– 36 – TİNNE VE BEN

– 36 – “TİNNE VE BEN”

 

Başlayalım mı başlayalım mı
Kötülerin evini taşlayalım mı?

 

O kadar çok taşlanacak kötü vardı ki yük kötülerle uğraşmaktan küçüklere sıra gelmiyordu ama biliyordu, yer gök kötü doluydu.

Bunların merkezini bulmalıyım, diyordu. Son bir taşım kalsa nereye atardım, diye soruyordu kendine. Çocukken anneannesinden dinlediği masalları anımsıyordu. Canavarın gözüne atıyordu yiğit Keleş oğlan taşını. Tepegözün o kocaman gözüne. Gözü neresi, diye düşündü. Canavarın gözü neresiydi? 

 

Düşünerek buldu. Gözlemciliği iyi olanlar düşünerek bulur. Hipnotize olmamışsan bulursun. Eğer, etrafına bakmak yerine, gün boyunca onevizyona bakıyorsan, nasıl düşüneceğini zihnine emreden kinoma kilmlerini izleyip duruyorsan özgür, bilimsel, objektif düşünme şansını kaybetmiş olursun. Eğer, kurnaz yalancıların hikayelerine kaptırmışsan kendini geçmiş olsun, sen artık zembereği kurulmuş bir oyuncaksın. 

 

Kimin oyuncağısın? İşte Tinne bu sorunun peşine düşmüştü. Bizi robotlaştıran kimlerdi, bizle oyuncakları gibi eğlenen, köleleri olduğumuza inanıp, bizi de bu acayip dünya görüşüne inandırmaya çalışan kimlerdi?

Aslında gizlenmiyorlardı. Tinne bana, onların binlerce yıldır sıkı sıkı bağlı oldukları sözleşmelerini getirdi. Yo, sanmayın ki o sözleşmeleri gömülü olduğu gizli bir mağaradan, piramitlerin henüz girilmemiş odasından ya da yüzyıllardır sihirli şifrelerle kilit altında tutulduğu kasalardan bulup getirdi! Herhangi bir kitapçıdan satın aldı ve getirip kütüphanemin rafına koydu. 

 

“Abla” dedi, “bunları iyice okumalısın, adamların ortak sözleşmeleri bunlar. Özellikle de şu ikincisi. Bunları iyice okuyup anladığın zaman olanları da anlamaya başlarsın.”

Benim de anlamamı istiyordu. Oysa ben onun gibi değildim. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, derdim hep. Onun gibi olmam da mümkün değildi. Cadı kazanına düşmüş olan oydu. Bu dünyaya gözünü açtığı günden beri azılı düşmanları olan oydu.

Önce babasıyla onu ayırmaya çalışan kıskanç Dalmaçyalıların zulümleriyle tanışmıştı. Sonra annesinin oğulları olan Daltonlarınkiyle. Güvendiği tek varlık olan annesinin, aslında onu bir rehine gibi gördüğünü neden sonra farketmişti. Aziz Peder’in olanaklarından faydalanmak için kızlarının varlığına muhtaçtı ama onu terkeden kocasından intikam alabilmek için de kızına acı vermekten zevk alıyordu. Talih Tinne’yi işte böyle bir cadı kazanı içine atmıştı.

 

Bu cadı kazanından çıkabilmek mümkün değildi. Babası uzaklaşmayı başarmıştı ama o da Eydin Dalmaçyalısının eline düşmüştü. Tinne de evlenerek biraz nefes almak istemişti ama büyük savaş o zaman başlamıştı. 

Artık açıkça saldırmak, ölümcül darbeler indirmek için bahaneleri vardı. “Oyun” birileri için daha eğlenceliydi şimdi. Çünkü oyun, artık ölümüneydi! İnanılacak gibi değildi ama annesi ve Eydin Dalmaçyalısı artık aynı saftaydı.

 

Biz Tinne’lerle komşuyduk. Annesi bir keresinde bana kahve içmeye gelip, “sakın Tinne’ye yardım etme” demişti. Şaşırmıştım. Çünkü Tinne’nin yardıma ihtiyacı yoktu, olsa da kimseden bir şey isteyememe özelliği vardı. Sonradan Tinne’yi yok etme operasyonuna hazırlandıklarını, ona yardım edebilecek herkesi aynı bana yaptığı gibi tek tek ziyaret edip ikna etmeye uğraştığını anladım. 

“O hasta dedi. Gözlerinde yalancı bir endişeyle. “Üstelik, alkol bağımlısı. Herkes benim ona hiç yardım etmediğimi sanıyor ama ediyorum. O gidip barlarda harcıyor parasını. Üstelik büyük bahşişler bırakıyormuş. Böyle yaparak koskoca bir evin parası yedi bitirdi.” 

“Ne evi?” dedim, şaşırarak. “Onun evi yok ki. Onun hiçbir şeyi yok. Bakması gereken iki çocuktan başka bir şeyi yok.”

“Ya, işte herkes öyle sanıyor. Biz ona veriyoruz ama o saçıp savuruyor. Yanındaki o kızlara harcıyor. Maes’le Nais evde aç otururken o çıraklarını alıp gezmeye gidiyor.”

Karşımda duran, kıskançlıktan ve Tinne’yi bir türlü ortadan kaldıramadığı için hırsından gözü dönmüş kadına bakakalmıştım. Tinne o sıralarda hayatının en zor günlerini yaşıyordu. Kim olduğunu anlamadığı insanların sürekli onu takip ettiğini söylüyor, bu kişilerin çok güçlü ve çok kalabalık olduğunu anlatıyordu. Gerçekten yardıma en ihtiyacı olduğu bir dönemdi ama bir gün bile benden yardım istememişti. Vagna kapı kapı dolaşıp, dilfonla da ulaşabileceği herkese ulaşıp, Tinne’ye asla yardım etmemelerini tembihliyordu.

Tinne evlendiğinde, Vagna koşa koşa Angoralı genç pıha gitmişti. Kızını geri istediğini söyleyerek gözyaşı dökmüştü. Böylece oyuna resmen Angoralı genç pıh ve onun hastalıklı oğlu Tartaryan da dahil olmuştu. 

Bütün olanları yakından takip eden Nabustannezar ve ekibi de Vagna’yı artık oyundan çıkarma vakti geldiğine karar vermişlerdi. 

Nabustannezar ile Tinne buluşup iş birliği yapana kadar Tinne kahramanca savaşmış, çocuklarını ve kendisine son ana kadar destek olan iki çırağını, uzak ve emin yerlere yerleştirmişti. 

Ben Tinne’ye gerçekten yardım etmem gerektiğini Vagna’nın yalvarıyor gibi yapıp, aslında tehdit ettiği o ziyaretinde anladım. Onun zıvanadan çıkmış o halini gören kimse Tinne’ye yardım etmeye cesaret edemezdi.

Aslında pek yardım etmiş de sayılmam. Sadece onu dinledim ben. Dinledim ve hak verdim. Yargılamadan. Sanırım en çok buna ihtiyacı vardı.

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma, Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik,İlyas Temel şafak, Defne Ilgaz, Necati şaşmaz, Kurtlar Vadisi, Polat Alemdar, sahte Mehdi, adnan Oktar, İbrahim kalın, CIA, FBI, MOSSAD, Üçüncü Dünya Savaşı, necaaattii, ibne, godoş, orospu çocukları, sahil şaşmaz, abdülkadir şaşmaz, recai şaşmaz, zübeyr şaşmaz, panafilm, tayyar baba, elazığ, bkm, yılmaz erdoğan, güldür güldür, ali sunal, aydın ılgaz, mason biraderler, tapınak, ritüel, ayin, gizem, ezoterizm