– 42 – PARAŞÜT OPERASYONU

– 42 – PARAŞÜT OPERASYONU

Dünyanın gerçek tek kadın gücü ve örgütünü iptal ettikten sonra, yeşil butona basmak üzere sığınağındaki ofisine koştu Siyon Amca. Bilinirdi ki yeşil buton, kırmızı butondan bir önceki işareti verir.

Dünyanın bütün erkek örgütlerinin şefleri yeşil işareti aldıktan sonra koşa koşa Kenar Doğu’nun kenarına geldiler. Kenar Doğu’nun kenarındaki bu ofiste daha önce hiç toplanılmamıştı. Zaten ofisler sadece bir kere kullanılırdı.

Kenar Doğu’nun kenarında toplanmanın anlamı “savaşın kıyısındayız” demekti. İşareti alan bütün şefler, prosedüre uygun şekilde çeşitli bineklerle toplantı yerine geldiler.

“Beklediğimiz işaretleri aldık”, diyerek söze başladı Siyon Amca.

Köle aslanın boynunu kırdı parolasını kullanmamızın nedeni bu köleyi biraz daha yaşatırsak, arenanın hakimi olacağına dikkat çekmekti. Ben artık kırmızı duruma geçmemiz gerektiğini düşünüyorum.

“Biz de aynı düşüncedeyiz. Hatta geç bile kaldık! Artık Tinne’ye büyü falan da işlemiyor.” diye ses verdi Hadam’lar. Ona yaptığımız büyüler bizi bile sarstı. Yapanı da öldüren büyüleri dahi denedik. Hınser olmuş yaşlı bir Hadam vardı. Ondan istedik. Çok zorlandı, üç gün sonra feci şekilde can verdi. Bizi bile silkeledi bu iş, bu kadın hala ayakta! Bu böyle olmaz. Ona da, temsil ettiği ne varsa hepsine, tamamen yok etme amacıyla, kararlı şekilde saldırmalıyız. Çok geç kaldık. Büyükler bizi sıkıştırıyor. Her gördüklerinde “geç kaldınız”, deyip duruyorlar. Kehanete yardım etmezsek yok olacağımızı söylüyorlar. Doğrusu, biz de aynı fikirdeyiz.”

Siyon Amca iki elini piramit yapmış, önüne bakarak, bütün dikkatiyle dinliyordu. Hadam’ın sözleri bitince, sıktığı dudaklarını gevşetti. başını üzgün üzgün salladı. “Yaşlı hadamın Holam Aba’da payı büyük olsun…”

“Yamen” dedi Hadam’lar bir ağızdan. Sinirli sinirli.

“Sizlere saygısızlık etmek istemem. Kutsal yapılar ve mekanların sizce anlamını çok iyi biliyorum. Ben de inanmıyor değilim. Saygı duyuyorum. Ama benim işim inanmak değil, ben bana bağlı olan toplumun kazancını temin etmek zorundayım. Bizi de sıkıştıranlar var. Bölgeye hakimiyeti bir an önce sağlamak zorundayız.  O yüzden benim bu olaya yaklaşımım kahinlerden farklı. Aslında aynı kapıya çıkıyor. Ben de başlama zamanı geldiğine inanıyorum. Yer altı kaynaklarına gerçekten çok ihtiyacımız var.” 

Hadamlar sıkkındı. Biriktirdikleri her şeyi söyleyecek gibiydiler.

“Bizim cemaatimiz hiçbir zaman müsrif olmadı. Biz çalıştık, kazandık, biriktirdik ve size verdik. Nereye harcandığını ne sorduk, ne sorguladık. Ama biz anlamıyoruz, bu kadar kazanç niye yetmiyor, niye hep daha fazlasına ihtiyaç duyuyorsunuz?”

“Haklısınız”, dedi sıkkın sıkkın Siyon Amca. “Davaya çok para gidiyor. Dünyayı biz (parmağıyla masanın üzerinde geniş bir daire çizdi) kötüleştiriyoruz. Onları aç gözlü ve doyumsuz hale getiren biziz. Bize biat edenlerin ihtişam içinde yaşamasına, burada, hep beraber karar vermiştik. Bizden olmayıp, bize hizmet edenlere, yani dosdoğru konuşalım, amaçlarımız doğrultusunda satın aldıklarımıza; parlak, gösterişli ve özellikle de bize direnenleri kıskandıracak bir hayat sürmelerini sağlamaya karar vermiştik. Bu büyük miktarları hızlı bir şekilde bölgeye nasıl aktarabilirdik? Gene burada, (aynı daireden havaya bir kez daha çizdi) hep beraber; onlara zehir satarak, kadınlarını satarak ve çok kıymetli görüp böbürlendikleri aidiyetlerini satarak sağlamaya karar vermiştik. Kimsenin cebinden bir şey çıkmayacaktı yani.”

“Neden zarardayız o zaman?”

Hadamlar hesaptan iyi anlardı. Tomba’larında çok kaymak toplamış, dağıtmış, çok hesap yapmıştı her biri. Bu sefer parmak gösterme sırası Hadam’daydı. “Siz bu parayı Taçgillere akıtıyorsunuz?”

“Hayır” diyemem, dedi Siyon Amca. “Onların tahtlarında kalmasını sağlamak gittikçe zorlaşıyor.”

“Krallığımızı kurduğumuz zaman onlara ihtiyacımız kalmasın o zaman.”

“Kalmayacak.”

İçinde tek bir yiğit bile bulunmayan ordularını sahaya sürmek için yüzlerce yıldır beklemişlerdi. Yiğitsiz ordu, yağsız, tuzsuz aşa benzer, onu da ancak hastalar, mecburiyetten yer. O yüzden böyle bir orduyu meydana çıkarmak için dünyayı iyice hastalandırmak gerekirdi.

“Bu zamana kadar hazırlıklarımız tamam olmalıydı.” Kilmcilerden sorumlu, kilmcilerin temsilcisi Javudi konuşmuştu bu sefer. O da canı sıkılmış bir edayla sözlerine devam etti. “Tinne, istediğimiz reaksiyonları vermiyor, bir türlü olması gereken beklediğimiz akıbeti yaşamıyor. O yüzden kilmlerimiz bizim istediğimiz yere doğru gidemiyor bir türlü!”

“Biz de size “muş gibi” yazın demedik mi kilmleri, gene burada, hep beraber?” Siyon Amca’nın parmağı bu sefer diklemesine ve sertçe masayı işaret ediyordu.

“Yapıyoruz yapıyoruz ama izlemecilerimiz ve yazmacılarımız BBG evindeki gerçeklerden yola çıktıkları için orjinal hikayeden etkileniyorlar ister istemez.”

“Yani Tinne’den etkileniyorlar, demek istiyorsun?”

“Evet, öyle biraz.”

“Anlaşıldı. Gordon düğümü gibi oldu bu iş. Bu düğümü ancak kılıçlar çözer.”

“Başlıyoruz o zaman. Paraşüt Operasyonu için oylama yapalım, başlasın mı?”

Masadakilerin elleri tereddütsüzce kalktı. Yüzleri asıktı biraz. Vakit çoktan gelmiş, geçiyordu. Aslında istedikleri gibi yeterince hazır değildiler. O kadar güçlü o kadar güçlüydüler ki eninde sonunda kazanırlardı nasıl olsa. Zayiat daha önce düşündüklerinden, hesapladıklarından fazla olacaktı. Bunu biliyor ve açıkça görüyorlardı ama üzerlerindeki baskı da gün geçtikçe artıyordu.

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afe Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma, Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik,İlyas Temel şafak, Defne Ilgaz, Necati şaşmaz, Kurtlar Vadisi, Polat Alemdar, sahte Mehdi, adnan Oktar, İbrahim kalın, CIA, FBI, MOSSAD, Üçüncü Dünya Savaşı, necaaattii, ibne, godoş, orospu çocukları, sahil şaşmaz, abdülkadir şaşmaz, recai şaşmaz, zübeyr şaşmaz, panafilm, tayyar baba, elazığ, bkm, yılmaz erdoğan, güldür güldür, ali sunal, aydın ılgaz, mason biraderler, tapınak, ritüel, ayin, gizem, ezoterizm

 

– 41 – “JAVUDİ OLMAYAN EŞEKTİR!”

– 41 – “JAVUDİ OLMAYAN EŞEKTİR!”

Doğruyu şaşırtmak, iyiyi dönüştürmek, kısacası herkesi yoldan çıkarmak, İlk Gelen Siyon Amca’nın düsturu olmuştu. O şeytandan fena, daha da aşağı biriydi. Bütün bu tezgah dümeni, ortaya attığı iddianın ispatlanması için yapıyordu. Böylece sadece kendisinin ve kendi soyundan gelenlerin insan, geri kalanın da ona hizmet etmek için yaratılmış, hayvana benzeyen varlıklar olduğunu ispatlamış olacaktı.

Tinne’nin yaşadığı toprakları Tanrının kendisine ve kendi çocuklarına bağışladığı da iddiaları arasındaydı. O yüzden adeta oyun oynar gibi iyi, doğru, vatan, adalet, halk gibi kutsal isimlerle kurulmuş hartileri özellikle hedef alıyor; onları herkesin gözü önünde kötü, yanlış, satılmış, dolandırıcı ve halktan kopuk elitler haline getiriyordu. Zaten bu isimlerde harti kurmak, İlk Gelen Siyon Amca’nın fikri olurdu. Adı üstünde ilk gelendi o! Bir yerde bir düşünce oluşumunu haber alır almaz, hartiyi ya da örgütü kendi adamlarının içinde olduğu bir ekibe kurdurur, başına her şeyden habersiz biri geçse bile onu göstere göstere dönüştürürdü. “Hayvan bunlar”, derdi. “Satılır, alınır. Bunların da pazarı vardır. Serbest piyasa, denir adına. En milliyetçi, en tinli, en dürüstünü getirin istediğiniz kurumun başına, bizim için fark etmez. Onu er geç malımız yaparız. Tanrının vaadidir bu”, derdi, pis pis sırıtarak.

Tinne’nin doğduğu, büyüdüğü ve yaşadığı toprakları Tanrılarının ona vaat ettiğini iddia ediyordu ya, bunu herkese ispatlamalıydı. “Bu topraklar Türklere emanet edilemeyecek kadar güzel ve değerli” diye bir terane uydurmuştu. Epey de taraftar bulmuştu kendine. Binlerce yılın tecrübesine sahip olduğu için, bir toprağa çökmenin yolunun, önce oradaki kadınları mallaştırmak, köleleştirmek, hayvanlaştırmak olduğunu iyi bilirdi. Gerekçe uydurmakta onun üstüne yoktu. Daha doğrusu uydurma işinde onun üstüne yoktu! Hikayeler, senaryolar hep onun işiydi. Binlerce yıldır insanları masallarla, şarkılarla, efsanelerle uyutmuş, bir güzel manipüle etmişti.

Bu yüzden Tinne’nin doğup büyüdüğü ülkede kendilerine iyi bir numunelik av bulmalılardı. Bu önce anneannesi olmuştu. Sonra annesi. Sonra da Tinne.

Kaç nesildir kadınları bir rodeo atı gibi türlü eziyetlerle dünyanın gözü önünde terbiye ettiriyor, onların acılarından hikayeler uyduruyor, bütün dünya halklarını bu deney farelerine rezone ediyor, böylece her şey kontrol edilebilir, tahmin edilebilir, öngörülebilir oluyordu onun için.

Gözlem ve deney yoluyla yapılan ampirik tosyolobik deneylerini, Tanrının ona vadettiği toprakların üstünde yaşayan, asilikleri ve savaşçılıklarıyla meşhur kadınların ve erkeklerin üzerinden yapıyorlardı.

Kendisini temsil eden zor bir erkek ile deney faresini eşleştiriyor, ortaya çıkan çatışmalardan kendilerine dersler çıkarıyor yeni metotlar geliştirebiliyorlardı.

Van kedilerinin kraliçesi olan güzel anneannesini o dönem pek hakim olan moşiszme inanmış bir karakter olan polis dedesiyle eşleştirmişlerdi. Annesi Vagna’yı, o yıllarda pek moda olan barışçıl değerlerden ötürü çilekeş babası Aziz Pederle eşleştirmişlerdi. Kendisini de nonoşluğun çok yaygın ve güçlü olduğu bir süreçte mafyatik bir pıhın nonoş oğluyla eşleştirmeye çabalamışlardı.

Tinne’ye yaptıkları eşleştirme büyüleri tutmadığı gibi, Tinne onların bütün tezgahlarını ortaya çıkarıp bir güzel belgelemişti.

Ama Siyon Amca bir türlü yenilgiyi kabul etmemiş, oyun bozanlık yapmıştı. İşte o noktada cadılar verdikleri sözü bozma kararı alıp Tinne’yle irtibata geçmişlerdi.

Halbuki Siyon Amca’nın koyduğu kurala göre, kimse Tinne ile bağlantıya girmeyecek, adil bir maç olması için onu uzaktan seyredeceklerdi.

Baştan beri bu oyun Rachel kızlarının içine sinmiyordu. Tinne ile bağlantı kurmak ya da onu korumak için çareler arayıp duruyorlardı. Ne zamanki Tinne’nin galibiyeti tanınmadı, artık Cadılar isyan bayrağını açtılar.

Siyon Amca, Nabustannezar’ın locasına ziyarete gelmişti o günlerde. Hem de haber vermeden, baskın gibi. İlk gelen Siyon Amca’nın bu tür mesaj içerikli hareketlerini çok iyi bilirdi Nabu. Korkmuştu ama hiç belli etmedi. Her zamanki saygılı tavrıyla ayakta karşıladı, kemerini öptü, şapkasına dokundu.

“Vagna’yı siz mi göçürttünüz?” diye söze girdi Siyon Amca.

Nabu cevabı bilinen sorular sormanın bir çeşit yargılama tekniği olduğunu gayet iyi bilirdi. Yönettiği locada kendisi de aynısını yapardı. Hüküm geçerli olsun diye netleştirmek gerekirdi.

-“Vagna kendi kızına ölümcül tuzaklar kurmuştu. Ölümden beter işkencelere de başlamıştı. Tinne’yi çocuklarından, çıraklarından, dostlarından ayırmak, iyice yalnızlaştırmak, önce delirmenin sonra da intiharın eşiğine getirmek için çabalayıp duruyordu. Kurallara sizden, bizden daha çok saygı ve bağlılık gösteren Tinne, annesinden gelen bu saldırıları “anne hakkı, süt hakkı, karnında taşıma hakkı” falan diyerek karşılıksız bırakıyor, günden güne eriyordu. Deneylerinizde bu tür insanlık dışı uygulamalar olmamalı Sayın Siyon Amca.

-“Yok zaten.”

-“Anlamadım?”

-“İnsanlık dışı uygulamalar yapmayız.”

-“Bu olanlara neden göz yumduk o zaman?”

-“Onlar insan değil hayvan. Bunu sen de biliyorsun.”

-” Tinne’nin kim olduğunu artık ikimiz de anlamışızdır her halde. Beklediğimiz kişi o. Bizleri yetiştiren ve dünya imparatorluğunun temelini atan büyük usta!”

-“Ne yani, mağarada size bir kaç şey öğretti diye, bu kadar bin yıldır, çabalarımızın üstüne gelip otursun, başımıza sultan mı olsun? Bak kızım, ondan beridir çok şey değişti. Kadınların erkeklere reis olma hakkı yok artık. Ondan başımıza reis mi yapmaya çalışıyorsunuz, açık açık niyetini söyle de bilelim! Böyle bir şeyin karşısında bizi bulursun. Biz erkekleri. Her dilden, tinden, yurttan, kıtadan erkekleri.”

-“Korkunuz buydu değil mi? Bilgeliğin asıl sahibi olan kadının piramitin en üstünde olma ihtimali… Binlerce yıldır bütün çabanız bunun içindi değil mi?”

-“Üslubuna dikkat et. Kime güveniyorsun sen? Ona mı? O seni, bizim gücümüzden, hükmümüzden koruyamaz, bunu gayet iyi biliyorsun.”

-“Tinne’den öğrendiğim güzel bir söz var. Ölümden öte köy yok!”

-“Hala size bir şeyler öğretmeye devam ediyor, ha?”

-“Siz de ondan çok şey öğrendiniz efendim.”

-“Bunu inkar edemeyiz. Bilgi de, o da, onun ruhu da bizimdir. Bu dünyada yaratılmış olan her şeyin bizim için, bize hizmet için yaratıldığını biliyorsun. Ama unutmuş görünüyorsun. Bu locayı kapatmayı gündemimize alacağız. Bizim size verdiğimiz gücü, bize karşı kullanmanıza izin veremeyiz.”

-“Tinne’yle, nonoş Tartaryan’ın eşleştirilme gayretleri içinde geçirdiğimiz yıllar bize çok şey öğretti, çok şeyi de sorgulattı. Biz artık kitabı terk ediyoruz.”

-“Siz belli ki hayatı da terk ediyorsunuz. O az önce bahsettiğin köye taşınmaya karar vermişsiniz. Şimdi cübbeni çıkartıyorsun, emanetleri teslim ediyorsun. Anahtarlarını derhal bana veriyorsun. Senin bir dakika daha bu görevde kalman olanaksız. Hadi bakalım!”

Avucunu açarak Nabu’ya uzattı. Teslimatı bekliyordu.

Nabu tereddütsüz belindeki kuşağı, keseyi ve anahtarları çıkarttı, Siyon’un açık bekleyen avucunun içine tek tek koydu.

Unutma, Javudi olmayan eşektir, dedi Nabu’nun gözlerinin içine bakarak.

-“İnsanları bu şekilde sınıflandıran, kendisine saray ve saltanat kurup, orada can güvenliğinden emin olarak yaşayabilmek için böyle bir algı operasyonu yapanlar eşektir. Bizler sizin gibileri sırtımızda taşıdığımız için eşektik. Artık hürüz ve bundan böyle insanız!”

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afe Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma, Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik,İlyas Temel şafak, Defne Ilgaz, Necati şaşmaz, Kurtlar Vadisi, Polat Alemdar, sahte Mehdi, adnan Oktar, İbrahim kalın, CIA, FBI, MOSSAD, Üçüncü Dünya Savaşı, necaaattii, ibne, godoş, orospu çocukları, sahil şaşmaz, abdülkadir şaşmaz, recai şaşmaz, zübeyr şaşmaz, panafilm, tayyar baba, elazığ, bkm, yılmaz erdoğan, güldür güldür, ali sunal, aydın ılgaz, mason biraderler, tapınak, ritüel, ayin, gizem, ezoterizm

– 40 – “İLK GELEN SİYON AMCA”

– 40 – “İLK GELEN SİYON AMCA”

 

Bu dünya gerçekten katlanılır gibi değil. Tinne bunalıp sıkıldı mı mezarlığa kaçar. Hep kınardım onu, bugünlerde çok iyi anlıyorum.

Ölü arkadaşları Tinne’ye çok şey öğretti. Sırasını savmış kadim ruhlar yaşadığı şeyleri anlamasını, anlamlandırabilmesini sağladılar. İnsan anlayamayınca, anlam veremeyince çıldırır. Eğer kadim ruhlar yardımına yetişmeseydi Tinne de çıldırabilirdi.

Nitekim dünya çıldırıyor. Kötü hikayelere inanmış insanlar yavaş yavaş deliriyor.

Hikayeler önemlidir arkadaşlar! Bizim çocuklarımıza, bitmek tükenmek bilmeyen sorularına yanıt olsun diye, yani meraklarını gidermek için uydurduğumuz hikayeler gibi, büyük büyük dedelerimiz de kendi çocuklarına, çevrelerine, emirleri altında çalıştırmak istediklerine bir çok hikayeler uydurmuşlar. Dedelerimiz dedim, çünkü erkeklerin uydurduğu hikayeler korkutucu ve vahşi, kadınlarınki yatıştırıcı ve tedavi edicidir.

Ninelerimiz bizim güzel, şifalı uykulara dalmamızı isterler. Kavgadan, rekabetten beslenen pazarlarda tezgah açan dedelerimiz ise “ötekinin” aşağı olduğu, “üstüncü” yalanlar uydurmuş.

Bazı beyaz derili masalcılar, bir kadın için kurtuluşun ancak evlenmekte olduğu, kadınların daima birbiriyle yarışmak zorunda olduğu, kötünün de kurbanın da kadın olduğu dar pencereli masallar uydurmuş. Binlerce yıl önce değil ha, yeni sayılır. Son bir kaç yüzyıldır kız çocuklar, bu aptal masallara inanarak büyük çelişkiler yaşamış, mutsuz olmuşlar.

Neden diye sormayın, anlamaya uğraşmayın. Bakın bizi yönetenlerin, irade ve iktidar sahibi olanların ne istediğini anlamak çok uzun zamanınızı alır. Çünkü onlar aynı anda hem tavşana kaç diye bağrışır, hem de tazıya tut diye. Onlar için hayat yarış, rekabet, eleme, kazanmaktan başka bir şey değildir. Kadınlar iyi bir koca, erkekler de iyi bir efendi bulmak için birbirleriyle acımasızca yarışmalıdırlar.

Farkındalığı yüksek insanlar bu hayatta mutsuz olmaya mahkumdurlar. Eğer böyle bir mutsuzluk yaşamak istemiyorsanız “imtina edeceksiniz.”

Siz insanlardan ve onların taptıklarından imtina etmezseniz bir gün onlar sizden imtina ederler nasıl olsa.

Tinne, küçüklüğünden beri insan canlısı, dostluğa önem veren bir kızdı. Sonradan insanların her türlü kımıltısını menfaat gözeterek yaptığını anlayınca, onlardan kaçmaya, kaçınmaya uğraştı.

Bilmem siz de fark ettiniz mi? Genel olarak dünyada çok düşük bir zeka düzeyinde iletişilmekte. Tinne’nin önyargılardan ve ahmakça koşullanmalardan arınmış kalbini ve ruhunu, ezberci zihniyetin formüllerine sıkıştıramadılar asla. Onun şanlı ve de şöhretli aile adını duyanlar, yüzlerinde kolpaca bir sırıtmayla yanaşırlar ama onun bekledikleri gibi şematik bir figür olmadığını anlayınca rahatsız olurlardı.

Daima mütevazı yaşadı. Yaşadığı ev her zaman sıcak, insanı kucaklayan, ucuz eşyalarla döşenmiş bir ev olurdu. Son zamanlarda doğduğu ve büyüdüğü, sahtekar insanların ve sahtekarlığın yoğun olduğu,  o büsbüyük şehir Kestanbol’u terk ederek, küçük bir şehri mesken tuttu. Can yoldaşı, hakiki eşi Elyase’yi de orada buldu.

Onu klişelerle, sıradan maniler ve manzumelerle, formüller ya da denklemlerle, onevizyon seriyallerinde öğretilen şemalarla asla açıklayamazdınız. Babasının Aziz Peder olduğunu bilenler, babası öldükten sonra, ondan kalan kilisede oturup, geleni gideni vaftiz etmesini beklediler. İşte, bu kadar kısır bir düşünüşe sahipti insanlar. Onların kıskanç Dalmaçyalılar’dan haberleri yoktu tabi. Kıskanç Dalmaçyalı -sözde- biraderleri ondan nefret ediyor, babasını özleyip kilisesini ziyaret etmek istediğinde kapıya dizilip olanca güçleriyle havlıyorlardı. Daha babası sağken babasıyla buluşmaması, Kilise’yi ziyaret etmemesi için her yere onun resmini asmışlar, onun “düşman” olduğunu kilisenin inananlarına ve ziyaretçilerine türlü uydurma hikayeler eşliğinde öğretmişlerdi.

İnsanlar bilmiyorlardı. O şikayet etmedikçe, velvele, zılgıt ya da yaygara yapmadıkça da bilemezlerdi.

Hadi diyelim Tinne anlatmaya başladı… O zaman da annesinin oğulları Daltonlar ve çirkin karıları sağa sola tükürmeye başlayabilirlerdi. (Tinne’yi saplantı haline getirmiş ve ortadan kaldırmaya yemin etmiş Tartaryan ve dolandırıcı arkadaşları da unutulmamalı.)

Dalmaçyalı biraderler babasının kilisesine, Dalton biraderler annesinin definesine, Tartaryan da onun ruhuna göz dikmişti. Anlatsa kim inanırdı?

Onevizyon kahramanı bıçkınmaço görünümlü Tartaryan’ın kadın düşmanı Nonoşlar Örgütü’nden olduğunu halka nasıl anlatabilirdi? Bu bıçkınmaço görünümlü kadın düşmanı Nonoşlar Örgütü’nün av ritüellerini yapmak için Tartaryan’ı avcıların temsilcisi, sahipsiz ve seçkin Tinne’yi de av olarak seçtiklerini sokaktaki insana nasıl anlatacaktı?

Kıt kanaat geçinen ve tek eğlenceleri onevizyona bakıp büyülenmek olan insanlara bu büyük avın kurbanı olduğunu nasıl anlatabilirdi?

Aslında kadının, özgür insanın, çocuğun, doğanın düşmanı ve bütün düşmanların koruyucusu ve sahibi olan “İlk Gelen Siyon Amca” ve elinde sıkı sıkı tuttuğu uyduruk kitabı ortadan kaldırılsa, dünyada böyle tatsızlıklar olmayacak, kardeş kardeşe düşman kesilmeyecekti.

En eski uyanık erkekler örgütünün kurucusu, fikir babası, hikaye uydurmacısı İlk Gelen Siyon Amca, gerçekten de daima bu dünyadaki bütün güzelliklerin, nimetlerin başında ilk biten yağmacı olurdu.

Moşizmi, üstüncülüğü, “her şey benim, çünkü Tanrı öyle istiyor” yalanını uydurmayı ilk akıl eden gerçekten de oydu.

Belki bu dünyanın ilk kötüsü, bencili, haini, yalancısı, dolandırıcısı o değildi ama ilk örgütçüsü ve kitap yazarı oydu.

İn’in yaşadığı yerde yaşıyordu o ve örgüt arkadaşları. Yer altındaki dehlizlerde toplanırlar, ayinlerini, azgınlıklarını orada gerçekleştirirlerdi. Yer üstünde şeref, haysiyet sahibi olabilmek, orada dokunulmazlık kazanabilmek için gerekli olan yalanları uydurmayı İn’i tanıdıktan sonra akıl ettiler. İn’in yetiştirdiği ve güzelleştirdiği Rachel’lerle evlenerek kendilerini ayrıcalıklı, kutsal ve seçilmiş ilan edecekler ama yeraltındaki dehlizlerde yaptıkları azgınlıklardan da asla vaz geçmeyeceklerdi.

Binlerce yıldır yer altında yaşadıkları deneyimlerin, insanlar tarafından yadırganmayacağı bir dünya yaratmak için uğraşıp didinmekteler. Hemcinsleriyle, hatta küçücük çocuklarla, bazen hayvanlarla, birbirlerinden utanıp sakınmadan gerçekleştirdikleri bu azgınlıkları; “onları özgürleştiren, yaratıcı düşünmelerine katkıda bulunan kutsal ayinler” olarak tanımlıyorlardı.

İn’in kocası Ah, tam onların adamıydı. Ah’ı temsilcileri olarak seçtiler ve yalanlarını söylemeye başladılar.

Ah, azgınlığı dışında zeki bir adamdı. İlk masayı o yaptı. O masanın üzerinde ilk tekneyi o çizdi. Teknoloji kelimesi Ah’ın masanın üzerinde çizdiği ilk tekneden gelir. Halkını, daha doğrusu geniş mi geniş ailesini, o tekneyle nehrin öbür tarafına geçirdi.

Bu hadise, “denizi ikiye ayırdı” şeklinde aktarıldı, uyanık erkekler örgütü tarafından.

Ah, İlk Gelen Siyon Amca Ahhh!

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afe Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma, Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik,İlyas Temel şafak, Defne Ilgaz, Necati şaşmaz, Kurtlar Vadisi, Polat Alemdar, sahte Mehdi, adnan Oktar, İbrahim kalın, CIA, FBI, MOSSAD, Üçüncü Dünya Savaşı, necaaattii, ibne, godoş, orospu çocukları, sahil şaşmaz, abdülkadir şaşmaz, recai şaşmaz, zübeyr şaşmaz, panafilm, tayyar baba, elazığ, bkm, yılmaz erdoğan, güldür güldür, ali sunal, aydın ılgaz, mason biraderler, tapınak, ritüel, ayin, gizem, ezoterizm