– 37 – MODERN HIRSIZLAR

 

MODERN HIRSIZLAR

Makriköy Hezenengi Karadümbüklü uzun ihtiyar Har’ol Elendi’nin, Maes’e ev tutup, eline bol para ve sınırsız özgürlük vererek sözde koruma altına aldığı günlerde, Tinne çıraklarından rica etmişti. “Kimse beni dinlemiyor, lütfen siz söyleyin bu adama, kızımı rahat bıraksın” diye. Olur dedi hain olmayan çıraklar. Makriköy Hezenengi Karadümbüklü uzun ihtiyar Har’ol Elendi’yi aradılar.

“Ben hiskolokum” diyerek kendini tanıttı Sera, “Maes’e çok fazla şeker veriyorsunuz, yapmayın. İlla yardım etmek istiyorsanız, onun okulunu bitirmesine yardım edin. Ayrıca kızına ev tutmanızdan ötürü annesinin çok rahatsız olduğunu, buna asla rızasının olmadığını da söylemem gerekiyor.”

“Maes hiç şeker yemediğini söylüyor. Annesi şibobren olduğu için yardım ediyoruz ona. Yakında Harcentın’a da gidecek, okul okumaya.”

“Nasıl yani?” dedi Sera.

“Kespanyolca öğrenecekmiş.”

“Ama okulu daha bitmedi ki yarım bırakıp nereye gidiyor? Üstelik dünyanın ta öbür ucuna?”

“Anneannesi Vagna Hanfendinin izni var. Annesi şibobren olduğu için Maes hakkındaki kararları onunla veriyoruz.”

“Bakın Tinne Hanım şibobren değil. Vagna Hanım da yeterince zengin, neden sizden kaymak yardımı alıyor? Neden Maes’i siz finanse ediyorsunuz?”

“Ben bu sorulara cevap vermek zorunda değilim. Vaktim yok. Hadi eyvallah.”

Sera, ustası Tinne’ye bu konuşmayı olduğu gibi aktardı.

Her hikayenin bir kalbi vardır. Tinne’nin hikayesinin kalbi Makriköy’de yaşananlardı. Makriköy’de Tinne’nin kalbini söküp çıkartmışlardı. Ne tımarhane, ne çocuklarının babasıyla yaptığı evliliği, ne meydanın ortasında durup herkese meydan okuması…

Tinne en büyük kararlarını Makriköy’de verdi, orada yok oldu ve orada var oldu.

Kızı ölseydi daha mı iyiydi?

Yanlış yola sapmış, kerih olanın yaldızlarını, yıldızlarını sökmek gerekir, o doğru. Özenmiştir, gözü boyanmıştır, kanmıştır, kandırılmıştır.

Ama namus temizliği yukarıdan aşağı yapılır: Önce tasallut olanlardan başlanır. Sonra satışa yardım edenlere gelir sıra. Satılmış olanın ne suçu var?

Sadece intikam alacaksanız aşağıdan yukarıya doğru bir operasyon en güzelidir. Tepedekinin paniğe kapılışını seyretmenin zevki hiçbir şeyde yoktur.

Ama namus temizliğinde birinci derece suçludan, sorumludan başlar, aşağıya doğru inersiniz. Tepedekinin gücüne güvenerek azanların, pireler gibi kaçışmasını seyretmek, burada en ibretli ve en tatmin edici “katarsis” olacaktır.

Aynı anda hem anneye hem kıza musallat olmak, gerçekten ibretli bir yok oluşu hak ediyordu. Birini sevince, ona sahip olmayı istemek anlaşılır bir şeydir. Ama sahip olamayınca kötülükler yapmaya başlamak ne anlaşılır, ne kabul edilir, ne de affedilir.

Tinne, kötülüklerin çeşitlerini ve cezalarının ne olması, nasıl olması gerektiğini kafasında oluşturmaktaydı. Dünyada “erkek kötülüğü” gibi sınır tanımaz başka bir kötülük çeşidi yoktu! Tinne, erkeklerin kadınlara ve topraklara yaptıkları kötülükleri yavaş yavaş öğreniyor, üstünde düşünüyor ve kafasında bir tür “temizlik hiyerarşisi” yaratıyordu. Bu temizlik türüne atalar Neşriyat demişlerdi. İyilik, iyilik neşrederdi, kötülükse kötülük. Böylece iyi davranışın sonuçları iyi, kötü davranışın sonuçları kötü olurdu. Tinne, artık hiçbir neşriyat yasasına göre bu suçluların cezalandırılmadığını, bilakis bu tür suçların en büyük ve en rezillerinin artık “neşriyatçılar” tarafından işlendiğine şahit olmuştu. Hem de en yakından ve kendi gözleriyle.

Bu kötüler, “benim olmayan, kara toprağın olsun” demiyorlardı. Bunlar sahip olamadıkları kadını balçığa, çamura bulanmış görmek istiyorlardı. Bir zamanlar aşkla peşinden koştukları kadın tezgahta sermaye olsun, satışa sunulan mal olsun, ucuzlasın, iyice değersizleşsin istiyorlardı. Bunlar gibi kötüyü dünya görmemişti. Şeytanın, yoldan çıkarmaya çalıştığı insanın elinde esir düştüğü, erken itiraz edip, konuyu sonuna kadar dinlemediği için çok pişman olduğunu düşünüyordu Tinne. “Çoktan tövbekar olmuştur” diyordu Şeytan için.

Dünyayı yazılı olmayan kurallarla yönetiyorlardı. Çünkü bu aşağılık erkeklerin kuralları yazılamayacak kadar kötü, çirkin ve mantıksızdı. Halihazırda geçerliliği olan hala o kokuşmuş köhne sözleşmelerdi. İnsanoğlunun kanıyla yazdığı, eşitlik, barış, adalet getirecek bildirgeleri asla yürürlüğe koymuyor, sadece “göstermelik” olarak vitrinde tutuyorlardı. Hayatı bir oyun gibi görüyor, takımları sağ-sol, siyah-beyaz gibi anlamsız taraflara ayırıp, muhakkak kazanandan yana oluyorlardı.

“Haklı ezilenler”, kendilerini sadece yerel, küçük ve yasal olmayan çatışma örgütleriyle savunuyor, ana akım ise, hala ve hala içten içe çürüyerek kokuşmuş olan saraylardaki tahtlara çöreklenmiş çirkin sülüklerin elinde tutuluyordu.

Tinne eskiden, yani bütün bu çirkinlikler başına gelmeden önce, belli bir denge tutturmuş yaşayıp gidiyordu. Elbet burnuna bu kötü kokular daha önce de geliyordu. Ama kokunun kaynağının, başa çıkabileceğinden çok daha büyük olduğunu anladığı için, kendisinden sadır olan o mis rayihanın içinden çıkıp toplum içine karışmıyordu. Şimdi anlıyordu ki bu pisliği ondan başkası temizleyemez! Sahip olduğu her şeye tasallut olan bu açgözlüler sürüsü, ona, hep bir ağızdan “bizi temizle, bizi yok et” diyorlardı adeta. “Sen bizi yok etmezsen biz sadece seni ve yavrularını değil, bütün dünyayı yutacağız!”

Onun verdiği bu savaş, bütün dünya tarafından seyrediliyordu. Nihayet iyi bir savaşçı bulmuş olan aç gözlü seyirciler bayram ediyordu. Arenada kutlama vardı yani! Hiç kimse şimdiye kadar onun kadar akıllıca, sanatlı ve içinden birçok dersler çıkarılabilecek şekilde savaşmamıştı.

Tinne’ye hayran olan, acıyan, sevdiğini söyleyen, sempati besleyen onca insana sorsanız, onun içinde bulunduğu bu berbat durumun bitmesini asla istemezlerdi. Tinne’yi temsil eden bir takım semboller yaratmışlar, o sembollerin önünde törenler düzenleyip ayinler yapmaya çoktan başlamışlardı. Tinne’nin kuşatıldığı ve taciz edildiği mahallenin kaç numaralı mahalle, kapısının kaç numaralı kapı olduğunu hepsi çok iyi biliyor ama ona yardım emek için en ufak bir girişimde bulunmuyorlardı. Üstelik Tartaryan’ın mahalleye yerleştirdiği izlengeç sistemleri sayesinde hepsi evlerinde oturup çekirdek çitleyerek Tinne’nin ağlayışını, haykırarak beddualar edişini seyrediyorlardı. Tinne’nin ağzından en kızdığı zamanlarda bile öyle güzel, öyle bilgece sözler dökülüyordu ki hemen kağıda kaleme sarılıp o bilgece sözlerden, deyişlerden, şiirler, romanlar üretiyor, enstrümanlarını onu izledikleri ekrana yakın bir yere koyup, bestelerini anında yapıp yakıştırıp, alelacele piyasaya sürüyorlardı.

Aslında için için hepsi Tinne’nin ölmesini bekliyorlardı. Tinne, hayatta ve acılar içinde kıvranıyorken, sanki o çoktan ölmüş gibi davranıp yas tutuyorlar, onlar da acı çekiyor gibi yapıyorlar, hatta kendilerini ona benzetip “Hepimiz Tinne’yiz!” sloganları atarak sahte bir hüzünle dolaşıyorlardı. Tinne öldükten sonra, belki onun adına kurulacak mabette bir rütbe, bir mevki, bir loca kapabilmek umudu taşıyorlardı içlerinde. Tinne’nin yerine geçirecekleri halifeyi çoktan belirlemişlerdi: Tartaryan’ın annesi! Taklit ve yalan ustası olan Kumsal Hanım, Tinne’ce bir bilgelikle ezberlediği sözleri tekrarlayıp duracak, hep olmak istediği Azize’liği böylece tadabilecekti. Buna onay verip yayanlarsa oğlu Tartaryan’ın şerrinden emin olacaklar, bu çirkef yaratığın belasından korunmuş olacaklardı.

Tinne’yi seviyor görünenler onu bir ağaçla sembolize ediyorlardı. Tinne’nin familya adı bir dağ adı olduğu için onu “dağın zirvesinde saklı define” olarak betimliyorlardı. Tinne’nin sözlerini Tartaryan sayesinde an be an dinleyip, kaydediyor, yani riske girmeden güvenli bir şekilde “çalabiliyorlardı.” Böylece yeni dinin kitabını yazıyorlardı bile. Kitap bittiğinde Tinne’nin acıklı öyküsü de bitecekti. Daha önceki bütün bilge kişilere yaptıkları gibi onu da öldürecekler, hayatını da sözlerini de ona en çok acı verenlere, katillerine devrederek sahte bir kutsal ve asil soy oluşturup, işbirlikçi yeni asiller ve azizeler için, yeni saraylar ve yeni mabetler inşa edeceklerdi.

Onun canından çok sevdiği yavrularını yok edecekler, onun çirkin üvey kardeşleri Dalton ve Dalmaçyalıların nesillerinden asil kutsal soy yaratacaklardı. Hayatında bir kez bile görmediği Tartaryan’ı dillere destan bir aşk hikayesinin kahramanı yapılacak, sonra da Tinne’nin doğal koruyucusu ve mirasçısı ilan edeceklerdi.

Bu formül hep böyle yürümüştü. Bilin ki asil olduğu iddia edilen hiçbir soy asla asil değildir. Onlar muhakkak, ulu bir bilge kişinin ölümüne sebebiyet vermiş hasetçi hainlerin soyudur. Bir define vardır ve asil sandıklarınızın ataları ona çöküp gerçek sahiplerini öldürmüşlerdir.

Söz gelimi, son din ustasının gerçek torunları Türk illerine kaçırılmış, ona düşmanlık ve kıskançlıktan başka bir şey yapmamış olan üvey oğulları kutsal soy olduklarını ilan etmişlerdi. Bu hikaye tutsun diye, son din ustasının sözleriyle kutsadığı kızı, kendini yok etmeye zorlanmış, onun çocukları ibretlik bir infazla ortadan kaldırılmıştı.

Tartaryan ellerini ovuşturup duruyordu. “kapıyı kim bekliyorsa çorbayı o içer” diyordu da başka şey demiyordu. Biri gelip de Tinne’ye bir yardımda bulunacak diye ödü kopuyor, sabah akşam kapılara, balkonlara diktiği nöbetçilerle kuş uçurtmuyordu. “Benim hakkım” diyordu naralar atarak! “Pastadaki en büyük pay benim hakkım! Bu felaket kadını burada ben durduruyorum, ona her türlü çelmeyi ben takıyorum! Öyleyse benim hakkım!” Cinnet hali içinde sayıklayıp duruyordu, “kaynağın başını kim tutmuşsa suyu o satar” gibi yeni yeni maniler uyduruyordu. İşbirlikçileri, yani müşterileri de kuşatılmış mahalleden gelecek yeni bilgelik dolu sözler, yeni gerçek acılar, gerçek gözyaşları, yani yeni hikayeler, kilm endüstrisi için yeni malzemeler için seslerini çıkartmıyor, her türlü hikayede Tinne’ye en çok kötülük yapan adamlar olan, uzun ihtiyarla, nonoş Tartaryan’ı, Tinne’nin sevgilisi, eşi, koruyucusu, dostu gibi göstermeye dikkat ediyorlardı.

Tinne sadece evinin penceresinden ve onevizyon ekranından bakarak bile dünyadaki çarkların çirkefliğini, rezaleti görüyor, düşüncelerinde yeni neşriyatı şekillendiriyordu.

Tabi bunu benimle ve sadık çıraklarıyla, sonraları sadık eşi ile de konuştuğu oluyordu. Tartaryan’ın hızlı servis sitemiyle, onun bu fikirleri de hızla satışa sunuluyor, kendi yarattığı bu yeni neşriyatı da sahiplenip aralarında pay ettiklerini onevizyondan izliyor, umutsuzluğa kapılıyor, artık sadece ve sadece bu evreni yaratanın adaletine güvenebileceğini düşünüyordu.

Onun tımarhaneye yatırılması için gerekli bütün tetikleyicileri, Agarikalılarla birlikte ustalıkla organize eden Tartaryan, kilmlerde Tinne’nin kurtarıcısı olarak lanse ediliyor, bu gerçekten Tinne’nin içini iyice acıtıyordu.

Yaşadığı her şeyin çarpıtılarak anlatılışına kendi gözleriyle şahit olmak, şimdiye kadar hiçbir bilgenin başına gelmemişti. Ona ölmüş, sanki yokmuş gibi muamele ediyorlardı. Daha ölmeden sözlerinin kötülere, “kaymak ve saygınlık” kazandırmak için kullanıldığına şahit olmuştu. Yaşantısı an be an, onevizyon seriyallerine ve kinoma kilmlerine konu oluyor, alçak ruhlu erkeklerin yüceltilmesi için gerçeklerin ustalıkla çarpıtıldığına, kendi gözleriyle tanık oluyordu.

Bu hırsızlık bütün bilgelere yapılmıştı. Ama onlar ortadan kaldırıldıktan sonra. Hepsinin sözleri çalınmış, hayatları ve verdikleri mesajlar çarpıtılmıştı.

Saraylarda ikame edilenler, mabetlerde vazifeli olanlarla el ele verip dünyanın kanını emiyorlardı. Bunu bir süre daha yapabilmek için onlara yeni etkileyici ve anlamlı sözler, yeni hikayeler lazımdı. Kinoma endüstrisinin de bir saniye bile durmadan, gece gündüz çalışarak, dünyayı uyutabilmesi ve kandırabilmesi şarttı.

O yüzden Tinne’den vazgeçemiyor, Tinne’ye bir lokma su bile vermeden, onun işkencecisi Tartaryan vesilesiyle, ihtiyaçları olan ne varsa, kolayca elde ediyorlardı.

Önceki Sayfa  Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma, Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik,İlyas Temel şafak, Defne Ilgaz, Necati şaşmaz, Kurtlar Vadisi, Polat Alemdar, sahte Mehdi, adnan Oktar, İbrahim kalın, CIA, FBI, MOSSAD, Üçüncü Dünya Savaşı, necaaattii, ibne, godoş, orospu çocukları, sahil şaşmaz, abdülkadir şaşmaz, recai şaşmaz, zübeyr şaşmaz, panafilm, tayyar baba, elazığ, bkm, yılmaz erdoğan, güldür güldür, ali sunal, aydın ılgaz, mason biraderler, tapınak, ritüel, ayin, gizem, ezoterizm

 

 

 

 

 

 

– 24 – Büyük Buluşma!

BÜYÜK BULUŞMA!

“Tanışmış mıydık?” diye sordu Tinne.

“Aslında tanışmıştık, ama hatırlayacağınızı sanmıyorum” diye cevap verdi Nabustannezar.

Hatırlamaya çalışır gibi önüne baktı Tinne.

Bir müddet denizin sesini dinlediler.

“Anneniz de siz de büyük bir oyunun aktörleriydiniz. Farkında olmasınız da… Zaten farkında olmamanız gerekiyordu. Ne zaman oyunun odak noktası siz oldunuz, anneniz bunu fark etti ve bundan faydalanmak istedi.”

Tinne cevap vermedi. Yanındaki kadının sözlerinin doğru olabileceğini biliyordu. Garip şeyler olmuştu. Kendisine karşı bir kampanya başlatılmış gibiydi. O da açıklayamıyordu bütün bu anormalliklerin nedenini.

“Bunun vatanla ya da vatan hainliğiyle ilgisi nedir?”

Karşısındakine şans tanıyan, saygılı bir tavrı vardı Tinne’nin.

“Bu vatanın geleceği, maçın sonucuna ve gidişatına bağlıydı. Aslında hâlâ öyle. Maçın ne olduğunu anlatmaksa, o biraz güç.”

Tinne sabırla dinliyordu. Yanındaki kadının iyi niyetine güvenmişti.

“Bu; aristokratlarla, askerlerin oynamaktan pek hoşlandıkları, çok eski bir oyun. Bu oyunun gidişatına göre taşlarını ilerletir ya da geri çekerler. Satranç gibi yani. Takımı gerçek insanlardan seçerler. Ama o insanlar kendilerini bilmez.”

Nabustannezar, Tinne’ye düşünmesi için zaman verdi.

“Ben şahtım?”  

“Evet.”

“Diğer takımın şahı kim?”

“Sen hepsini devirdin.”

“Bir tane değildi o zaman?”

Tinne gülüyordu. Nabustannezar başını salladı.

“Oyunun kurallarını ihlal ettiler. Sen devirdikçe yenisini çıkardılar karşına. Maçın bu kadar kısa sürmesini hazmedemediler.”

“…ve annem onlara yardım etti.”

Nabustannezar, Vagna adına utanmışçasına başını öne eğdi.

Tinne, karşı kıyıdaki  Dolmabahçe Sarayı’na doğru baktı ve derin bir iç geçirdi. Saat ilerledikçe serinlik çöküyor, içi ürperiyordu.

“Vatan ne durumda?”

“Senin takımında herkesi satın aldılar.”

“Öyleyse vatanı benim takımım temsil ediyordu?”

“Kadın ve toprak, namus ve vatan aynı şeydir. Erkek temsilciler hemen çembere üye olurlar zaten ve böylece global gücü temsil ederler.”

“Baş çırağımı, annemi, kızımı, oğlumu, Kurtulmuş Ablamı, Uzun Ablamı, alkışlayanları, sevenleri, hayranlarımı kaybettim?”

“Hayranlarını demeyelim. Herkes hayranın. Ama takımda olmak başka bir şey, hayran olmak başka bir şey.”

“Aynı cephede olmak, aynı takımda oynamakla aynı?”

“Öyle.”

“Annen çok iyi iş çıkardı. Bu oyunun tarihinde kadınların takımında bu kadar sayıda hain kadına hiç rastlanmadı. Vagna herkesi çok iyi örgütledi ve sırtına sayısız bıçak sapladı.”

“Annemin cenaze törenine gelen çelenkler herkesi şaşırtmıştı. Onların reisi bile çelenk göndermişti.”

Nabustannezar sıkıntıyla başını salladı.

Tinne esrarengiz kadına kim olduğunu sormuyordu. Gerek duymuyordu. Derin bir nefes aldı ve ona doğru döndü. “Şimdi yediğimiz bıçak darbelerini konuşmayı bırakalım. Gördüğünüz gibi hâlâ hayattayım. Vatan ne durumda, siz ondan haber verin.”

“Aziz vatanın bütün tersanelerine girildi, bütün kaleleri zapt edildi.”

Tinne dudaklarını sıktı, sinirli sinirli başını salladı.

“Şah daha düşmedi” dedi.

“Biz ilk defa karşı takımla ters düştük. Oyunun kurallarını -bizi hiçe sayarak- ihlal ettiler. İş çok ciddileşti. Bu oyunun gerçekten de bir “oyun” olduğunu, bizleri aslında ciddiye almadıklarını senin sayende anladık. Çünkü ilk defa maçı kadınlar takımı, çok hızlı ve ezici bir üstünlükle kazandı. Tepkilerinden anladık ki bunlar bizim de varlığımıza son verecekler.”

“ … ve dünya bin yıl geriye gidecek.”

Tinne iyice üşümüştü. “Sizin bir planınız var mı?” diye sordu.

Planı beraber yapalım isteriz, dedi Nabustennezar.

Önceki Sayfa  Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik

– 22 – Bırbırı Çaydemler

BIRIBIRI ÇAYDEMLER

Tinne’nin baş çırağı Bırıbırı Çaydemler, bir müddet sonra Tinne’nin aptal olduğunu düşünür olmuş. Ama onun baş çırağı olmak da havalı bir şeymiş hani. Ben onu bir güzel parmağımda oynatırım, ruhu bile duymaz demekteymiş.

Onun böyle düşünmesine sebep, Karadümbüklülerin Reisi ile Vagna’ymış. Tinne’nin her türlü sırrını bilen, daima yakınında olan bu çaylak kıza, epey bir şeyler teklif etmişler.

“Bize ondan sürekli haber uçur, sonra dile, ne dilersen” demişler ve eklemişler:

“Biz ona ne isterse alırdık, verirdik, yapardık ama o şibobren olduğu için bütün bunları reddederek bizden kaçıp duruyor. Sen şimdi sevgili Usta’nın iyiliği için onun hakkında bize bol bol rapor ver, biz de seni kaymağa boğalım.”

Bırıbırı Çaydemler, sırf ustasının iyiliği için(!), bu teklifi hiç düşünmeden kabul etmiş. Ustam şibobren değil belki ama kesin aptal demiş içinden. Uzun ihtiyar Hâr’ol Elendi Bey, Tinne’yi Karadümbük Kraliçesi yapmak istiyormuş ama Tinne bunu sürekli reddetmekteymiş.

Oysa Tinne ile Hâr’ol Elendi Bey arasında tam olarak şu konuşma geçmişmiş:

Hâr’ol: Bir kızımız olsun, adı Nazlı olsun.

Tinne: Karınızdan koşanmayı düşünüyorsunuz anlaşılan?

Hâr’ol: Hayır, ben asla böyle bir şey yapmam.

Tinne: Ama sanki benimle evlenmeyi istiyor gibisiniz?

Hâr’ol: Hayır, bunu da yapamam.

Tinne: Nazlı’ya başka bir anne bulmalısınız.

Hâr’ol: Dur, dur bir dakika! Sen çok genç ve güzelsin. Ben o yüzden seninle evlenemem.

Tinne: Merak ettim, neden?

Hâr’ol: Dedikodu yaparlar.

Tinne çok yıllar sonra, hatta o kadar çok sonra ki, Uzun gümleyip yerine türkücü reis olduktan bile sonra öğrendi ki, Karadümbüklülerin komşularıyla evlenmeleri yasakmış. İllaki başka semtten olması gerekiyormuş. Gerçek sebep bu olmalıymış.

Bu arada Tinne’nin aptal olduğunu düşünen biri daha varmış, ne yazık ki Maes’miş o. Anneannesi ve Dümbük Reis ona da Bırıbırı’ya yaptıkları teklifi yapmışlar. Böylece Bırıbırı ve Maes aldıkları kaymaklarla her istediklerini yapmaya başlamışlar.

Bırıbırı hemen bir çocuk doğurmuş. Doğurur doğurmaz başka adamdan hamile kalmış. Ama bunu kocasına hiç söylememiş, çünkü o adam evliymiş. Yeni adamı Tinne’nin mezun olduğu meslek okulundan bulmuş. Herkese kendini Tinne’nin sıfatlarıyla tanıtıyormuş çünkü.

Bu arada bilmenizi isterim ki Bırıbırı fularını hiç çıkartmamış. Böylece kimse ondan şüphelenmeyecekmiş. Hep bembeyaz fular takıyormuş.

Benim dikkatimi çeken Bırıbırı’nın Vagna’ya benzer bir özelliğe sahip olması: Dilfon.

Dilfonuyla yatar dilfonuyla kalkarmış. Asla elinden bırakmaz, sık sık kontrol edermiş. Dilfoncu kadınlara dikkat edin, derim ben.

Maes sabah akşam geziyor, kimseye hesap vermiyormuş. Tamamen özgürmüş artık! Annesini ispiyonladıkça kaymakları cukkalıyor, erkek kardeşine de, annesine de çok kötü davranıyormuş. Kendini onların patronu sanıyormuş. Fazla şeker yemekten artık kafasının içi yapış yapış olmaya başlamış.

Etrafında olan biteni tam anlayamayan Tinne, bir gün Bırıbırı’nın davetini kabul ederek ziyaretine gitmiş. Sırnaşık bir sesle “bebeğimi gelip görün” demiş, Bırıbırı. Ziyaret sırasında Tinne’nin dikkatini, Bırıbırı’nın karnının büyüklüğü çekmiş. Bu akşam burada kalıyorum ve yarın seni hekime götürüyorum, demiş ona.

Ertesi gün  Bırıbırı’nın daha kırk günlük lohusayken ikinci çocuğa hamile kaldığı ortaya çıkmış. Hekim onlara hayati tehlikeyi haber vermiş.

Tinne tabi ki doğum vakti gelene kadar Bırıbırı’ya ve küçük bebeğine bakmış. Parasıyla, hizmetiyle onu korumuş ve kollamış. Tuhaf şeylerin olduğunu, daha da kötülerinin olacağını hissettiği için doğuma yakın, onun yanından ayrılarak kendine bir ağaç kovuğu bulup yerleşmiş.

Maes ve Bırıbırı iş birliği yaparak Tinne’yi oradan çıkartıp avcılara teslim etmişler.

Bugün Maes de, Bırıbırı da pek mutlu sayılmazlar. Bırıbırı artık beyaz fular takmıyor. Hatta fular hiç takmıyor. Kocalarından ayrıldı. Hala çok yalan söylüyor ve dilfonda soyunarak para kazanıyor.

Maes, Deprem’in vurduğu fiskelerin etkisinden kurtulamadığı için kendini sırıkla atlamaya verdi. Elinde hep o uzun sopayla geziyor. Sırıkla ülkeler arası, deniz ötesi atlamada bölge birincisi. Şimdi kıtalar arası atlayabilmek için çok sıkı çalışıyor. Uzun öldükten sonra, Türkücü Reis ona şeker almadığı için çok kızdı. Ha bu arada ne yazık ki diş hekimi de olamadı. Neden mi? Uzun ölünce ortaklık bozuldu da ondan.

Önceki Sayfa  Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik