm, yılmaz erdoğan, güldür güldür, ali sunal, aydın ılgaz,

 

 

 

 

– 42 – PARAŞÜT OPERASYONU

– 42 – PARAŞÜT OPERASYONU

Dünyanın gerçek tek kadın gücü ve örgütünü iptal ettikten sonra, yeşil butona basmak üzere sığınağındaki ofisine koştu Siyon Amca. Bilinirdi ki yeşil buton, kırmızı butondan bir önceki işareti verir.

Dünyanın bütün erkek örgütlerinin şefleri yeşil işareti aldıktan sonra koşa koşa Kenar Doğu’nun kenarına geldiler. Kenar Doğu’nun kenarındaki bu ofiste daha önce hiç toplanılmamıştı. Zaten ofisler sadece bir kere kullanılırdı.

Kenar Doğu’nun kenarında toplanmanın anlamı “savaşın kıyısındayız” demekti. İşareti alan bütün şefler, prosedüre uygun şekilde çeşitli bineklerle toplantı yerine geldiler.

“Beklediğimiz işaretleri aldık”, diyerek söze başladı Siyon Amca.

Köle aslanın boynunu kırdı parolasını kullanmamızın nedeni bu köleyi biraz daha yaşatırsak, arenanın hakimi olacağına dikkat çekmekti. Ben artık kırmızı duruma geçmemiz gerektiğini düşünüyorum.

“Biz de aynı düşüncedeyiz. Hatta geç bile kaldık! Artık Tinne’ye büyü falan da işlemiyor.” diye ses verdi Hadam’lar. Ona yaptığımız büyüler bizi bile sarstı. Yapanı da öldüren büyüleri dahi denedik. Hınser olmuş yaşlı bir Hadam vardı. Ondan istedik. Çok zorlandı, üç gün sonra feci şekilde can verdi. Bizi bile silkeledi bu iş, bu kadın hala ayakta! Bu böyle olmaz. Ona da, temsil ettiği ne varsa hepsine, tamamen yok etme amacıyla, kararlı şekilde saldırmalıyız. Çok geç kaldık. Büyükler bizi sıkıştırıyor. Her gördüklerinde “geç kaldınız”, deyip duruyorlar. Kehanete yardım etmezsek yok olacağımızı söylüyorlar. Doğrusu, biz de aynı fikirdeyiz.”

Siyon Amca iki elini piramit yapmış, önüne bakarak, bütün dikkatiyle dinliyordu. Hadam’ın sözleri bitince, sıktığı dudaklarını gevşetti. başını üzgün üzgün salladı. “Yaşlı hadamın Holam Aba’da payı büyük olsun…”

“Yamen” dedi Hadam’lar bir ağızdan. Sinirli sinirli.

“Sizlere saygısızlık etmek istemem. Kutsal yapılar ve mekanların sizce anlamını çok iyi biliyorum. Ben de inanmıyor değilim. Saygı duyuyorum. Ama benim işim inanmak değil, ben bana bağlı olan toplumun kazancını temin etmek zorundayım. Bizi de sıkıştıranlar var. Bölgeye hakimiyeti bir an önce sağlamak zorundayız.  O yüzden benim bu olaya yaklaşımım kahinlerden farklı. Aslında aynı kapıya çıkıyor. Ben de başlama zamanı geldiğine inanıyorum. Yer altı kaynaklarına gerçekten çok ihtiyacımız var.” 

Hadamlar sıkkındı. Biriktirdikleri her şeyi söyleyecek gibiydiler.

“Bizim cemaatimiz hiçbir zaman müsrif olmadı. Biz çalıştık, kazandık, biriktirdik ve size verdik. Nereye harcandığını ne sorduk, ne sorguladık. Ama biz anlamıyoruz, bu kadar kazanç niye yetmiyor, niye hep daha fazlasına ihtiyaç duyuyorsunuz?”

“Haklısınız”, dedi sıkkın sıkkın Siyon Amca. “Davaya çok para gidiyor. Dünyayı biz (parmağıyla masanın üzerinde geniş bir daire çizdi) kötüleştiriyoruz. Onları aç gözlü ve doyumsuz hale getiren biziz. Bize biat edenlerin ihtişam içinde yaşamasına, burada, hep beraber karar vermiştik. Bizden olmayıp, bize hizmet edenlere, yani dosdoğru konuşalım, amaçlarımız doğrultusunda satın aldıklarımıza; parlak, gösterişli ve özellikle de bize direnenleri kıskandıracak bir hayat sürmelerini sağlamaya karar vermiştik. Bu büyük miktarları hızlı bir şekilde bölgeye nasıl aktarabilirdik? Gene burada, (aynı daireden havaya bir kez daha çizdi) hep beraber; onlara zehir satarak, kadınlarını satarak ve çok kıymetli görüp böbürlendikleri aidiyetlerini satarak sağlamaya karar vermiştik. Kimsenin cebinden bir şey çıkmayacaktı yani.”

“Neden zarardayız o zaman?”

Hadamlar hesaptan iyi anlardı. Tomba’larında çok kaymak toplamış, dağıtmış, çok hesap yapmıştı her biri. Bu sefer parmak gösterme sırası Hadam’daydı. “Siz bu parayı Taçgillere akıtıyorsunuz?”

“Hayır” diyemem, dedi Siyon Amca. “Onların tahtlarında kalmasını sağlamak gittikçe zorlaşıyor.”

“Krallığımızı kurduğumuz zaman onlara ihtiyacımız kalmasın o zaman.”

“Kalmayacak.”

İçinde tek bir yiğit bile bulunmayan ordularını sahaya sürmek için yüzlerce yıldır beklemişlerdi. Yiğitsiz ordu, yağsız, tuzsuz aşa benzer, onu da ancak hastalar, mecburiyetten yer. O yüzden böyle bir orduyu meydana çıkarmak için dünyayı iyice hastalandırmak gerekirdi.

“Bu zamana kadar hazırlıklarımız tamam olmalıydı.” Kilmcilerden sorumlu, kilmcilerin temsilcisi Javudi konuşmuştu bu sefer. O da canı sıkılmış bir edayla sözlerine devam etti. “Tinne, istediğimiz reaksiyonları vermiyor, bir türlü olması gereken beklediğimiz akıbeti yaşamıyor. O yüzden kilmlerimiz bizim istediğimiz yere doğru gidemiyor bir türlü!”

“Biz de size “muş gibi” yazın demedik mi kilmleri, gene burada, hep beraber?” Siyon Amca’nın parmağı bu sefer diklemesine ve sertçe masayı işaret ediyordu.

“Yapıyoruz yapıyoruz ama izlemecilerimiz ve yazmacılarımız BBG evindeki gerçeklerden yola çıktıkları için orjinal hikayeden etkileniyorlar ister istemez.”

“Yani Tinne’den etkileniyorlar, demek istiyorsun?”

“Evet, öyle biraz.”

“Anlaşıldı. Gordon düğümü gibi oldu bu iş. Bu düğümü ancak kılıçlar çözer.”

“Başlıyoruz o zaman. Paraşüt Operasyonu için oylama yapalım, başlasın mı?”

Masadakilerin elleri tereddütsüzce kalktı. Yüzleri asıktı biraz. Vakit çoktan gelmiş, geçiyordu. Aslında istedikleri gibi yeterince hazır değildiler. O kadar güçlü o kadar güçlüydüler ki eninde sonunda kazanırlardı nasıl olsa. Zayiat daha önce düşündüklerinden, hesapladıklarından fazla olacaktı. Bunu biliyor ve açıkça görüyorlardı ama üzerlerindeki baskı da gün geçtikçe artıyordu.

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afe Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma, Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik,İlyas Temel şafak, Defne Ilgaz, Necati şaşmaz, Kurtlar Vadisi, Polat Alemdar, sahte Mehdi, adnan Oktar, İbrahim kalın, CIA, FBI, MOSSAD, Üçüncü Dünya Savaşı, necaaattii, ibne, godoş, orospu çocukları, sahil şaşmaz, abdülkadir şaşmaz, recai şaşmaz, zübeyr şaşmaz, panafilm, tayyar baba, elazığ, bkm, yılmaz erdoğan, güldür güldür, ali sunal, aydın ılgaz, mason biraderler, tapınak, ritüel, ayin, gizem, ezoterizm

 

– 39 – AD ÇAĞI

– 39 – AD ÇAĞI

İlk örgütlü uyanık, onlardı. Ne yalan söyleyeyim en eski ve en kurnaz örgüt onlarınkiydi.

Dağın tepesindeki mağarada yaşayan kadın, kızları yetiştirmekten büyük mutluluk duyuyordu. Belki de onları kendisini beğenmeyen, anlamayan, hor ve hakir gören, bu yüzden de uzaklaşan kızının yerine koyuyordu. Kim bilir. Onlara geldiği yerde öğrendiği her şeyi öğretti. İlhamları ve zekasıyla sonradan edindiklerini de… Ağaçtaki reçineyle ağda yapmayı öğretti onlara. Onlar İn gibi değildi ama onun gibi olmak istiyorlardı. Ekmek yapmayı, sofra kurmayı, temiz olmayı, kendini korumayı, erkeklerden sakınmayı, bakımlı olmayı öğretti onlara İn. Onun kızlarına Rachel adını verdi başkaları. Kimse kendine isim vermez.

İn, Tinne olana kadar her tezahüründe hep kadın dostu oldu. Onlara merhamet etti, yardım etti, eğitti, korudu, özgüven sahibi olmaları için çabaladı. Ama ne hikmetse en büyük hainlikleri de gene kadınlardan ya da kadın ruhlu erkeklerden gördü.

Çünkü hepsi onun gibi olmak istiyordu. Varlığına, oluşuna göz dikmiş bu tuhaf ruhlar Tinne’yi hep önlerindeki aşılmaz bir engel olarak görürlerdi. Ona öykünüyorlar ama yer yüzünde onun varlığını istemiyorlardı.

Biz dünyaya hep aynı cinsten gelmeyiz. Bazen kadın olarak, bazen erkek olarak geliriz. Tinne erkek bedenindeki tezahürlerinde de kadınların koruyucusuydu.

Racheller, Tinne’nin, af edersiniz yani İn’in yakınlığına ve çıraklığına mazhar olduktan sonra, aşağıda, kutsal kabul edildiler. Onlarla evlenmek bir sınıfsal üstünlük oldu. Bu asillik ve üstünlük hali Racheller’den doğurdukları çocuklara geçecekti. “Uyanık erkekler örgütü” böyle karar verdiler. Uydurdukları kitapta Tanrının temsilcisi olarak elbette İn’in adını geçirmediler. Çünkü İn asla kimsenin malı olmadı.

Onlar diğer karıları aracılığıyla ele geçirdikleri Ah’ı (İn’in kocası) peygamber yaptılar. Uydurdukları kitapta kutsal dağda Tanrı’yla buluşup (Tanrı İn oluyordu) bilgiler, kararlar, uygulamalar getiren kişi olarak Ah’ı ve Ah’ın aşağıdaki çirkin kadınlardan olan oğullarını betimlediler.

İn gene yoktu.

İn’in ruhu bu dünyaya yol göstericilik gerekli olduğu zamanlarda gelip, tevazuuyla büyük işler yapıp, tarihin akışını değiştirip, sessizce ve fazla oyalanmadan çekip gitmiştir.

O son ustanın kızı olarak da koruyuculuk işini yapıp, sonra, sahtekar kocasının çiğlikleri ve dolayısıyla hainlikleri nedeniyle, kendini korumak amacıyla sessizce çekip gitmiştir.

Tinne, bu dünyada her şeyin azına razı oldu. Zenginlik ve şöhrete, prestijli insanlara yönelmekten hep kaçındı. Zengin, şöhretli, ya da prestijli insanlar diğer insanlar gibi onun fikirlerinden yararlanmak için onu aradıklarında ya da danıştığında onları kırmamış ama bu tür rabıtaları asla bir menfaat kaynağı olarak görmemiştir.

Bazı kıskanç, hain ve paçoz kadınlarla, dışı erkek içi kadın olan varlıklar, onun menfaat peşinde koşmayan ve satın alınamaz birisi oluşu düşmanları tarafından bile bu kadar iyi bilinirken, onu nelerle nelerle suçlamıştır, bilseniz aklınız şaşar!

Onu kıskanmayıp hayran olan diğer aklı başında erkek ve kadınlar da, kendi ideolojileri ve o ideolojiye dayandırdıkları saltanatları ve varlıklarına bir tehdit olarak gördükleri için, “diğer kadınlara kötü örnek olmasın” falan diyerek onu ortadan kaldırmaya uğraşıp durmuşlardır.

Övünmek gibi olmasın ama bu “yalnız ve güzel” kadına dost olmak her babayiğidin harcı değildir.

Onun kadim bir dostu daha var, şimdiye dek hiç bahsetmedim.

Temiz, tertemiz bir ruh. Nurfer. Onun da çetin bir hayatı olduğu için kimi zaman yolları ayrıldı. Ama Nurfer, arkadaşı Tinne’yi kim ne derse desin hep sevdi, saydı. Mezarlık arkadaşları Nurfer’in aslında Miryım olduğunu anlatmışlardı ona. İn olduğu zamanlarda Miryım’ın bebeğini o doğurtmuştu. 

Saygısız sevgi olmaz değil mi?

Pratiklerden yani uygulamalardan yoksun bir sevgi de yalan, uydurma bir sevgidir.

Sevdiğinle olmak istersen onun yap dediğini yaparsın, yapma dediğini yapmazsın.

Bakın bunlar sevginin gerekleri. Sevginiz paraya ya da başka bir dünya nimetine olabilir ve eşinizden beklentileriniz farklıdır. Ben bir insanın diğerine duyduğu sevgiden bahsettim.

Sevgi öyle bir şifa, öyle bir derman, öyle bir taamdır ki her canlıya nasip olmaz. Rahmani, yani yaradandan doğru gelen bir nimettir. Yetenek işidir, kapasite işidir. Sahibimiz bizi hep böyle sevgi dolu insanlarla buluştursun.

Sevgiden yoksun çirkin robotlar, anca kalbi sevgi dolu insanların hayatlarından ve yapıp ettiklerinden öykünür, kendilerini seviyor ya da seviliyor göstermek için çırpınır dururlar.

Sevginin göstergesi ne başından aşağı dökülen gül yaprakları, ne parlayan taşlar, ne de kucak dolusu paradır. Sevginin ölçütü sadakat, teklik, vefa, sabır, anlayış, yakınlık, güler yüz, diğerkamlıktır. Bunlar sadece gerçek insanlarda olup, asalak varlıklarda olmadığı için onlar maddeyle, materyalle “sevmekten anlıyor” gibi gözükmeye uğraşırlar.

Sevginin taklidi de diğer bütün imitasyonlar gibi er geç ortaya çıkar; yaldızlar dökülür, sahte parlaklıklar kararmaya yüz tutar, ucuz mekanizmalar arıza yapar. Yalancı sevgi tacirlerinin gerçek yüzü de illa bir gün bütün dünyaya ayan olur.

İn’in çileli ve erdemli hayatı, öğrettikleri ve kızlarıyla olan sevgi bağından uydurma din inşa edenler de işte böyle, bir gün rezil rüsva olacaklar. Her şeye sahip olacakları, kendilerine vaat edildiğine inandıkları o uydurma gün hiç gelmeyeceği gibi, hiçbir yerde hiç kimse tarafından istenmeyecekleri gün de, yakın bir zamanda gelip çatacak!

Uydurma soy bağı kurup, kendilerine uydurma bir üstünlük atfeden bu uyanıklar, çok yakında ailelerini bile kaybedecekler. Kendi çocukları, familya adlarını terk edecek.

Sonra ne olacak? Yeni bir çağ başlayacak.

Herkes, kendi başının adını kendi koyacak.

Sevgi aleminde zaman nedir ki? Her işin başı da sonu da sevgidir. O alemde ayrılık yoktur. Gönüller birdir, bin sene bir gün gibidir.

Nabustannezar Tinne’yle buluştuğunda, kendi kendine şöyle demişti. “Bir hafta mı, yoksa on gün mü oldu biz ayrılalı?”

Ümitsizliğe kapılmayın, sabırsız olmayın. Savaşın. Savaş hayattır, yaşamak yaşatmak isteyen savaşır. Savaştan kaçmaz. Külahlar çoktan yer değiştirdi. Zalimler çalışkan ve cesur, alimler uyuşuk ve korkak oldu.

Herkesin utanacağı gün gelecek. Ne bir gün, ne bin yıl sonra.

Çok yakında.

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma, Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik,İlyas Temel şafak, Defne Ilgaz, Necati şaşmaz, Kurtlar Vadisi, Polat Alemdar, sahte Mehdi, adnan Oktar, İbrahim kalın, CIA, FBI, MOSSAD, Üçüncü Dünya Savaşı, necaaattii, ibne, godoş, orospu çocukları, sahil şaşmaz, abdülkadir şaşmaz, recai şaşmaz, zübeyr şaşmaz, panafilm, tayyar baba, elazığ, bkm, yılmaz erdoğan, güldür güldür, ali sunal, aydın ılgaz, mason biraderler, tapınak, ritüel, ayin, gizem, ezoterizm