– 31 – Tiritler

TİRİTLER

Mersomnesliler saraylarında mutlu mesut yaşayabilsin diye ne acılar yaşanıyor dünyada… Her şey ama her şey hep o Mersomnesliler kendilerini güven içinde hissetsinler diye oluyor. Bu dünyada bildiğiniz bütün düzenler, çarklar hep o Mersomnesliler tahtlarında oturabilsinler, düzenleri devam edebilsin diye ayarlanmakta.

“Tin” diye bir şey uyduruldu mesela. Bir takım sıradışı insanların etrafında dönen kahramanlık hikayelerini, gene Mersomneslilerin hükümranlığını kurmak ve sağlamlaştırmak adına kafa kafaya verip yeniden yazdılar.

Onlar biliyordu kendilerinin “başka” olduğunu, bu dünyaya ait olmadıklarını. O yüzden bir “beyaz kan” mavalı uydurmuşlardı. Onlara göre beyaz kanlılar, beyaz kanlılarla evlenmeliydi. Aralarına

hiiç dünyalı karışmamalıydı. Dünyalılar merhametli oluyorlardı, aşık falan oluyorlardı. Onların istemediği türden zaaflar gösterebiliyorlardı. Bu korkuyla birbirleriyle evlenip durdukları için çirkin, şekilsiz, sevimsiz görünümlüydüler. Kendi çirkinliklerinden kendileri de ürktükleri için, bir müddet sonra insanlarla evlenmeyi uygun buldular. Ama türlü katı kurallar uyguladıkları kendi çocukları, bir müddet sonra onlara isyan ediyor, yuvadan ayrılmak istiyor, Mersomneslilikten istifa bile ediyorlardı.

Sonuncu tin ustası, savaşçı bir adamdı. Onu bir türlü “hal”edememişlerdi. Ama ona yapamadıklarını ailesine , torunlarına yapabilmişlerdi. Sonuncu tin ustasının kızı pek yaman bir kızdı. Söyleyeceklerini eşi üzerinden söyler, halkını eşi vesilesiyle eğitirdi. Kocasının bırakın tini, kendisini bile koruyamayacak bir adam olduğunu anladığında, genç yaşında dünyayı terk etmeyi uygun görmüştü.

Kendisini ve ailesini korumaktan aciz adamlar tin getiremezlerdi, tini taşıyamazlar, hatta yaşayamazlardı.

Onun babası akıllıydı, temkinliydi, nerede atağa geçeceğini, nerede duracağını iyi bilirdi. Kocası öyle miydi ya? Kendini ispatlama gayreti içinde, ben merkezci bir adamdı. Güçlü bir egosu ve bir türlü giderilemeyen bir eziklik duygusu vardı. Ölen silah arkadaşlarının karılarını eve getirip, o zarif ve hassas karısına baktırmaya kalkışmıştı. Oysa o kadınlar kolay kandırabilir, ikna edilebilir, Ca’te gibi kadınlardı. Tin ustası adamın kızıyla aynı mertebeye gelmenin, onunla aynı hanede yaşamanın sarhoşluğu onları sarmaya başlamıştı bile. Babası damadını ikaz etmişti. Kızımla onlar arasında adalet sağlayamazsın, bu sevdadan vaz geç diyerek. Kocası “onlara ne derim, nasıl olmaz derim” diye kara kara düşünürken, Tin ustasının latif kızı, tam bir letafetle çekip gitmişti bu dünyadan.

Şükürsüz insanlar kibirli insanlardır. Adları ne olursa olsun.

Mersomnesliler kendilerini korumayı çok iyi bilirler. Sırf kendileri iyi, hoş olsun diye dünya insanlarını özenle tasarımlanmış tinlerle uyutur, zaaflarını çok iyi bildikleri için onları ustalıkla kullanır, bu insanları düşük eğitim ve bilinç düzeyinde tutmaya özen gösterirlerdi.

Zaten onların en sevdiği kitle düşük gelir ve eğitim seviyesindeki insancıklardı. Tinne onlara “tirit” ismini takmıştı.

Mersomnesliler bir araya geldikleri zaman kendi yarattıkları cennete hayranlıkla bakar, erdemli davranışlar gösterebilmek için bu cenneti ellerinin tersiyle iten insancıklar hakkında kendi aralarında alaylı konuşmalar yapardı.

Cennetin sahibi tanrıysa onlar tanrıydı! Tin ustalarının tarif etmek zorunda kaldığı cenneti, onlar çoktan inşa etmiş, bahsedilen tüm hazlara çoktan sahip olmuşlardı. Dünyanın tüm kuralkaidekanunları Mersomneslilerin bu cenneti korkusuzca ve doya doya yaşayabilmeleri için düzenlenmişti.

Dünyalılara ait kutsallarını Mersomnesliler’in amaçları doğrultusunda satabilen her dünyalı da bu cennetten -kısmen- faydalanabilirdi. Dünyadaki birçok insancık, Mersomneslilerin yarattığı o korkunç cehennemde olmamak için, kutsallarını kolayca satmışlardı. Bu zavallı tiritler cennetin en alt tabakasına bile razıydı.

Namus, bu kutsalların başında gelirdi.

Vatan ikincisiydi.

Sonra da tinlerini satarlardı bu tiritler.

Eğer bir dünyalı, karısının, kızının ya da kendisinin namusundan vaz geçebiliyorsa, vatan ve tinden de vazgeçebilirdi. Bunu binlerce yıldır denemiş ve iyice emin olmuştu beyaz kanlı, yönetici Mersomnesliler.

Tinne, ömrü boyunca en çok tiritlerle muhatap olmuştu.

Bunlarla muhatap edilmenin anlamının ne olduğunu çok iyi biliyordu. Ne kadar eğitimli, iyi aile kızı ya da namuslu olursan ol, bunların yaşadığın bu dünyada hiçbir anlamı yok! Birinci mesaj buydu: “Sen değersizsin!” Bir insanın gerçek değerinin ne olduğunun bir önemi yoktu, insanların değerini belirleyen sadece Mersomneslilerdi. Onlar yüceltirse yüceydi bir insan, onlar aforoz ederse, dokuz köyden taşlanarak kovulurdu.

Cennetlerindeki rahatlarını bozacabilecek her insan bir tehditti ya öldürülür, ya da diğer insanlara ibret olması için gazap dolu bir cehenneme atılırdı. (Cehennemler de cennetler gibi çeşit çeşittir.)

İkinci mesaj ise “risk altındasın”dı. En alt tabakadaki insanların bir kukla gibi yönetilebildiğini ona gözleriyle gösterip, iyice hissettirirlerdi. “Biz bunlara her şeyi yaptırabiliriz. Haberin olsun!”

Ben Tinne’ye sormuştum, bu kişiler sana ya da bir başkasına rahatsızlık verirken, güvenlik güçlerinin müdahalesinden nasıl korunabiliyorlar, diye. Tinne gülerek yanıtlamıştı, “çok ilkel bir korunma yöntemleri var…”

Öğrendiğimde hayret etmiştim. Mersomnesliler bütün dünyada o kadar basit ve çocuksu bir sistem kurmuşlardı ki, ancak çizgi filmlerde ya da absürt komedilerde olabilirdi kullandıkları yöntemler.

O tiritler ne yapıyorlarmış biliyor musunuz, sivilislerin kullandığı bazı renkleri kullanıyorlarmış.

Sivilisler üniforma giymeyenler oluyor. Onlar sivil hayatta provokasyonlar yaparken şikayet edilir ya da suç üstü olurlarsa diye renkler üzerinden bir korunma geliştirmişlermiş. Bordo-kırmızı kıyafetler, siyah pantolon üstüne siyah kısa kollu penyeler, siyah içlik üzerine giyilmiş haki renkli, ceket havasındaki safari gömlekler gibi.

“Ha bu bizden” deyip salıverilsin ya da görmezden gelinsin, tutanak tutulmasın, tartışma esnasında haklı çıkarılsınlar falan diye.

Tinne gülerek anlatıyordu. “Abla” -bana abla derdi- “görsen gülmekten ölürsün, özellikle adresi belli olanlar korku içinde ne yapacaklarını şaşırıyorlar. İfşa olmaktan ciddi korkuyorlar. Kafalarına moşist rengi siyah bir örtü, sırtlarına hamasi renk bordo bir bluz takıp balkona çıkıp oturuyorlar, balkon demirlerine de javudi rengi sarı torbalar, bezler falan bağlıyorlar. Belli ki ülkemizde çok acayip bir konsensus var. Her tarafa işaret çakarak kendilerini koruma altına alıyorlar.”

“Konsensus ne ki” diye sorduğumda, gülmekten tıkanarak cevap vermişti: “Konsensus! Ben konuşayım sen sus!”

Tiritler sayıları en fazla olan, hiyerarşik piramitin en alt tabakasını oluşturan tabaka. Ailelerinde, ya da kendi geçmişlerinde utanılacak bir şeyler vardır. Toplumsal statülerini bir takım kötü olaylar nedeniyle kaybetmişlerdir. Söz gelimi adi suçlular en sevdikleri kesimdir Mersomneslilerin. Bunlar etraflarından intikam almak, kaybettikleri onurlarını geri kazanmak için her şeyi yapabilirler. Mersomnesliler onları cennete kabul ettiklerinde, görgüsüzce bir gösteriş içine düşerler.

Tiritlerin akıllı olmasına bile gerek yoktur. Emirleri sorgulamadan uygulayabilmeleri yeter şarttır. Deli raporu olanları azımsanmayacak sayıdadır.

Onlara çok ilginç komutlar verilebilir. Git şunun üzerine kus, ya da git şu dükkanın orta yerine dışkıla gibi.

Aforoz edilmiş, cennetten kovulmuş, cehenneme girmesine karar verilmiş bir insana neler yapılır neler! Artık o kişiye bu dünyada rahat yoktur.

Uçakla yolculuk yaparken hep düşünmüşümdür, dünyada onca yer varken neden bu insanlar hep bir yere öbeklenip böyle alt alta üst üste bir hayat sürer diye. Belediye hizmetlerinden yararlanmak ve güvende hissetmek ilk akla gelen yanıtlar.

Aslında insanların en az güvende olduğu yerlerdir bu toplu yaşama alanları, onları kontrol altında tutmak ve manipüle etmek son derece kolaydır.

İstenen desteği göstermemiş yerleşim yerlerinde yaşayan insanlara belediye hizmetleri de gitmez, güvenlik koşulları da yeterli şekilde sağlanmaz.

Ne yazık ki dünyada yönetimi ele geçirmiş olan Mersomnesliler bu dünyanın en son güveneceği varlıklardır. Kendilerinin çok dikkatli şekilde kullandıkları o akıllı sistemlerin hepsi, bizim daha kolay yönetilmemiz içindir. Savaşmayı çoktan bırakmış ve teslim olmuş bir insanlığın yapacak bir şeyi kalmamıştır artık.

Babasının getirdiği tinin akıbetini tahmin eden ustanın kızı, doğurduğu çocuklara hep savaş ismini takmış, ama babasının itirazı ile her seferinde değiştirmek zorunda kalmış. Sonuçta o tin de kısa bir zaman içinde Mersomneslilerin eline geçmiş. Böylece sonuncu tin de saraylarda oturanların saltanatına saltanat katmak için kullanılmış.

Savaş adını taktığı çocuklara ne mi olmuş, ustanın kızı bu dünyayı terk ettikten sonra, birçok hileyle öldürülmüşler.

Tinne, bana, o kadının, çocuklarının koruyucusu olarak dünyaya sık sık geri döndüğünü, çocuklarının ve sevdiklerinin intikamını eninde sonunda aldığını ve daha da alacağını söylemişti.

Ben Tinne’nin basiretine güvenirim. ferasetine de. Bu kelimeler ne anlama geliyor bilmiyor olabilirsiniz, şöyle söyleyeyim, doğru ile yanlışı ayırt etme kabiliyeti ile öngörü. O tam bir kaptan bence. Hayat denizinde, beden gemisini, gördüğüm en akıllıca yürüten bir kaptan. O da tıpkı tin ustasının kızı gibi düşünür: “Gemilerimiz her daim teyakkuz halinde olmalı” der. “Çünkü dünya, dünyalılar tarafından yönetilmiyor.”

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik

– 29 – Tinne’nin Sırrı

TİNNE’NİN SIRRI!

“Sırrını öğrenmek istiyorlar” dedi, Angoralı genç pıhın estetikli ve dublajlı büyük oğlu. Ama bunu kendi sesiyle söyledi. Yanında toplaşmış biralı, beyaz atletli tiritler bir fırt duman aldılar ve acilen dinlemeye koyuldular. Soru sormadan ve sessizce. Abilerinin vücut dilini ezbere bilirlerdi hepsi. Ani çıkışları, öfke patlamaları olan Tartaryan’ın “tersi pisti”, kırardı dökerdi, duvarları yumruklar, kafa bile atardı.

Onun, bu kadına takıntılı olduğunu bilmeyen yoktu. Ama bu konuda kimse onunla sohbete girmezdi. Sadece dinlerlerdi. Çünkü dinleyici olan herkesin aklına da dilinin ucuna da aynı sorular gelirdi. İlk başlarda “neden gidip konuşmuyorsun?” diyorlardı. Sonra da “abi, kadın evli!” demeye başladılar. Aradan zaman geçince “çocukları var, yazıktır abi” diyenler suratlarına yumruğu yiyordu.

 Artık “bak, yıllardır beklediğin oldu, kocası öldü. Hadi abi, git konuş, bir şeyler yap” diyenleri, döve döve odadan kovuyordu. Tartaryan’ın ne istediğini, hatta tam olarak Tinne’ye neler hissettiğini anlayabilen yoktu.

Bildikleri bir şey varsa o da çok kurnaz bir adam olduğuydu. Her şeyi paraya çevirebilirdi, sahip olduğu her şeyi. İlgilendiği, uğraştığı, sevdiği, sevmediği, etrafında ne varsa, elinin değdiği, gücünün yettiği her şeyi. Onun bu ilkesizliği ve Tinne’ye olan takıntısı birilerinin dikkatini çekmişti. İlginç bir adamdı. Suyun üstünde asla dengede duramayan ama bir türlü de batmayan bir gemiydi sanki.

Dilfonu kapadığında, etrafındakilere başkomutan edasıyla yeni emri buyurdu ve duyurdu: “Bu cadının sırrını ortaya çıkaracağız artık. Lamı cimi yok! Adamlar bize açık çek veriyor! Yeter ki hiçbir soru işareti kalmasın, diyorlar.”

“Tamam abi, yaparız, hallederiz. Zaten takipteyiz. Daha da sıkılaştırıyoruz demek? Ama dahası ne olabilir, biz onu şeyede…”

Tiritçik daha lafını tamamlayamadan atladı Tartaryan. Yani masanın üstüne atladı. Yumruklarını ve dişlerini sıkarak, gırtlağının derinliklerinden hırıldadı: “Her anını kaydetmemizi istiyorlar. Ne yiyor ne içiyor, tuvalete kaç kere gidiyor, nasıl banyo yapıyor, uyurken neye benziyor, uykusunda konuşuyor mu, konuşuyorsa ne söylüyor, hepsini ve her şeyi bilmek istiyorlar. Bu çok büyük bir deney anlıyor musunuz? Dünya çapında bilim adamları bizden mükemmel sonuçlar istiyorlar.”

“Niye istiyorlar abi? Garibin hayatına çöktük zaten, kuş uçurtmuyoruz, daha ne bilmek istiyorlar?”

Tiritin sesinden Tinne’ye acıdığı, bu işten rahatsız olduğu anlaşılıyordu.

“Sus lan, çakacam şimdi bir tane! Bunlar dünya çapında bilim adamı, onlardan iyi mi bileceksin! Kör nokta olmasın istiyorlar işte!”

“Ne yapıyoruz o zaman abi? Eve mi yerleşiyoruz?”

“Dilfon takibi yetmiyormuş. Mikro görüntü yakalayıcıları yerleştireceğiz.”

“Lambalara değil mi abi?”

“Girip bakacağız artık.”

“Gireriz, abi.”

Tartaryan ve sadık askerleri olan tiritler, Tinne’nin kapısını kolaylıkla açtılar. “Hırsıza kilit olmazmış” sözünü doğrularcasına. Girmişken bir şeyler de aldılar, koleksiyonerler için. Tinne buna alışmıştı zaten. Onun için anlam ifade eden ama pek bir maddi değeri olmayan eşyalarının kaybolmasına alışıktı. Onlar da Tinne’nin bir şey yapamayacağını biliyorlardı. Polise gitse inandıramazdı, o da gitmiyordu. Tinne yaptığı gözlemlerin sonucu olarak polise gitmenin bir anlamı olmadığını çoktan anlamıştı zaten.

Elbet bir gün parçaları birleştirecekti ve bu organize kötülükle mücadeleye başlayacaktı.

Aksi düşünülemezdi.  

Tartaryan ve tiritler “dünya çapındaki büyük bilim adamları’na gerekli bilgileri ulaştırdıklarında onlar şu soruların cevaplarını bulmayı ümit ediyorlardı:

  • Nasıl oluyor da delirmiyor?
  • Nasıl oluyor da intihara teşebbüs etmiyor?
  • Nasıl oluyor da depresyona girmiyor?
  • Tinne her taraftan sıkıştırıldığında dahi, nasıl oluyor da hep bir çıkış yolu buluyor?
  • Neden herkes onu seviyor?
  • Şansının kaynağı ne olabilir?
  • Niye bu kadar sempatik?
  • Neden bu kadar sağlıklı?
  • Onu koruyan bir şey ya da birileri mi var?
  • Kafasının çalışma şekli nedir?
  • Olaylara, sorunlara ne şekilde yaklaşıyor ve çözüyor?
  • Hem çok naif, hem çok cesur, hem hanım hanımcık, hem bir savaşçı… Zıtları barındıran bu karakter, nasıl oluyor da bu kadar dengeli olabiliyor?
  • Sanat yeteneğinin yanı sıra sahip olduğu bilim insanlarına özgü düşünme şeklinin kaynağı ne olabilir?

Moşist bilim adamları bu soruların yanıtlarını bulup, üstün ırkın üstünlüğüne üstünlük katmak istiyorlardı. Tıpkı bir zamanlar Afrikalılara yaptıkları gibi. Köleleştirmek için türlü eziyetler yaptıkları siyahi insanların aslında en üstün insanlar olduklarını anlamışlardı. Dünyanın en hızlı koşan, en dayanıklı ve en iyi kalpli insanları onlardı. Mersomnes’ten gelmiş olan Moşistler, kendilerinin bu dünyanın en çirkin ve kalitesiz varlıkları olduğunu gayet iyi bildikleri için, üstün varlıkları arayıp bulup, mercek altına alırlardı. Onları kafese koyup gözlemlemekten de ayrı bir haz ve tatmin alırlardı. Sadece böyle bir durumda gerçekten üstün hissettiklerinden olsa gerek. 

Kendileri beyaz olduğu için beyazlığı, uyuşturan ve uyaran maddeleri fazlaca kullandıklarından bir deri bir kemik kaldıkları için de zayıflığı güzellik kaidesi olarak kabul ettirmişlerdi dünyaya. Bu beyaz ve zayıf varlıkların en iyi bildiği şey yönetmekti. Dünya üzerinde yaşayan diğer canlılar, asla onlar gibi kötücül düşünme özelliğine sahip olmadığından, eninde sonunda onların ağına yakalanıp, tuzağına düşer, onların inşa ettiği -çeşitli ölçeklerdeki- kafeslerde yaşamlarını sürdürmek zorunda kalırlardı.

Onların uyuşturan ve uyaran maddelere olan düşkünlükleri üstün insanlara olan özentiliklerinden ileri gelirdi. Üstün insanların sakinliğine, dayanıklılığına, enerjik oluşlarına, neşesine ve birçok husustaki olağanüstü performanslarına öykündüklerinden bu tür bir destek olmadan yaşayamazlardı.

Onlar bu dünyadan değillerdi. O yüzden dünyayla barışık değillerdi, dünyaya düşmanlardı.

Bakın, Mersomneslileri ve onların hizmetine girmiş varlıkları şöyle ayırt edebilirsiniz:

  • Onlar dünyayı yok etmeye çalışır.
  • Çünkü onlarınkinden büyük bir zekanın yaratmış olduğu doğadan nefret eder, ona zarar vermekten zevk alırlar.
  • Hırsızlık onların en usta olduğu iştir.
  • Çok başarılı taklitçilerdir.
  • Haz odaklı yaşarlar.
  • Ahlaklı yaşantı onlar için bir maske ve başarıyla sergiledikleri bir performanstır.
  • Birbirleriyle buluştukları özel toplantıları vardır. Bu onların gerçek yaşantısıdır.
  • Taklit yetenekleri ve iyi organizasyonları sayesinde insan zannedilirler.
  • Üstün olmadıklarını çok iyi bilseler de kendilerini ve birbirlerini üst, üstün, soylu, asil, mübarek vs ilan ederler.

Dünya halkları, bembeyaz sarayların beyaz sakinlerinin, bu dünyanın en üstünü değil en aşağılık varlıkları olduğunu anladığında neler olurdu dersiniz?

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik

– 28 – Oynülen De Kör Arabım!

OYNÜLEN DE KÖR ARABIM!

Şibli adında bir sufi varmış. Allah ile gönülden sohbet halindeyken kapısı çalmış. Yârim ile muhabbetimi bozan kimdir, diye hışımla kalkmış yerinden. Sonra Allah’ından korkmuş. Burası dünya, bunlar da Allah dostları olabilir, diyerek derin bir nefes alıp seslenmiş kapıya doğru:

“Kimsiniz, ey vakt-i kerahatte kapıma  gelenler!” 

“Dostuz dost” demiş bir ağızdan, vakitsiz ziyaretçiler. Sufi kapıyı açtığı gibi taşa tutmuş gelenleri. Onlar da kaçıp gitmişler tabi.

“He hey, demiş” eren arkalarından bakarak, “dosttunuz de mi, siz onu benim külahıma anlatın!”

Tinne, kimsecikleri taşlamasa da sadece gerçekleri anlatarak kurtuluvermiş hepsinden. Hele o Kurtulmuş adlı canlılar yok mu, onlar en erken sıvışanlar olmuş.

Çalışıp para kazanmak, çocuklarına bakmak, evini temizlemek derdi içinde, telaşlı ve yorucu bir hayatı olan Tinne, bu Kurtulmuş canlılarını kendi sokmamış hayatına oysa. Tinne’nin şifacılığını (üstelik Vagna’dan) duyan Kurtulmuş annesi, tam anlamıyla dadanmışmış Tinne’ye. Tinne, çocuklarına ayırması gereken tek dinlence gününü Kurtulmuş annesine şifacılık yapmakla geçiriyormuş.

Savaş başlamadan önceki o acı günlerde, Vagna’nın Tinne’yi cezalandırmaya karar vermesiyle, dilfon yayınlarına başlaması bir olmuş. İlk işi Kurtulmuş canlılarını arayıp “Tinne delirdi, üstelik fularını çıkartıp kötü yola düştü, sakın onu evinize almayın, asla yardım elinizi uzatmayın” demek olmuş.

Aslında Vagna’nın içtiği ant aynen şöyleymiş: “Ona verdiğim her şeyi geri alacağım!”

Tinne’yi Kurtulmuş annesiyle tanıştıran kendisi olduğuna göre bu ilişkiyi bozma hakkı da onunmuş doğal olarak. Hatta yaşama hakkı da geri almak istedikleri arasındaymış artık.

Hatırlarsanız Tinne, savaşmaya fularını çıkararak başlamıştı. Bu eylemi, “Kurtulmuşlardan kurtulmak için” çok faydalı oldu.

Bir vapur yolculuğu esnasında, güvertede, Kurtulmuş annesine yaşadıklarını anlattıktan sonra, çantasından rujunu çıkartıp bir güzel sürmüş Tinne.

Böylece Kurtulmuşlar Tinne’nin delirdiğine yüzde yüz emin olmuşlar.

Daha dün valiya olduğuna inandıkları, her işlerini danıştıkları insan kadının, ahlaksız, aklını oynatmış bir kötü kadına dönüştüğüne çabucak ikna olmuşlar.

Kocası da kendisi de, Angoralı genç pıhın onevizyon ünlüsü mübarek büyük oğullarının böylesi bir ahlaksızlık (takip ve taciz) yapacağına zerre kadar ihtimal vermemişler.

Penceresinden Dolmabahçe Sarayı görünen beyaz köşkün, kısacık boylu sakinlerinin bu tür bir terbiyesizliğe bulaşabileceklerine ihtimal vermek şöyle dursun, Kurtulmuşlar kendi aralarında -yerlerde yatıp yuvarlanarak- kahkahalarla gülüşmüşler.

O ipek örtüler dolayan, ekruli salonların hanımefendisinin, Kenar Doğu’nun müstakbel mesihi olan oğulcuğu böyle bir şey mi yapacakmış yani? Üstelik Tinne gibi dul ve çocuklu bir kadın için? Böyle bir absürt hikâyeye anca gülünür ve – ayıp olmasın diye de- Tinne’ye acınırdı. Hem de tam bir tiksintiyle.

Tinne’yi burunlarını sildikleri bir mendil gibi atıverdiler. Kendilerine yol gösteren, her sabah erkenden arayıp rüyalarını yorumlattıkları, her işlerini danıştıkları, bol bol duasını aldıkları sevgili kardeşleri Tinne’yi.

İşin aslı neydi biliyor musunuz? Vagna’nın Tinne’nin ölmesi için her şeyi yaptığını göremeyecek kadar korkaktılar Kurtulmuşlar.

Bakın, sadece cesur insanlar gerçekleri görebilir, onlarla yüzleşebilir. Bu dünyanın gerçekleri, sadece gerçek savaşçıların ulaşabileceği yerlere gizlenmiştir. Gördüğüyle kifayet etmek, her duyduğu dedikoduya inanmak, şu meşhur titrek-ürkeklerin işidir.

Çok savaşmış insanlar herkesle oturup yemek yiyebilir. Herkesle oturup sohbet edebilir. Korkusuzca her evde misafir olup uyuyabilir. Bütün bunlar cesur insanlara özgü hareketlerdir. Başkalarının dediğiyle değil, kendi bildikleriyle hareket eder onlar. Ayrıca yiğitler birbirini bir bakışta tanır. Her orduda böyle yiğitler bulunur.

Amr Bin Vüd böyle bir herifmiş mesela. Bu herif-i nâşerif, Ali’yle düello için öne çıkmış. Hendeğin üstünden atıyla uçup, karşı tarafa konduğu bile söylenir.

Savaşçılıkta mahir olmak, sandığınız kadar önemli değil, yiğitlik önemli.

Tinne’nin çok sevgili arkadaşı Miryım’ın (Asıl adı Nurfer’di ama Tinne onun önceki isminin bu olduğunu mezarlık arkadaşlarından öğrenmişti) babası böyle bir olaya, hakemliğe gitmişti mesela. Size anlatayım.

Allah’ını pek bilen Tek-Dir sanayinin sahibinin üç karısı varmış. Adamla anlaşmazlığa düşen bir müşterisi, adamın karılarından birini rehin almış.

Hakemliğe, Miryım’ın babası Kılıç amcayı çağırmışlar. Silahsız gitmiş Kılıç amca onca silahlı adamın arasına. “Ulan zerzevatlar”, demiş, “biz gomanizlerle birbirimizi vururken, hepimizin evini bilirlerdi de, o dinsizler bile hiç böyle bir işe kalkışmadı. Yazıklar olsun sizin kalıbınıza!” deyip, bir güzel çözmüş işi.

Kılıç amcanın verdiği dersi anlıyor musunuz? Ne demek istediğini yani? Allah insana düşmanın da merdini, namuslusunu, yiğidini versin.

Böyle işte, Tinnecik nice faydasının dokunduğu, nice insanlardan bir çırpıda kurtuluvermiş.

Sevgili Miryım ve babası asla Tinne’yi üzecek bir şey yapmamışlar.

Yiğitler, kötülüğün nasıl delice bir şey olduğunu bilirler. Kötülük normal bir şey değildir, normal yollardan yapılmaz. Bütün kötüler maske takarlar. Gece evinize giren hırsızlar gibi. Çok sayıda kötü ve kötülük görmüş savaşçılar bu yüzden hiçbir hikâyeye şaşırmaz. Dertliler, tuzağa düşürülmüş biçareler hep onların kapısını çalar. “İnsan, kapısını korkmadan çaldığındır” demiş ya son Tin Ustası, işte bu yüzden demiş.

Derdim var, diyen birini, üstelik eskiden tanıdığın, hukukun olan birini, oturup uzun uzun tartmak yerine, derdine derman olmak için hemen harekete geçmen gerekir.

Türk, atına eyersiz ve eğersiz atlayan adama denir, demiştik.

Hendek savaşçısı Amr, böyle yaman bir herifmiş. Düşünmeyen, uzun uzadıya ölçüp biçmeyen. Onun atını bile hala konuşurlar. Keramet atta değil, atlayanda!

Yaman olmak yetmez, yiğit de olacaksın!

Vak’ar herkeste olan bir şey değil, dostlar. Her dilde olan bir kelime de değildir zaten vak’ar. Nerede ne yapacağını bilen adama yiğit, nasıl yapacağını bilen adama da yaman denir. Yiğitler vakur olur. Onları oradan tanırsın. Saklanmaz onlar. Ne saklayacak bir şeyleri vardır, ne de kimseden korkuları. Her kapıdan korkmadan girerler. Anlarlar, dinlerler, sayarlar, saygı görürler, kendilerini saydırmayı da çok iyi bilirler. Kılıç amca misali.

Bütün bunlardan bihaber olan adamın altına nasıl binek verirsen ver, bir halta yaramaz. Eyeri ister altından olsun ister gümüşten. Yularını kapan, istediği yere götürür böylesini.

Önceki Sayfa  Sonraki Sayfa

 

 

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik