– 43 – “AÇIN KAPIYI!”

– 43 – “AÇIN KAPIYI!”

“Açın kapıları savaşa gidelimmm!”

Tinne, onevizyonda seyrettiği sahneye acı acı güldü. Sahne dediğime bakmayın, haberleri izliyorduk.

“Bu dünyadaki en iyi savaşan milletin haline bak!” diye söylendi.

“Ne yapsalardı” diye savundum. Savunduğum bendim belki de. “Bu zamana kadar liderlerin devreye girmesi gerekirdi.”

“Belki de yapıyorlardır, ne biliyoruz?”

Tinne, fısıldayarak, sayıklar gibi konuştu:

“Bombalama hızlanarak devam ediyor ve binlerce insan ölüyor, ölmeyenler su bile bulamıyor!”

“Haklısın. Netice her şeyi söyler. Gerçek ortada…”

Tinne son günlerde kabuğuna çekilmiş gibiydi. Daha az konuşuyor, yüzü hiç gülmüyordu. Onun en zor zamanlarında bile böyle olduğunu görmemiştim. En beklemediğimiz anlarda çıkıp gelen Nabu, ortalarda görünmüyordu. Bir an ondan medet umdum. Keşke olsaydı. Onun, varlığı bile, Tinne’ye güç vermeye, yüzünün gülmesine yeterdi.

“Şimdi Nabu burada olsaydı, bize çok şey anlatırdı. Bütün bunların hem fizik, hem metafizik açıklamasını yapardı”, dedim. Aslında onun nerelerde olduğunu merak ediyordum.

“Her şey ayan beyan ortada. Kör olmak gerek görmemek için. Sen de yaparsın o açıklamayı.”

Tinne beni tersliyor muydu ne?

“Ama o bir zamanlar dünyayı yönetenlerle aynı masadaydı Tinne! Bize çok şey anlatabilir, bizi aydınlatabilir!”

“Şimdi onu da ortadan kaldırmaya çalışıyorlar… Benim yüzümden… Çok dikkatli, adeta saklanarak yaşıyor.”

“Dünyayı hem fizik, hem metafizik bilgiyle yönetiyorlar değil mi?” Ona acı veren başka bir mevzuyu daha deşmeye gerek yoktu.

“Hem büyülerle, hem örgütlenerek…Hiyerarşiyi katı bir şekilde koruyarak. Bak, mazlumlardan yana olduklarını iddia eden, hakim güce baş kaldırmak için kurulmuş terör örgütleri bile, sus pus! Demek ki onlar da aynı merkezden örgütlenmişler.”

Nihayet Tinne’nin dili çözülmüştü. Onun bu haline dayanamıyordum.

“Biliyor musun, metafizik aslında şimdi kullandığımızdan başka bir anlam taşıyordu. Aristo, önce Fiziği yazdı, bir sonraki eserine de bu adı verdi. Yani, Fizik’ten sonraki demek istedi. Bugün metafizik kelimesi, mistik olan her şey için kullanılıyor. Ama sen metafizik derken okült ilimlerini kastettin, anladım ben. Doğrudur. Adamlar her türlü ilimi bilimi, insanlığın bulduğu, görünen görünmeyen her yöntemi kullanmaktalarmış. Ben zaten şüpheleniyordum, Nabu şüphelenmekte haklı olduğumu söyledi.”

“Ne yapacağız Tinne? Bizi çepeçevre kuşatmış olan bu kötülükten nasıl koruyacağız kendimizi?”

“İkinci Tin ustası geldikten sonra savaş şart oldu. Zaten sonuncu Tin ustası bunu uyguladı.”

“Haydiii… Gene başladın sır gibi konuşmaya!”

“Şu ‘önce gelenler’ var ya, onlar çok büyük iddialar attılar ortaya ve kendilerinden sonra gelen bütün ustalarla gizli ya da açık hep savaştılar. Doğal olarak savaş şart oldu. Savaştan başka bir yol yok!”

“E, niye oturuyoruz öyleyse?”

“Erkek değiliz de ondan. Erkek olsaydık oturmamız çok ayıptı.”

“Erkekler de oturuyor. Onlar da bizim gibi oturup seyrediyor?”

Gülerek baktı yüzüme. Gülmesine aldanmadım. Acı çekiyordu.

“Her şey açık değil mi?”

Açık olmaz olur muydu, her şey açıktı. Ama biz hayat tıngırtısı peşinde, keyiflerimizin, küçük mutluluklarımızın peşinde, eşeğin havucu kovalamasına benzer bir koşuyla koşuşup duruyorduk. Etrafımıza bakacak halimiz yoktu. Çok mühim işlerimiz vardı! Oysa insanlığın yok edilmesinden daha büyük ne olabilirdi? Biraz ilerimizde yapılan bu soykırım, bizim de risk altında olduğumuz anlamına gelmez miydi? Ama gözümüz havuçtan başka şeyi görmüyordu! Canımızı, malımızı, namusumuzu gasp etmek isteyen kurnaz avcıların tuttuğu havucun peşinde boşa çabalayıp duruyorduk.

“Düşman var olduğu sürece savaş tehlikesi vardır. Bak abla, onları öldürenlerle, bizi öldürecek olanlar aynı adamlar. Onlara saldıranlarla bize saldırmış olanlar aynı ekip. Ben bu kayıtsızlığı, bu rahatlığı bir türlü anlayamıyorum!”

Rengi solgundu. Kendi başına belalar gelip çattığında böyle güçsüz, halsiz, bıkkın olmazdı. Ama belaya uzaktan bakarken böyle endişeli olurdu o. Yapabiliyorsa hayatında bir takım değişiklikler yapar, hiçbir şey yapamıyorsa da ruhen hazırlanırdı. Olanları ve olabilecekleri, durmadan  kafasında ölçüp biçtiği belliydi.

“Biz onları kabul ettik, onlar bizi kabul etmedi. Gizli ya da açık hep bizimle savaştılar. Varlığımızı daima lanetlediler ve bizi doğal düşman, ikinci sınıf ya da hayvan ilan ettiler.”

“Öyleyse biz de onları kabul etmeyelim?”

“Etmeyelim! Kısasa kısas gerek!”

“Biz de onlarla savaşalım!”

“Nerdeeeee… Böyle durumlarda ordu kendiliğinden toplanır ve yola koyulur. Birini linç etmek istedikleri zaman nasıl yollara düşüveriyorlar, değil mi? Dosdoğru kapısına gidiyorlar, elleriyle koymuş gibi buluyorlar adresini, düşman ilan ettiklerinin?”

“Evet, politikacılara, şarkıcılara falan yapıyorlar bunu.”

“Şimdiyse “açın kapıları gidelim” diye yırtınıp duruyorlar. Kavga sırasında “tutmayın beni” diye yaygara yapan korkak adamlar gibi. Hani, adam aslında “beni tutun” diye tantana yapar ya? Kapı mı var sanki? Varsa da kapalı mı? İleri Batı’ya yüze yüze, yürüye yürüye gidenler, neden şuracıktaki Kenar Doğu illerine bir türlü gidemiyorlar? Üstelik kendileri de orada yaşıyorken? Biz denizden komşuyuz, öbürü karadan komşu… Desen ki Agarika’ya vatandaşlık dağıtıyorlar, kanat takıp geçerler okyanusu!.. Tin sahibi olmak, savaşçı olmayı gerektirir. Çünkü tine şahitlik ettin mi meydan okumaktasın, demektir. Tine girer girmez, düşman da edinirsin. Sarınıp sarmalanıp, günlük dansını yaparak tinini koruyamazsın!”

“Hepimiz ayakta uyuyoruz”, dedim, yürekten inanmış olarak. Benim de canım sıkılmıştı. Tinne, durup dururken bir şeye üzülmezdi zaten. Hayatın zorlukları, terslikleri kolay kolay onun neşesini bozamazdı. Bir şeye üzülüyorsa, kızıyorsa orada ciddiye alınması gereken bir durum, dahası yarın öbür gün başımıza iş açacak bir tehlike olurdu.

“İleri görüş sahibi değilsen, hiçbir şeye sahip olamazsın. Tin’e bile…”

“Tabi ya, malının bile başına gözcü koyarsın, uyursa hırsız gelir götürür. Biz körüz kör.”

“Malın güvende değil. Toprağın güvende değil. Namusun güvende değil. Gözcüler uykuda.”

“Uykuda olanı uyandırmak kolay. Satılmışı ne yapacaksın?” Bu sefer sert çıkan bendim.

Buna cevap vermek çok kolaydı. Vatanını, namusunu, kendine emanet edileni satanı ne yapacağımız, aslında bütün kitaplarda yazıyordu. Aklın yolun birdi.

Herkesin bildiğini söylemek anlamsızdı. Hainler, hainliklerini yapabilmek için kılık değiştirmişlerdi. Bunu en iyi bilen Tinne’ydi. O bir şey yapabilmiş miydi? Ne hukuktan, ne devletten, ne eş dost dayanışmasından sonuç alabilmiş miydi? Her şey bitmişti, tuz kokmuştu. Masumlar rahatça katledilebilirdi. Kadınlar pazarda satılabilirdi. Yetimin malı, hatta yetimin kendisi yağmalanabilirdi. Tinne, bunu en yakından görmüştü. O yüzden önüne bakıp, acı acı susuyordu.

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afe Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma, Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik,İlyas Temel şafak, Defne Ilgaz, Necati şaşmaz, Kurtlar Vadisi, Polat Alemdar, sahte Mehdi, adnan Oktar, İbrahim kalın, CIA, FBI, MOSSAD, Üçüncü Dünya Savaşı, necaaattii, ibne, godoş, orospu çocukları, sahil şaşmaz, abdülkadir şaşmaz, recai şaşmaz, zübeyr şaşmaz, panafilm, tayyar baba, elazığ, bkm, yılmaz erdoğan, güldür güldür, ali sunal, aydın ılgaz,

 

 

 

 

– 31 – Tiritler

TİRİTLER

Mersomnesliler saraylarında mutlu mesut yaşayabilsin diye ne acılar yaşanıyor dünyada… Her şey ama her şey hep o Mersomnesliler kendilerini güven içinde hissetsinler diye oluyor. Bu dünyada bildiğiniz bütün düzenler, çarklar hep o Mersomnesliler tahtlarında oturabilsinler, düzenleri devam edebilsin diye ayarlanmakta.

“Tin” diye bir şey uyduruldu mesela. Bir takım sıradışı insanların etrafında dönen kahramanlık hikayelerini, gene Mersomneslilerin hükümranlığını kurmak ve sağlamlaştırmak adına kafa kafaya verip yeniden yazdılar.

Onlar biliyordu kendilerinin “başka” olduğunu, bu dünyaya ait olmadıklarını. O yüzden bir “beyaz kan” mavalı uydurmuşlardı. Onlara göre beyaz kanlılar, beyaz kanlılarla evlenmeliydi. Aralarına

hiiç dünyalı karışmamalıydı. Dünyalılar merhametli oluyorlardı, aşık falan oluyorlardı. Onların istemediği türden zaaflar gösterebiliyorlardı. Bu korkuyla birbirleriyle evlenip durdukları için çirkin, şekilsiz, sevimsiz görünümlüydüler. Kendi çirkinliklerinden kendileri de ürktükleri için, bir müddet sonra insanlarla evlenmeyi uygun buldular. Ama türlü katı kurallar uyguladıkları kendi çocukları, bir müddet sonra onlara isyan ediyor, yuvadan ayrılmak istiyor, Mersomneslilikten istifa bile ediyorlardı.

Sonuncu tin ustası, savaşçı bir adamdı. Onu bir türlü “hal”edememişlerdi. Ama ona yapamadıklarını ailesine , torunlarına yapabilmişlerdi. Sonuncu tin ustasının kızı pek yaman bir kızdı. Söyleyeceklerini eşi üzerinden söyler, halkını eşi vesilesiyle eğitirdi. Kocasının bırakın tini, kendisini bile koruyamayacak bir adam olduğunu anladığında, genç yaşında dünyayı terk etmeyi uygun görmüştü.

Kendisini ve ailesini korumaktan aciz adamlar tin getiremezlerdi, tini taşıyamazlar, hatta yaşayamazlardı.

Onun babası akıllıydı, temkinliydi, nerede atağa geçeceğini, nerede duracağını iyi bilirdi. Kocası öyle miydi ya? Kendini ispatlama gayreti içinde, ben merkezci bir adamdı. Güçlü bir egosu ve bir türlü giderilemeyen bir eziklik duygusu vardı. Ölen silah arkadaşlarının karılarını eve getirip, o zarif ve hassas karısına baktırmaya kalkışmıştı. Oysa o kadınlar kolay kandırabilir, ikna edilebilir, Ca’te gibi kadınlardı. Tin ustası adamın kızıyla aynı mertebeye gelmenin, onunla aynı hanede yaşamanın sarhoşluğu onları sarmaya başlamıştı bile. Babası damadını ikaz etmişti. Kızımla onlar arasında adalet sağlayamazsın, bu sevdadan vaz geç diyerek. Kocası “onlara ne derim, nasıl olmaz derim” diye kara kara düşünürken, Tin ustasının latif kızı, tam bir letafetle çekip gitmişti bu dünyadan.

Şükürsüz insanlar kibirli insanlardır. Adları ne olursa olsun.

Mersomnesliler kendilerini korumayı çok iyi bilirler. Sırf kendileri iyi, hoş olsun diye dünya insanlarını özenle tasarımlanmış tinlerle uyutur, zaaflarını çok iyi bildikleri için onları ustalıkla kullanır, bu insanları düşük eğitim ve bilinç düzeyinde tutmaya özen gösterirlerdi.

Zaten onların en sevdiği kitle düşük gelir ve eğitim seviyesindeki insancıklardı. Tinne onlara “tirit” ismini takmıştı.

Mersomnesliler bir araya geldikleri zaman kendi yarattıkları cennete hayranlıkla bakar, erdemli davranışlar gösterebilmek için bu cenneti ellerinin tersiyle iten insancıklar hakkında kendi aralarında alaylı konuşmalar yapardı.

Cennetin sahibi tanrıysa onlar tanrıydı! Tin ustalarının tarif etmek zorunda kaldığı cenneti, onlar çoktan inşa etmiş, bahsedilen tüm hazlara çoktan sahip olmuşlardı. Dünyanın tüm kuralkaidekanunları Mersomneslilerin bu cenneti korkusuzca ve doya doya yaşayabilmeleri için düzenlenmişti.

Dünyalılara ait kutsallarını Mersomnesliler’in amaçları doğrultusunda satabilen her dünyalı da bu cennetten -kısmen- faydalanabilirdi. Dünyadaki birçok insancık, Mersomneslilerin yarattığı o korkunç cehennemde olmamak için, kutsallarını kolayca satmışlardı. Bu zavallı tiritler cennetin en alt tabakasına bile razıydı.

Namus, bu kutsalların başında gelirdi.

Vatan ikincisiydi.

Sonra da tinlerini satarlardı bu tiritler.

Eğer bir dünyalı, karısının, kızının ya da kendisinin namusundan vaz geçebiliyorsa, vatan ve tinden de vazgeçebilirdi. Bunu binlerce yıldır denemiş ve iyice emin olmuştu beyaz kanlı, yönetici Mersomnesliler.

Tinne, ömrü boyunca en çok tiritlerle muhatap olmuştu.

Bunlarla muhatap edilmenin anlamının ne olduğunu çok iyi biliyordu. Ne kadar eğitimli, iyi aile kızı ya da namuslu olursan ol, bunların yaşadığın bu dünyada hiçbir anlamı yok! Birinci mesaj buydu: “Sen değersizsin!” Bir insanın gerçek değerinin ne olduğunun bir önemi yoktu, insanların değerini belirleyen sadece Mersomneslilerdi. Onlar yüceltirse yüceydi bir insan, onlar aforoz ederse, dokuz köyden taşlanarak kovulurdu.

Cennetlerindeki rahatlarını bozacabilecek her insan bir tehditti ya öldürülür, ya da diğer insanlara ibret olması için gazap dolu bir cehenneme atılırdı. (Cehennemler de cennetler gibi çeşit çeşittir.)

İkinci mesaj ise “risk altındasın”dı. En alt tabakadaki insanların bir kukla gibi yönetilebildiğini ona gözleriyle gösterip, iyice hissettirirlerdi. “Biz bunlara her şeyi yaptırabiliriz. Haberin olsun!”

Ben Tinne’ye sormuştum, bu kişiler sana ya da bir başkasına rahatsızlık verirken, güvenlik güçlerinin müdahalesinden nasıl korunabiliyorlar, diye. Tinne gülerek yanıtlamıştı, “çok ilkel bir korunma yöntemleri var…”

Öğrendiğimde hayret etmiştim. Mersomnesliler bütün dünyada o kadar basit ve çocuksu bir sistem kurmuşlardı ki, ancak çizgi filmlerde ya da absürt komedilerde olabilirdi kullandıkları yöntemler.

O tiritler ne yapıyorlarmış biliyor musunuz, sivilislerin kullandığı bazı renkleri kullanıyorlarmış.

Sivilisler üniforma giymeyenler oluyor. Onlar sivil hayatta provokasyonlar yaparken şikayet edilir ya da suç üstü olurlarsa diye renkler üzerinden bir korunma geliştirmişlermiş. Bordo-kırmızı kıyafetler, siyah pantolon üstüne siyah kısa kollu penyeler, siyah içlik üzerine giyilmiş haki renkli, ceket havasındaki safari gömlekler gibi.

“Ha bu bizden” deyip salıverilsin ya da görmezden gelinsin, tutanak tutulmasın, tartışma esnasında haklı çıkarılsınlar falan diye.

Tinne gülerek anlatıyordu. “Abla” -bana abla derdi- “görsen gülmekten ölürsün, özellikle adresi belli olanlar korku içinde ne yapacaklarını şaşırıyorlar. İfşa olmaktan ciddi korkuyorlar. Kafalarına moşist rengi siyah bir örtü, sırtlarına hamasi renk bordo bir bluz takıp balkona çıkıp oturuyorlar, balkon demirlerine de javudi rengi sarı torbalar, bezler falan bağlıyorlar. Belli ki ülkemizde çok acayip bir konsensus var. Her tarafa işaret çakarak kendilerini koruma altına alıyorlar.”

“Konsensus ne ki” diye sorduğumda, gülmekten tıkanarak cevap vermişti: “Konsensus! Ben konuşayım sen sus!”

Tiritler sayıları en fazla olan, hiyerarşik piramitin en alt tabakasını oluşturan tabaka. Ailelerinde, ya da kendi geçmişlerinde utanılacak bir şeyler vardır. Toplumsal statülerini bir takım kötü olaylar nedeniyle kaybetmişlerdir. Söz gelimi adi suçlular en sevdikleri kesimdir Mersomneslilerin. Bunlar etraflarından intikam almak, kaybettikleri onurlarını geri kazanmak için her şeyi yapabilirler. Mersomnesliler onları cennete kabul ettiklerinde, görgüsüzce bir gösteriş içine düşerler.

Tiritlerin akıllı olmasına bile gerek yoktur. Emirleri sorgulamadan uygulayabilmeleri yeter şarttır. Deli raporu olanları azımsanmayacak sayıdadır.

Onlara çok ilginç komutlar verilebilir. Git şunun üzerine kus, ya da git şu dükkanın orta yerine dışkıla gibi.

Aforoz edilmiş, cennetten kovulmuş, cehenneme girmesine karar verilmiş bir insana neler yapılır neler! Artık o kişiye bu dünyada rahat yoktur.

Uçakla yolculuk yaparken hep düşünmüşümdür, dünyada onca yer varken neden bu insanlar hep bir yere öbeklenip böyle alt alta üst üste bir hayat sürer diye. Belediye hizmetlerinden yararlanmak ve güvende hissetmek ilk akla gelen yanıtlar.

Aslında insanların en az güvende olduğu yerlerdir bu toplu yaşama alanları, onları kontrol altında tutmak ve manipüle etmek son derece kolaydır.

İstenen desteği göstermemiş yerleşim yerlerinde yaşayan insanlara belediye hizmetleri de gitmez, güvenlik koşulları da yeterli şekilde sağlanmaz.

Ne yazık ki dünyada yönetimi ele geçirmiş olan Mersomnesliler bu dünyanın en son güveneceği varlıklardır. Kendilerinin çok dikkatli şekilde kullandıkları o akıllı sistemlerin hepsi, bizim daha kolay yönetilmemiz içindir. Savaşmayı çoktan bırakmış ve teslim olmuş bir insanlığın yapacak bir şeyi kalmamıştır artık.

Babasının getirdiği tinin akıbetini tahmin eden ustanın kızı, doğurduğu çocuklara hep savaş ismini takmış, ama babasının itirazı ile her seferinde değiştirmek zorunda kalmış. Sonuçta o tin de kısa bir zaman içinde Mersomneslilerin eline geçmiş. Böylece sonuncu tin de saraylarda oturanların saltanatına saltanat katmak için kullanılmış.

Savaş adını taktığı çocuklara ne mi olmuş, ustanın kızı bu dünyayı terk ettikten sonra, birçok hileyle öldürülmüşler.

Tinne, bana, o kadının, çocuklarının koruyucusu olarak dünyaya sık sık geri döndüğünü, çocuklarının ve sevdiklerinin intikamını eninde sonunda aldığını ve daha da alacağını söylemişti.

Ben Tinne’nin basiretine güvenirim. ferasetine de. Bu kelimeler ne anlama geliyor bilmiyor olabilirsiniz, şöyle söyleyeyim, doğru ile yanlışı ayırt etme kabiliyeti ile öngörü. O tam bir kaptan bence. Hayat denizinde, beden gemisini, gördüğüm en akıllıca yürüten bir kaptan. O da tıpkı tin ustasının kızı gibi düşünür: “Gemilerimiz her daim teyakkuz halinde olmalı” der. “Çünkü dünya, dünyalılar tarafından yönetilmiyor.”

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik

– 20 – Namus

NAMUS

Tinne kızını aradı taradı bulamadı, bulamayınca Vagna’ya sordu. “Onu Karadümbüklülere verdim” dedi, annesi.

Neden böyle bir şey yaptın, dedi Tinne.

Çünkü onlar çok güçlü, dedi Vagna.

Nereden belli, diye sordu Tinne.

Çünkü her şey onların, dedi Vagna.

İşte bu yüzden ne Azizesin ne de Cadı, diye geçirdi içinden Tinne.

Düşman nasıl bir şeydir biliyor musunuz,
işlerinizi sekteye uğratabilir, hakkınızda ileri geri konuşabilir, size savaş ilan edebilir, sizi öldürebilir, işkence de yapabilir ama Vagna’nın yaptığını yapmaz.

Vagna önceki tezahürlerinin hiçbirinde bu kadar ileri gitmemişti. O da kıdemli bir ruhtu. Mezarlık arkadaşlarının Tinne’ye verdiği malumata göre kocasını zehirleyerek öldüren şu meşhur kötü ruh, Vagna’nın ta kendisiydi.

“Çok sevdim” ya da “çok âşık oldum” gibi laflar bu kötü ruhun ezelden beri çok kullandığı terennümlerdi. Hep bu “çok sevme” halinin arkasına sığınır, yaptığı bütün kötülükleri süslü kelimelerle mazur göstermeye çalışırdı. Tinne’ye, “ben seni çok sevdim ama sen bana ihanet ettin” gibi anne-kız arasında söylenmesi anlamsız olan şeyler söyler dururdu. Çünkü ezelden beri söylediği hep buydu.

Tinne onun onaylamadığı biriyle evlenmişti. Üstelik ondan çocuk yapmıştı. Elbette cezası büyük olacaktı!

Tinnecik kızını aramaya koyuldu. Karadümbüklüler kızını ne yapmış olabilirlerdi?

Dağa çıktı, en yüksek dağa. Kızımı kaçırdılar, kim bana yardım eder, diye bağırdı olanca gücüyle. Birbiriyle savaşan adamlar durup ona baktılar. Şalvarlı olanlar şalvarlı olmayanlara “bir dakika” dedi. Bir dakikalığına ateşkes yapıldı. O bir dakikada Tinne her şeyi söyledi. Durum etraflıca değerlendirildi. Şalvarlı olmayanlar şalvarlı olanlara “biz gelemeyiz ama siz gidin” dediler. Böylece dağda savaş bitti.

Şalvarlı askerler Tinne’yle şehre indi.

Sen burada iki dakika bekle bacım, biz konuyu anlayıp gelelim, dediler. Vagna’nın ve oğullarının evlerinin önünde sotaya yattılar. Aynı anda Karadümbüklülerin mahallesini de ablukaya aldılar. Tinne beklerken kapkara kopkoyu bir bulut gördü. Hayra yordu. İki dakika sonra şalvarlı adamlar geldi. Esas sorun senin kızında, onun iyi bir sopaya ihtiyacı var, bilesin, dediler.

Dümbükler ne oldu, diye sordu şalvarlı adamlara. Ne sen sor ne biz söyleyelim, dedi adamlar.

Bizim bir bacımız var. Baro Başganın yavuklusu. Bizden değil, komşudan, biz kadına el süremeyiz. O bakacak senin kızın çaresine…

Komşudan…diye tekrarladı Tinne, anlamadım?

Epeydir sınırlarımız kapalı hani, o komşu işte. Kız oradan. Baro’nun yavuklusu. Biz dokunamayız senin kıza ama o dokunur.

Kızın adı Deprem’di. Maes’i aradı ve Karadümbük’ten hemen taşınması gerektiğini söyledi. Maes gayet kararlı bir sesle şeker alabilmesi için çok para verdiklerini, oradan ayrılmayacağını ifade etti.

Ama Maes korkmuştu. Çünkü Karadümbük’ten yükselen bulutu herkes görmüştü. O da karakol sokağında oturan Vagna’nın evine sığındı.

Baro Başgan ve arkadaşları Vagna’nın sokağına barikat kurdular. Deprem tek başına yukarı çıktı ve orayı salladı.

Olay yerinden ayrılırlarken Baro ve arkadaşları Karakol’un önünde nöbet bekleyen çocuklara el salladı. Onlar da aynı şekilde el sallayarak karşılık verdi.

Namus söz konusu olduğunda düşman bile insafa gelir.   

Vagna, yatacak yerin yok senin.

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik