– 33 – “Tartaryan Show” Kanlı Bitecek!

“TARTARYAN SHOW” KANLI BİTECEK!

– Bu sokak benim! Anladın mı! Kuş uçmayacak! Her yer kontrol altında olacak. Ben bu filmin yönetmeniyim, buranın tanrısı benim! Bu karıyı Truman yapacağız!

 

-Abi o ne? 

 

-Cahilsiniz olum! Bir halttan anladığınız yok! Yaz Dogıla da öğren!

 

-Ne yazacağız, tu-ru-mağn… 

 

-Yaz. “Truman Show.”

 

-Yazdım abi. (Çocuk, bulduğu sayfaları hızlı hızlı okumaya başlar.)

 

Hah, burayı tam da öyle yapacağız. Figüranlar kullanacağız. Ama, bak, ne olacak biliyor musun? Yerli halk, figüran olacak. Karı kafayı yiyecek! Nereye baksa ben olacağım. Nereye dönse ben. Her yerde ben. Benden kaçamayacağını görecek o or…

 

-Bir dakika abi. (Çocuk ayağa kalktı, karşı binaya, Tinne’nin evine bakarak, konuşmaya devam etti.) Biz burada oturup onu izliyorduk… Değil mi?.. (Dura dura konuşuyordu.) Adım adım takip ediyorduk… Değil mi abi?.. Ne sever, neyden hoşlanır? Nasıl bir dünyası var? Bütün bunları sen ona kendini beğendirebilmek için öğrenmek istiyordun. Babanın amcalarının hatrına biz de yardım ediyorduk… Değil mi?.. Abi, olay şimdi başka bir boyuta mı geçti?

 

-Tüküreceğim şimdi, boyutuna da sana da! Karı gitti başkasıyla evlendi, cezasız mı kalsın?

 

-Kimle evlenecekti abi? 

 

-Sokacağım şimdi ağzına pırasayı…

 

-Abi, kadının senden haberi bile yok! (Çocuk terbiyesini bozmadan isyan ediyordu.)

 

-Bekleyecekti ulan! Beni bekleyecekti! Anladın mı? Ben nasıl bekliyorsam, o da bekleyecek! Bundan böyle, işte böyle!

 

Çocuk şaşkınlıkla Tartaryan’a bakıyordu.

-Yaa… Di mi abi? Ne güzel sabah akşam izliyorduk, eğleniyorduk? Kültürleniyorduk. Yaptığımız kayıtları satıp parayı kırıyorduk? Kızdan birçok şeyler öğreniyorduk, biz de seviye atlıyorduk, kendimizi geliştiriyorduk, aydınlanıyorduk… Hepimiz hayrandık ona abi? Ne oldu, şimdi orospu mu oldu kadın? Abi, biz onun sırtından geçiniyoruz! 

Çocuk haykırıyordu. Uzun zamandır bir şeylere sabrettiği belli oluyordu. Delikanlının haykırışı, isyanı, Tartaryan’ı iyice zıvanadan çıkarttı. Üstüne saldırıp yumruklamaya başladı. Çocuk kafasındaki kulaklığı fırlatıp attı, kapının arkasında asılı olan ceketini askıdan alıp, Tartaryan’a son sözlerini söyledi.

 

-Ben yokum abi. Evli barklı kadını izlemek, dinlemek bana uymaz! 

 

-Öyleyse, defol git!

 

Çocuk tereddütsüz çıktı gitti. Kapanan kapının üzerine Tartaryan tarafından bir sürü şey atıldı.

 

Yercesine içtiği sigaradan derin bir nefes çekerek evin içinde voltalamaya başladı. Sakinleşmek için ettiği küfrün bini bir paraydı.

 

———

O sırada Agarika’nın güneyinde bir yerlerde, kapalı kapılar ardında iki adam konuşuyordu. Şunu bilmenizi isterim ki, Tinne’nin hikayesinde herkes izlenmekte, takip edilmekte ve kaydedilmekteydi. O yüzden kayıtlarımıza, ileri geri yaparak göz atabiliyoruz.

Şimdi, çok zengin ve güçlü insanlar oldukları belli olan iki kafadara kulak verelim:

  Moşemoş: Ayin için bundan daha iyi bir ikili olamaz!

Çarli: (Önündeki satranç tahtasındaki taşlara dokunarak…) Beyazların şahı Tinne, siyahların şahı Tartaryan.

Moşemoş: Ben en fazla üç yıl veriyorum. 

Çarli: Üç yılda dönüşür, diyorsun?

Moşemoş: Ya dönüşür ya da… (Eliyle gırtlağını kesme hareketi yaptı.) …ölür. 

Çarli: Adam doğal yetenek.

Moşemoş: Unutma o da dönüştürülmüştü. 

Çarli: Bundan daha iyi bir katil bulamazdık. Bu kadına saplantısı var.

Moşemoş: Tetikçiler böyle olmalı. Cezai ehliyeti olamayacak kadar kafayı üşütmüş olmalılar.

Çarli: Kadın evlenince tam anlamıyla koptu bizimki.

Moşemoş: Mis gibi bahane de var artık. İnan, bu av çok heyecanlı olacak!

Çarli: Kadın salak ama. Salyangozlarla konuşuyor. Küçüklüğünden beri hayal aleminde. Etrafına bakmıyor, kendi dünyasında yaşıyor. Çok kolay bir av gibi geliyor bana. Daha dişli bir şey seçmeliydik. Annesi dişliydi, savaşçıydı, dayanıklıydı. Epey eğlenmiştik.

Moşemoş: Eğlenmiştik ya! Ne günlerdi. O kadını bile kaç kere intiharın eşiğine getirdik. Denemişti de bir kere. Ama olmadı ne yazık ki… Babası tam bir şeytandı! 

Çarli: (Bir kahkaha patlattı, elindeki içki döküldü.) Şeytan papaz!

Moşemoş: Bayılıyordum ona! Çok ilham vericiydi. 

Çarli: Tartaryan da fena değil, bakma sen. O da şeytana pabucunu ters giydirir.

Moşemoş: Yardım etmemiz lazım ona. Çok cahil. Peder kültürlüydü, zekiydi, yaratıcıydı. Adam sanat eseriydi kardeşim!

Çarli: Bir şey diyeyim mi, sen ona gönlünü kaptırmışın kardeşim!

Moşemoş: Ne yalan söyleyeyim, aşıktım pedere. Fena karizmatikti. Bu kavruk bir şey. 

Çarli: Peder tanrı gibiydi!

Moşemoş: Biz de bir karar verelim kardeşim. Peder şeytan mıydı tanrı mıydı? 

Tam burada birbirlerine el şakası yaparak kahkahalarla güldüler.

Çarli: Zaten bizim tanrımız şeytan değil midir kardeşim! Benim tanrımdı “yakışıklı peder”! 

Çarli gözlerini süzerek iç geçirdi.

Moşemoş: Tinne’nin annesi de babası da iyi iş çıkardı. Göreceksin, Tinne de iyi bir av yaşatacak bize! Doğuştan av, doğuştan kurban!

Birbirlerinin zekasına, espri gücüne hayran bu adamlar kardeş değildiler. Kardeşten bile öte bir şeydi onlar. Sırdaştılar, paydaştılar, suç ortağıydılar. Suç ortaklığı en sağlam bağdır.


 

Aradan yıllar geçip, Tinne kendisine sunulan kayıtları iyice inceledikten sonra, sonuçları yaşadıklarıyla, tecrübeleriyle de birleştirerek şöyle bir rapor hazırladı:

Benimle iletişimde bulunurlarken KULLANDIKLARI LİSAN! 

-Psikolojik Şiddet

-Dolandırıcılık

-Hırsızlık

-İftira

-Sık sık kovulma

-Refüze edime

-Yok sayılma

-Sorgulama, sürekli kendimi savunmak zorunda kalacağım şekilde suçlama

-Kınama

-Dedikodu

-Kullanma, karşılığını vermeme.

-Taciz

-Röntgencilik

-Ayin malzemesi olarak kullanma

-Yalnızlaştırma

-Sahip olduğum şeylerimin elimden bir bir alınması

-Sokaklarda, yolda, yolculukta ısrarlı takip, domuz kovalar gibi kovalama

-Lafla sataşma, bakışla taciz

-Alay edilerek aşağılama

-Taklit etme

-Yok sayma

-Kötü, rahatsız edici sesle iletişim kurma. (Duvara, yere, darbelerle, motor homurtusu ile, rahatsız edici makine sesleri ile)

-Tuzak kurma

-Etrafımdaki insanların bana karşı kışkırtılması

-Hayatıma sürekli provokatör yerleştirme denemeleri.

 

——-

FAİL VE SUÇ ORTAKLARININ TANIMI:

İğdiş edilmiş ruh: Trajik geçmişleri vardır. Küçükken taciz edilmiş, cinayet görmüş olabilirler. Ailesi dağılmış, yetimhanede yetişmiş olabilirler. Ensest yaşamış ya da tanık olmuş olabilirler. Savaş, sürgün çocuğu olabilirler. Bu tür katilleri ve suçluları bunları yaşamış çocuklardan devşirmektedirler.

Merhametsiz: Kötü muamele ile yetişmiştirler. Sevgisiz ortamda, şiddet görmüş olarak.

Kıskanç: Şöyle bir iç sesleri vardır: “Her şey benim olmalı, çünkü ben doğuştan üstünüm, tanrı her şeyi benim için yarattı.”

Doymaz: Her şeyi ama her şeyi isterler. Gördükleri bütün güzel, parlak, üstün olan her şeyi.

Açgözlü: “Onu da, bunu da, şunu da.”

Fırsatçı: Kendini kurnaz sanma, imkanlar ve yetkiyi sınırlarına kadar, hatta sınırları da geçerek kullanma. Suistimal. İhlalcilik.

Bağımlı: Yapay, hakiki olmayan, kurgu, taklit bir dünyada yaşamaktadırlar. Bunu kendilerine tahammül edilir kılmaları gerekmektedir. Muhakkak bazen rahatlatıcı, bazen enerji verici, kendilerini üstün hissettirecek ve öyle gösterecek maddelere ihtiyaç duyarlar. Ayrıca güzel görünme, genç görünme kaygıları da olduğu için metabolizmayı hızlandıracak maddelerden asla vazgeçemezler, kısa sürede bunların bağımlısı olurlar.

Korkak: Şiddetli ölüm korkusuna sahiptirler. Sahip olduklarını kaybetme korkusu da bunu katmerler.

Kaypaklık: Ben merkezci oldukları için daima sadece kendi çıkarlarını korurlar, asla diğerkâm değildirler, Allah’tan korkmaz, kuldan utanmazlar… Yani onlara asla güvenilmez, ipleriyle hiçbir kuyuya inilmez.

Sabırsız, fevri: Doymazlığı, açgözlülüğü, tatminsizliği onları sürekli arayışa iter. Güvende hissedememe hali de hareket etme isteklerini tetikler. Sanki “huzursuz bacak sendromu” yaşıyor gibidirler.

Egoist: Tanrı, tanrısal, kutsal, mübarek vs hissettikleri için her şeye hakları olduğunu savunurlar. Onlar özeldir. Seçilmiştir. “Görevlidir”. O kendisinin hizmetçisi gibidir. Her an kendisine hediyeler, mükafatlar sunar. Kendi mabedinde her an kendisi için birini bir şeyleri kurban eder. Kendine birilerini, bir şeyleri “ısmarlar”, “peşkeş çeker”.

Kibirli: Şeksiz şüphesiz en üstün odur.

İddiacı: Herkes onun üstünlüğünü, haklılığını, özel oluşunu kabul etmelidir. Bu insanlar, bunun bir yansıması olarak bahis oynamayı çok severler. Şans oyunlarına tutulmaları çok kolaydır. Hep, “bir gün çok büyük kazanacaklarına” inanır, “son gülen, iyi güler” diyerek, bir gün herkese nasıl had bildireceğine emin olduğunu belli eder. O bir gün bir türlü gelmeyebilir.

Asalak: Etrafındaki herkes ve sahip olduğu her şey, ona hizmet etmelidir.

Sömürü: Kendileri hakiki olan hiçbir ulvi, asil şeye sahip değildirler. Ilginçtir tabiat da pek onlardan yana değil gibidir. Büyük zenginlikler, kaynaklar onların yaşadığı topraklarda onların istediği düzeyde bulunmaz. Kendileri de tanrı vergisi üstün yeteneklere, güzelliğe, göz alıcılığa sahip değillerdir. Ama hırsları sınır tanımaz. Ne yapar eder güzelliklere, kaynaklara sahip olurlar. Onlarda olan ve diğer insanlarda olmayan özellik tam olarak budur. Çalma yeteneği.

Vicdansızlık: Vicdanları her daim müsterihtir. Onlar doğuştan haklıdır. Hatta hayat hikayelerini dinleseniz onlara acır, muhakkak ağlarsınız. Mağdur, mazlum ve masumdurlar. Dikkatli bakarsanız, empati yoksunu, duygusuz bir insanla karşı karşıya olduğunuzu görebilirsiniz.  

Vatan haini: İçin için vatanlarından nefret ederler. Çünkü vatanın kendinden büyük bir şey olduğu ve başkalarına da ait olduğu gerçeği ile sık sık yüzleşmektedirler. O yüzden onun da tek sahibi olmak isterler. Vatan mefhumu, kendisinden başka bir tanrının olduğunu ona hatırlatan bir varlıktır. Tek başına da sahibi olamayacaktır, öyleyse üleşmelidir. Bulunduğu yerde “komprodor” olma imkânı varsa muhakkak olur.

Her şeyi satabilir: Bu “satış” işinin, sınırsız harcamalarına gerekli olan finansmanı sağlayan bir şey olduğunu çabuk keşfeder. Daha çocukken evde bulduğu şeyleri üç kuruşa okutarak başlar bu işe.

YALANCI: Ustası olduğu yegâne konudur, diyebilirim. Esas zanaatı budur.

İKİYÜZLÜ: Kandırmak için iki yüzlü olmak gerektiğini de çok erken yaşlarda öğrenir. Zaten bu tabiat ona ailesinden geçmiştir. Onların iki yüzlülükle; toplumsal mevkiler, saygınlık ve zenginlik kazanmalarına şahitlik etmiştir. Babası, anası bu hususta onun ilk yol göstericileridir. Annesi babasını mütemadiyen aldatmış çocuklarda, babası annesini mütemadiyen aldatan çocuklarda görüldüğünden daha fazla görülür bu iki yüzlülük.

Ezberci: Hakiki olan hiçbir niteliği yoktur. (Yukarıda belirttiğim yalancılık ve iki yüzlülük haricinde.) Bu yüzden, bakarak öğrenmesi, ezberlemesi gerekir.

Özgün olmayan: Çalar. Olmak istediği kişiliği bile.

Taklitçi: Bu hususta her geçen gün daha da ustalaşmak durumundadır. Buna mecburdur. Sürekli beslenmesi gerekir. Kendini besleyebileceği, güncelleyip, tazeleyebileceği, yenileyebileceği, yani kanını emebileceği birine ihtiyacı vardır. Kendisi özgün düşünce üretemez. Çocukken ezberlediği şeylerden başka kendini geliştirmeye yönelik bir şey yapmayı da bilmez. Başkalarına özenir. Daha parlak, daha güzel, daha akıllı bulduğu başkalarına… Onları taklit edebilmek, onlara benzeyebilmek için her şeyi yapabilir.

 

Özür dilemezlik: Bu durum, yani özür dilemek ya da alttan almak, onun mükemmelliğine gölge düşürecektir. Ama enteresandır, zorda kalırsa ayak bile öper, diz de çöker, secde de eder. Şahsiyeti, onuru yoktur, kibri vardır. Onursuz bir insan olduğu için korkuları tetiklendiğinde geri adım atmış gibi yapacaktır. Ona inanmak ölümcül bir hatadır.

O her daim suçludur. Kendi ölçeğinde bir suç makinesi gibidir. Hırsızdır. Mobbingçidir, aldatıcıdır. Tacizkar, tecavüzkardır. Ama tanrılık imajını temiz ve parlak tutmalıdır. Bu yüzden kurduğu bütün düzenek, her daim haklılığını, masumluğunu ispatlamak içindir.

DEMOGOG: Laf cambazlığı. Üste çıkma, yaptığı hatayı, işlediği suçu, günahı, olduğundan başka gösterme, allama pullama, ustası olduğu işlerdendir. Onlarla konuşarak anlaşma gayreti içinde olmak, labirentte kaybolmak gibidir.

——-

Karşınızdakiyle hangi şekilde iletişim kurmak isterseniz isteyin, onun anlayacağı dili öğrenmeden bunu gerçekleştiremezsiniz.

Düşmanınızı iyi tanımadan savaşa girmemelisiniz.

Bunun için mikro savaşlar tanzim edilir.

Antik çağlardan beri, düellodan, bölgesel çatışmalara kadar, bir takım küçük ölçekli sembolik savaşlar, büyük bir savaşa girmeden önce, usta taktisyenler tarafından kullanılmış yöntemlerdir. Tinne, cadılar için yaptığı çalışmada, işe düşmanın “karakter analizini” net bir şekilde yaparak başladı.

Ha, bir de, onların hangi dilden anlayacağına karar vermelilerdi.

Ölçek kısasa kısas mı olmalıydı, yoksa savaşçılarına sınır koymasa daha mı iyi ederdi?

Bunu Nabustannezar’la görüşecekti.

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik

– 32 – İğdiş Edilmiş Ruhlar

İĞDİŞ EDİLMİŞ RUHLAR 

Tinne, perdenin arasından baktı ve dedi ki, “Yecüc Mecüc bunlar.” 

Hadi canım, dedim.  

Baksana sürekli saklanıyorlar. Her işlerini gizlenerek, gizleyerek ve gözleyerek yapıyorlar, emellerine hep bu şekilde ulaşıyorlar. 

– Başka? 

– Kısa boylular. Hep siyah giyiyorlar. Siyah onların en sevdiği, en tercih ettiği, içinde en rahat ettikleri renk.   

– Üstelik de Doğu’dan geliyorlar? 

– Evet. 

– Ve sen tek başınasın. Beni sayma. Benim bir yardımım yok sana. 

– Varlığın yeter. Bana inanman, güvenmen yeter. 

– Merak etme ben seni tımarhaneye tıkmam. Bir de ne kadar kalabalıklar değil mi? 

– Evet Çin ordusu gibi. Hiç görmedim ama Çin ordusu böyle bir şeydir herhalde. 

– Her yerdeler. Ne yapacaksın? Ne yapacağız? 

– Yapabileceğimiz bir şey yok. Belli ki benim ölmemi istiyorlar. İntihar ederek ölürsem çok sevinirler.  

– Suçun ne acaba? 

– Kadın olmakla başlayabiliriz. Bir erkeğin koruması altında olmadan var olabilmek onları rahatsız ede gelmiştir.  

– Sen bunları nereden biliyorsun? 

– Okuyorum. Hayatı. İşaretleri. Kulak veriyorum, dinliyorum ve okuyorum. O kadar çok konuşuyorlar ve hiç susmadan, her daim o kadar çok bir şeyler söylüyorlar ki… Hep de aynı şeyleri söylüyorlar üstelik. 

– Yalnız ve güçlü bir kadın olmak mıdır tek suçun?  

– Güzel kadından nefret ederler.  

– Hayret! Ben de bayıldıklarını sanırdım.  

– Her yerde güzel kadın pazarlanıyor diye öyle düşündün değil mi? O gördüklerin mal, meta olmayı kabul etmiş ya da sahipli güzel kadın. Bir şekilde mülkün tapusu bir erkekte olmalı yani. 

– Bir erkek tarafından sahiplenilmemiş, yalnız, güçlü ve güzel kadın olmak mı Yecüc Mecüc saldırısına uğramanın sebebi? 

– Sahibin illa onlardan bir erkek olacak.  

– Anlamadım? 

– Şebekeye dahil olmamış erkekler de kurbandır. Eğer bağımsız bir erkekle berabersen seni de onu da çiğ çiğ yerler. 

– Hadi canım abartıyorsun! 

– Ben hep en yakınımdakilerden öğrendim her şeyi. Biliyorsun sıra dışı bir ailem vardı. Babam aziz pederdi ama kendi kilisesini kuran bir aziz peder. Ne zamanki Eydin dalmaçyalısı ve onun yüz arkadaşı kiliseyi sahiplendiler, babam rahat etti.  

– Rahattan mı ölüverdi yani? 

– O gönlünce evlenemediğinden ölüverdi. 

– ? 

– Eh her güzellik bir arada olmuyor ablam ne yapalım? Hem rahat edeceksin, hem kelebekler gibi o daldan bu dala konacaksın!

– Eydin’in annesiyle evlenseydi ya, ne kadar mutlu olurdu dalmaçyalılar? 

– Eh benim babam da eninde sonunda benim babamdır yani. Uyumluluk bir yere kadar. Çirkin ve yaşlı bir kadını ne yapsın? O gençleri, tazeleri sever. 

– Eydin çok ağlamıştır o zaman! 

Benim suratımı buruşturarak ettiğim bu lafa Tinne çok güldü. O da bağıra bağıra ağlama taklidi yaptı. Sus, dedim ona. Komşular duyacak. Komşularımız Yecücle Mecüc, duysalar ne olur, dedi. Hem onlar miniminiler! Gülmeye devam ettik bir müddet. 

– Hatırlıyor musun, Tartaryan’ın annesinin ayakları ne kadar küçüktü? 

-Hatırlamaz mıyım? Eve gelir gelmez, çantasından çıkarttığı kırmızı pabuçlarını şak diye atıp giymişti. Benim uzattığım pofuduk terlikler ne kadar ezilmişlerdi o kırmızı topuklu pabuçlar yanında? 

– Onlar da Yecüc Mecüc olmasın? 

– Onlar Yecüc Mecüc’ün ta kendisi, sen ne diyorsun? 

Elini “he heyy” dercesine sallamıştı Tinne. Kendimi gene aptal hissetmiştim. Şu kızın zekasına erişmek mümkün değildi. 

– Onun oğlu şebekeden işte, madem seni bu kadar seviyor, takip ediyor, gelip istese ya.  

– O normal bir erkek değil. 

– Nasıl normal bir erkek değil? 

– O hep kadın olmak isteyen erkek görünümlü bir zavallı. İlk başta acıyordum ona. Ama şimdi bulsam üzerine asit döker yok ederim. Sadece onu değil, bütün sülalesini. Yecüc Mecüc’ün çıktığı delik tam olarak onların hanesi! 

– Bak yaa… 

Şaşırmıştım. Gerçekten çok şaşkındım. “Noktaları birleştirin, bakın ne çıkacak!” oyunu oynuyorduk sanki. Ama bu noktalar birleşince ortaya tam bir felaket, akıl almaz bir trajedi çıkıyordu. 

– Onun idolüyüm ben. Benim gibi sarı saçlı, benim gibi yetenekli, benim gibi zeki olmak istiyor. Duymadın mı son köpürtajında ne demiş, “komik bir rol oynamak isterdim!” 

– O mu? Ya o tafya dizisi oynamacısı değil miydi? Komedyenlik ne alaka? 

– Bil bakalım ne alaka? 

Tinne gene yüzünü o sevimli şekillerden birine soktu. Tavana bakıyordu muzip muzip. 

-Ha… Bu adam harbiden sen olmak istiyor! 

– Aferin ablacım yani, nihayet!

– Yahu aslında benim de aklıma gelmişti, bu gariban doğulu, ne alaka sinema televizyon limited şirketi kurmak falan diye. 

– Rüyasında görmüştür belki.

Gene muzip muzip gülüyordu. Zavallı adam! Tinne olmak istiyordu. Bu ne büyük bir acıydı! Kıllı, esmer bir cüce olup, böylesi yetenekli, zeki, güzel bir sarışına dönüşmeyi istemek! Büyük bir acı, büyük bir ıstırap olmalıydı gerçekten. 

– Çok yazık… 

Diyebildim sadece. 

– Kendisi acı içinde kıvrandığı için benim de acı çekmemi, hatta mümkünse yok olmamı istiyor. 

– Peki etrafına bu kadar adamı nasıl topluyor?

– Onun durumunda çok erkek var. Bu tür acılarını gizleyen, gizlemek zorunda olan. Erkeklerden oluşan örgütlere zorla tabi edilmiş, bunun için seçilmiş, yetiştirilmiş olan. Daha çok küçükken taciz edilerek ya da tüm hayatları ile ele geçirilip, sıkı kontrol altında, kullanıla kullanıla büyütülmüş, sonra toplumsal saygınlık elde etmesi için evlendirilmiş, gene de diğer erkeklerin kendisinden sadakat ve hizmet beklemekten vaz geçmediği köle erkekler. 

– Şebeke dediğin bu mu? 

– Evet. 

– Erkekleri daima kadınlara tercih eden, kadınları bir arayüz olarak kullanan erkekçikler. 

– Onlar kendi acılarını dindirmek için dünyayı felaketlerden felaketlere sürüklerler. Onevizyonun başına geçip, güvenli ve pahalı ortamlarında içkilerini yudumlarken felaketleri izler ve tatmin olurlar. Bak, onlar benim gibi acılar çekmedi ama şimdi ne haldeler, derler kendi kendilerine. Kendi ezilmişliklerini, ezile ezile küçülüp ufacık olmuş ruhlarının acısını giderebilmek için doğayı zehirleme bahasına büyük büsbüyük kocaman dev sanayiler kurar, kocaman saraylarda, büyük boy yataklarda uyur, büyük ve geniş, gösterişli arabalara ihtiyaç duyarlar. 

– Ve şimdi bu hastalıklı, sapık ruhlar, Tartaryan’ın sana eziyet etmesini seyredip tatmin oluyorlar?!. Bak, şimdi anlıyorum. 

– Tartaryan tatmin oldukça onlar da tatmin oluyorlar. 

– Bunlar aslında Mersomnesliler ve onların eline daha küçük yaşta geçmiş iğdiş edilmiş zavallı insancıklar. 

– Dünyayı onlar mı yönetiyor? 

– Hayır, pis işler onlara havale ediliyor. Çünkü iğrenme duyguları, ahlaki kaygıları, vicdanları kalmamış mahluklar onlar. Bu dünyanın bütün pis işlerinin yürütücüleri.  

– Tafya, madde, silah ve namusun yani onurun ayaklar altına alındığı her türlü ticaret.  

– Siyaset bunlardan biri olabilir mi? 

– Siyaset bu dünyanın en pis işidir. 

– Anladım. 

Sessizlik oldu. Ayağa kalktım. Perdeyi araladım ve sarı bezler asılmış karşı balkonda, gece gündüz oturan, oturmalarını makul göstermek için de nöbetleşe ve aralıksız sigara içen, “bunlar bütün gün hiç iş yapmıyor mu” denmesin diye balkon demirlerine sürekli göstermelik bir şeyler asan, fakir oldukları besbelli, mutsuz suratlı, iyi beslenmedikleri gayet iyi anlaşılan o insancıklara baktım. 

– Bunlar kim, dedim. Duyacaklarımdan peşin peşin üzülerek.  

– Onlar hayatlarının hiçbir değeri olmadığını bilen gariban insanlar. Kendilerini adamak, yaşamlarından vazgeçmek onlar için çok kolay. Çünkü değersizlik duygusu ile büyüdüler. Şimdi onlara birileri iş verdi. Onların “devlet” zannettiği birileri. Artık kendilerini önemli ve değerli hissediyorlar. Hiç yorulmadan, yaz sıcağında güneş başlarına geçerken bile kımıldamadan orada öylece duruyorlar işte. Ne yazık ki o sapıklar bu insanları kendi zevkleri, eğlenceleri için kullanıyorlar. Oysa ataları siperlerde ne kahramanlıklar yapmışlardı bu zavallıların, kim bilir? 

– Siyaset o mahlukların elindeyse devletten de hayır beklememek gerek. 

– Dur bakalım ablacım. O kadar umutsuz olma. 

– Umut mu bıraktın bende be Tinne! Git Allah aşkına! 

– Ben düşmedikçe ne vatan düşer, ne dünya. Sen hiç merek etme. Ateş etrafımızda gezinir durur, bizden korkar. Ateş kimi yakacağını bilir. 

– Öyle olsun bakalım Tinne’ciğim. 

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik

– 30 – Cadılar Konsülü

CADILAR KONSÜLÜ

İçeriye girdiğinde cadıların neden ayağa kalktığını anlayamadı Tinne. Herhalde usulleri böyle, ne kadar saygılılar, dedi içinden.

Kimse konuşmuyordu. Siyahlar giymiş birçok kadın ona merakla bakıyordu

Davet edildiği salonda oturma yerleri tribün sistemine göre yapılmıştı. Tinne’nin etrafı yarım daire şeklinde dizilmiş tribünlerle çevriliydi. Hiç boş yer yoktu ve ayaktaki bu kadınlar niye böyle donmuş gibiydiler, anlamıyordu.

“Selam” dedi.

Bir mırıltı yükseldi. Herkesin kendi dillerince karşılık verdiğini anladı Tinne.

Tekrar sustular. Hala ayaktaydılar.

Nabustannezar Tinne’ye bir koltuk getirilmesi için işaret etti.

Tinne oturunca, cadılar da oturdular.

Tinne’nin eline telekon verildi. Tekrar bir sessizlik hâkim oldu.

“Önceden düşman bendim, şimdi buradaki herkes namlunun ucunda.”

Cadılar onaylamak için başlarını salladılar.

“Daha önce dost muyduk onlarla peki?”

Kimileri güldü. Kimileri önüne baktı. Kimileri “hayır” anlamında başını salladı.

“En eski kitaplardan başlayalım. Yazılanlara bakılırsa kadınlardan korkuyor gibiler, değil mi? Sanki kadın insan değil, başka, tehlikeli bir tür. İnsandan başka bir tür.”

Sıkıntıyla başlarını salladılar.

“Sizler, yüzlerce yıl önce, sisteme kabul edilmiş olmanın minnettarlığıyla bu düşmanlığın bittiğini düşündünüz.”

Onaylandığını gören Tinne, daha seri konuşmaya başladı.

“Meğer, sadece benim değil sizin üzerinizde de denemeler yapmaktalarmış.”

Nefeslerini tutmadan dinliyorlardı.

“Bir kadının hayatının üzerinde oyun oynandığını görüyordunuz ve itiraz etmek yerine oyuna katılıyordunuz.”

Cadılar Nabustennezar’a baktılar, bizi sen savun, dercesine.

Nabustennezar, susun ve sabırlı olun işareti yaptı.

“Bu yaptığınız yanlıştı.”

Gözlerini kaçıran cadılar Tinne’ye hak veriyordu.

“Şimdi ise aynı durumdayız.”

Tinne, arada susuyor, etrafına bakıyordu.

“Sanırım bir noktada, seyirci kalamadınız ve taraf tuttunuz.”

“Çünkü yüzyıllardır oynanan bu oyunda kimse benim kadar haklı, benim kadar masum olmamıştı değil mi?”

“Kadın kahramana, kendilerini haklı çıkaracak bir suç isnat etmeyi her zaman başarmışlardı, ta ki bana kadar.”

“Bu oyunda tekmelenen top olması için seçilen kadın, muhakkak başına geleni hak etmiş oluyordu, değil mi?”

“Annem, onlardan birini, ya da birilerini dilfonla arayarak göz yaşı döktü değil mi?

Hatta şöyle söyledi: -Tinne sesini değiştirdi- Ben kızımı geri istiyorum. Onu bana geri verin ne olur, yalvarırım size!”

“… ve onlar hiçbir annede görülmeyecek taş kalbe sahip bu kadını son derece takdir ettiler? Onun amacına ulaşmak için her şeyi yapabilme kapasitesini çok beğendiler. Çünkü onu kendilerine benzetmişlerdi. O da tıpkı onlar gibi bir takiye ustasıydı. Sevgisizliğini sevgi taklidiyle örtmeye uğraşıyordu. Asıl amacı güçtü, ünvandı ve bana en az onlar kadar düşmandı.”

“Düşman bir anne. Üstelik düşmanın annesi! Düşmanımın düşmanı dostumdur, öyle değil mi?”

Cadılar birbirlerine bakmaya başladılar. Saf, ezik, aptal ve fazla iyi niyetli bildikleri Tinne başka birine dönüşüyordu. Konuştukça içinden başka birisi çıkıyor gibiydi. Yüzlerine gülümseme yayıldı hepsinin. Salonda tuhaf bir enerji oluşuyordu, elle tutulurcasına hissedilen bir enerji. Adı umuttu, adı dirilişti, hatta adı zaferdi bu enerjinin.

Cadılardan biri dayanamadı yanındakine dirsek attı.

“Şöyle bir durum değerlendirmesi yaptım ki bundan sonra ne yapacağımıza doğru karar verelim.”

Tinne yerinden kalktı, telekonu koltuğa bıraktı. Cadıların oturduğu sıralara yaklaştı.

“Sizden bir şey rica edeceğim.”

Onların gözlerini daha yakından görebiliyordu.

“Beni yalnız bırakın. Bu savaşta lütfen beni yalnız bırakın. İşime karışılmasını istemiyorum. Bir de sizi düşünmek istemiyorum. Çocuklarımı bu yangından kurtarabilmek için akla karayı seçtim. Çıraklarımı koruyabilmek uğruna başıma gelmedik kalmadı. Dostlarımdan borçsuz ayrılabilmek için çok bedel ödedim. Sizden iyilik falan istemiyorum, kimseye borçlanmak istemiyorum. Gölge etmeyin yeter!”

Herkes donup kalmıştı.

Nabustannezar ayağa kalktı ve Tinne’nin yanına geldi.

“Biz sizin gölgeniz oluruz efendim.”

Dedi.

Tinne, ne yanıt vereceğini bilemedi.

“Ben sadece yalnız savaşmayı biliyorum. Başka türlüsünü bilmiyorum.”

“Öğrenirsiniz.”

Tinne ona baktı. Nabustannezar Tinne’nin bakışlarına yanıt verdi:

“Emirlerinize kayıtsız şartsız itaat edeceğimize söz veririz!”

Salon uğuldadı. Cadılar reislerinin sözlerini tekrarladılar.

“Neden, diye sormayacaksınız.”

Bir ağızdan cevap verdiler:

“Sormayacağız.”

“Beni sorgulamayacaksınız.”

“Söz!”

“Bütün sorularınızın yanıtını alırsınız, eğer sabrederseniz.”

“Tamam!”

“Öyleyse anlaştık.”

“Hiçbirinizin üzerinde mal, mülk, bankada para olmayacak. Derhal yakınlarınıza devredin. Sevdiklerinize, varsa çocuklarınıza. Bütün borçlarınızı ödeyin. Çok fazla bağış, yardım ve saire yapmalısınız. Çünkü savaşa gidiyoruz. Buna ihtiyacınız olacak. Bundan böyle tatil yok. Şimdiye kadar hangi sıklıkta toplanıyordunuz bilmiyorum ama en az haftada bir olmalı. Bekar olanlarınız mümkünse aynı evde, ya da aynı binada yaşamalılar. Bundan böyle evlenmek yok. Çocuk yapmak yok. Siz savaşçısınız, yumuşak karın istemiyorum. Zaaflarınızdan arının. Zevklerinizin pahalı, gösterişli, zahmetli olanlarından vaz geçin. Söyleyin bakalım, av yapıyor musunuz?”

Karmaşık duygular içerisindeydiler. Bekledikleri kişinin bu kadın olduğuna hepsi emin olmuştu. Komutları bir bir ezberliyorlardı ve neden şimdiye kadar böyle yapmadık biz, diye kendilerini sorgulamaya başlamışlardı. Av mı? O da neydi?

“Ama erkekler yapıyor? Yüzyıllardır hem de! Onlar geceleri sizin gibi yumuşacık yataklarında keyfetmiyor! Kendilerine bir düşman, bir öteki icat edip düşüyorlar peşine. Onların bütün sistemleri bu av üzerine. Geceleri av, gündüzleri maç yapıyorlar. Her an güçlü ve uyanık olabilmek için, her şeyi göze alıyorlar.”

“Av yapacaksınız. Sizler, Allah’ın yarattığı canlıları sırf canınız istiyor diye değil, eğlenmek için değil, zinde olmak için değil, mazlumlar için avlanacaksınız! Beni anlıyor musunuz? Küçük çocuklara, hayvanlara, savunmasız, korumasız canlılara, kimsesiz kadınlara saldıran, tecavüz edenlerin peşine düşeceksiniz. Sizin düşmanınız zalimler ve onları koruyanlar! Herkes gücü, kapasitesi yettiğince bu ava katılacak. Haftada bir av yapacaksınız. Hepiniz! Genç yaşlı dinlemem! Karınca kararınca hepiniz katılacaksınız!”

“On gün sonra buraya esirlerinizi görmek için geleceğim. Eğer av sırasında ölürlerse organlarını bağışlayın.”

“Bu kadar yüzyıldır bir av yapabilecek kadar teşkilatlanamadıysanız, yazıklar olsun size! Kapatın, gidin öyleyse!”

Cadılar şu ana kadar figüran olduklarını ama artık ipleri ellerine almak üzere olduklarını düşünmekteydiler.

“Nasıl olsa bizi öldürmeye karar verdiler! Hepimizin kalemini kırdılar! Ölmeden önce kaç kelle alırsak kârdır!”

Kuralları unutmuşlardı, reisin, kürsüsü üzerinde duran çanı çalmasını falan bekleyemediler. On üç yüzyıldır olmayan şey oldu. Hepsi ayağa fırladılar, cüppelerini, şapkalarını, boyunlarındaki fularları havaya fırlatıyorlardı. Birbirlerini öpüyor, kucaklayıp kaldırıyorlardı. Titreyerek, ürkerek, savunmada geçmişti bütün varoluş hikayeleri. Ölmekten ilk defa korkmuyorlardı. Tinne oradan ayrıldıktan sonra, günlerce toplantı alanını terk etmediler. Kimi, nerede ve nasıl kovalayacaklarına karar verdiler. Tinne onlara gitmeden anlatmıştı, plan yapmak işin onda dokuzudur, eylem bir saattir, planlaması günlerce sürer demişti.

Hepsi aynı anda durup, birbirlerine şunu sordu o akşam: Tinne bütün bunları nerden bilebilirdi?

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik