– 42 – PARAŞÜT OPERASYONU

– 42 – PARAŞÜT OPERASYONU

Dünyanın gerçek tek kadın gücü ve örgütünü iptal ettikten sonra, yeşil butona basmak üzere sığınağındaki ofisine koştu Siyon Amca. Bilinirdi ki yeşil buton, kırmızı butondan bir önceki işareti verir.

Dünyanın bütün erkek örgütlerinin şefleri yeşil işareti aldıktan sonra koşa koşa Kenar Doğu’nun kenarına geldiler. Kenar Doğu’nun kenarındaki bu ofiste daha önce hiç toplanılmamıştı. Zaten ofisler sadece bir kere kullanılırdı.

Kenar Doğu’nun kenarında toplanmanın anlamı “savaşın kıyısındayız” demekti. İşareti alan bütün şefler, prosedüre uygun şekilde çeşitli bineklerle toplantı yerine geldiler.

“Beklediğimiz işaretleri aldık”, diyerek söze başladı Siyon Amca.

Köle aslanın boynunu kırdı parolasını kullanmamızın nedeni bu köleyi biraz daha yaşatırsak, arenanın hakimi olacağına dikkat çekmekti. Ben artık kırmızı duruma geçmemiz gerektiğini düşünüyorum.

“Biz de aynı düşüncedeyiz. Hatta geç bile kaldık! Artık Tinne’ye büyü falan da işlemiyor.” diye ses verdi Hadam’lar. Ona yaptığımız büyüler bizi bile sarstı. Yapanı da öldüren büyüleri dahi denedik. Hınser olmuş yaşlı bir Hadam vardı. Ondan istedik. Çok zorlandı, üç gün sonra feci şekilde can verdi. Bizi bile silkeledi bu iş, bu kadın hala ayakta! Bu böyle olmaz. Ona da, temsil ettiği ne varsa hepsine, tamamen yok etme amacıyla, kararlı şekilde saldırmalıyız. Çok geç kaldık. Büyükler bizi sıkıştırıyor. Her gördüklerinde “geç kaldınız”, deyip duruyorlar. Kehanete yardım etmezsek yok olacağımızı söylüyorlar. Doğrusu, biz de aynı fikirdeyiz.”

Siyon Amca iki elini piramit yapmış, önüne bakarak, bütün dikkatiyle dinliyordu. Hadam’ın sözleri bitince, sıktığı dudaklarını gevşetti. başını üzgün üzgün salladı. “Yaşlı hadamın Holam Aba’da payı büyük olsun…”

“Yamen” dedi Hadam’lar bir ağızdan. Sinirli sinirli.

“Sizlere saygısızlık etmek istemem. Kutsal yapılar ve mekanların sizce anlamını çok iyi biliyorum. Ben de inanmıyor değilim. Saygı duyuyorum. Ama benim işim inanmak değil, ben bana bağlı olan toplumun kazancını temin etmek zorundayım. Bizi de sıkıştıranlar var. Bölgeye hakimiyeti bir an önce sağlamak zorundayız.  O yüzden benim bu olaya yaklaşımım kahinlerden farklı. Aslında aynı kapıya çıkıyor. Ben de başlama zamanı geldiğine inanıyorum. Yer altı kaynaklarına gerçekten çok ihtiyacımız var.” 

Hadamlar sıkkındı. Biriktirdikleri her şeyi söyleyecek gibiydiler.

“Bizim cemaatimiz hiçbir zaman müsrif olmadı. Biz çalıştık, kazandık, biriktirdik ve size verdik. Nereye harcandığını ne sorduk, ne sorguladık. Ama biz anlamıyoruz, bu kadar kazanç niye yetmiyor, niye hep daha fazlasına ihtiyaç duyuyorsunuz?”

“Haklısınız”, dedi sıkkın sıkkın Siyon Amca. “Davaya çok para gidiyor. Dünyayı biz (parmağıyla masanın üzerinde geniş bir daire çizdi) kötüleştiriyoruz. Onları aç gözlü ve doyumsuz hale getiren biziz. Bize biat edenlerin ihtişam içinde yaşamasına, burada, hep beraber karar vermiştik. Bizden olmayıp, bize hizmet edenlere, yani dosdoğru konuşalım, amaçlarımız doğrultusunda satın aldıklarımıza; parlak, gösterişli ve özellikle de bize direnenleri kıskandıracak bir hayat sürmelerini sağlamaya karar vermiştik. Bu büyük miktarları hızlı bir şekilde bölgeye nasıl aktarabilirdik? Gene burada, (aynı daireden havaya bir kez daha çizdi) hep beraber; onlara zehir satarak, kadınlarını satarak ve çok kıymetli görüp böbürlendikleri aidiyetlerini satarak sağlamaya karar vermiştik. Kimsenin cebinden bir şey çıkmayacaktı yani.”

“Neden zarardayız o zaman?”

Hadamlar hesaptan iyi anlardı. Tomba’larında çok kaymak toplamış, dağıtmış, çok hesap yapmıştı her biri. Bu sefer parmak gösterme sırası Hadam’daydı. “Siz bu parayı Taçgillere akıtıyorsunuz?”

“Hayır” diyemem, dedi Siyon Amca. “Onların tahtlarında kalmasını sağlamak gittikçe zorlaşıyor.”

“Krallığımızı kurduğumuz zaman onlara ihtiyacımız kalmasın o zaman.”

“Kalmayacak.”

İçinde tek bir yiğit bile bulunmayan ordularını sahaya sürmek için yüzlerce yıldır beklemişlerdi. Yiğitsiz ordu, yağsız, tuzsuz aşa benzer, onu da ancak hastalar, mecburiyetten yer. O yüzden böyle bir orduyu meydana çıkarmak için dünyayı iyice hastalandırmak gerekirdi.

“Bu zamana kadar hazırlıklarımız tamam olmalıydı.” Kilmcilerden sorumlu, kilmcilerin temsilcisi Javudi konuşmuştu bu sefer. O da canı sıkılmış bir edayla sözlerine devam etti. “Tinne, istediğimiz reaksiyonları vermiyor, bir türlü olması gereken beklediğimiz akıbeti yaşamıyor. O yüzden kilmlerimiz bizim istediğimiz yere doğru gidemiyor bir türlü!”

“Biz de size “muş gibi” yazın demedik mi kilmleri, gene burada, hep beraber?” Siyon Amca’nın parmağı bu sefer diklemesine ve sertçe masayı işaret ediyordu.

“Yapıyoruz yapıyoruz ama izlemecilerimiz ve yazmacılarımız BBG evindeki gerçeklerden yola çıktıkları için orjinal hikayeden etkileniyorlar ister istemez.”

“Yani Tinne’den etkileniyorlar, demek istiyorsun?”

“Evet, öyle biraz.”

“Anlaşıldı. Gordon düğümü gibi oldu bu iş. Bu düğümü ancak kılıçlar çözer.”

“Başlıyoruz o zaman. Paraşüt Operasyonu için oylama yapalım, başlasın mı?”

Masadakilerin elleri tereddütsüzce kalktı. Yüzleri asıktı biraz. Vakit çoktan gelmiş, geçiyordu. Aslında istedikleri gibi yeterince hazır değildiler. O kadar güçlü o kadar güçlüydüler ki eninde sonunda kazanırlardı nasıl olsa. Zayiat daha önce düşündüklerinden, hesapladıklarından fazla olacaktı. Bunu biliyor ve açıkça görüyorlardı ama üzerlerindeki baskı da gün geçtikçe artıyordu.

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afe Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma, Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik,İlyas Temel şafak, Defne Ilgaz, Necati şaşmaz, Kurtlar Vadisi, Polat Alemdar, sahte Mehdi, adnan Oktar, İbrahim kalın, CIA, FBI, MOSSAD, Üçüncü Dünya Savaşı, necaaattii, ibne, godoş, orospu çocukları, sahil şaşmaz, abdülkadir şaşmaz, recai şaşmaz, zübeyr şaşmaz, panafilm, tayyar baba, elazığ, bkm, yılmaz erdoğan, güldür güldür, ali sunal, aydın ılgaz, mason biraderler, tapınak, ritüel, ayin, gizem, ezoterizm

 

– 30 – Cadılar Konsülü

CADILAR KONSÜLÜ

İçeriye girdiğinde cadıların neden ayağa kalktığını anlayamadı Tinne. Herhalde usulleri böyle, ne kadar saygılılar, dedi içinden.

Kimse konuşmuyordu. Siyahlar giymiş birçok kadın ona merakla bakıyordu

Davet edildiği salonda oturma yerleri tribün sistemine göre yapılmıştı. Tinne’nin etrafı yarım daire şeklinde dizilmiş tribünlerle çevriliydi. Hiç boş yer yoktu ve ayaktaki bu kadınlar niye böyle donmuş gibiydiler, anlamıyordu.

“Selam” dedi.

Bir mırıltı yükseldi. Herkesin kendi dillerince karşılık verdiğini anladı Tinne.

Tekrar sustular. Hala ayaktaydılar.

Nabustannezar Tinne’ye bir koltuk getirilmesi için işaret etti.

Tinne oturunca, cadılar da oturdular.

Tinne’nin eline telekon verildi. Tekrar bir sessizlik hâkim oldu.

“Önceden düşman bendim, şimdi buradaki herkes namlunun ucunda.”

Cadılar onaylamak için başlarını salladılar.

“Daha önce dost muyduk onlarla peki?”

Kimileri güldü. Kimileri önüne baktı. Kimileri “hayır” anlamında başını salladı.

“En eski kitaplardan başlayalım. Yazılanlara bakılırsa kadınlardan korkuyor gibiler, değil mi? Sanki kadın insan değil, başka, tehlikeli bir tür. İnsandan başka bir tür.”

Sıkıntıyla başlarını salladılar.

“Sizler, yüzlerce yıl önce, sisteme kabul edilmiş olmanın minnettarlığıyla bu düşmanlığın bittiğini düşündünüz.”

Onaylandığını gören Tinne, daha seri konuşmaya başladı.

“Meğer, sadece benim değil sizin üzerinizde de denemeler yapmaktalarmış.”

Nefeslerini tutmadan dinliyorlardı.

“Bir kadının hayatının üzerinde oyun oynandığını görüyordunuz ve itiraz etmek yerine oyuna katılıyordunuz.”

Cadılar Nabustennezar’a baktılar, bizi sen savun, dercesine.

Nabustennezar, susun ve sabırlı olun işareti yaptı.

“Bu yaptığınız yanlıştı.”

Gözlerini kaçıran cadılar Tinne’ye hak veriyordu.

“Şimdi ise aynı durumdayız.”

Tinne, arada susuyor, etrafına bakıyordu.

“Sanırım bir noktada, seyirci kalamadınız ve taraf tuttunuz.”

“Çünkü yüzyıllardır oynanan bu oyunda kimse benim kadar haklı, benim kadar masum olmamıştı değil mi?”

“Kadın kahramana, kendilerini haklı çıkaracak bir suç isnat etmeyi her zaman başarmışlardı, ta ki bana kadar.”

“Bu oyunda tekmelenen top olması için seçilen kadın, muhakkak başına geleni hak etmiş oluyordu, değil mi?”

“Annem, onlardan birini, ya da birilerini dilfonla arayarak göz yaşı döktü değil mi?

Hatta şöyle söyledi: -Tinne sesini değiştirdi- Ben kızımı geri istiyorum. Onu bana geri verin ne olur, yalvarırım size!”

“… ve onlar hiçbir annede görülmeyecek taş kalbe sahip bu kadını son derece takdir ettiler? Onun amacına ulaşmak için her şeyi yapabilme kapasitesini çok beğendiler. Çünkü onu kendilerine benzetmişlerdi. O da tıpkı onlar gibi bir takiye ustasıydı. Sevgisizliğini sevgi taklidiyle örtmeye uğraşıyordu. Asıl amacı güçtü, ünvandı ve bana en az onlar kadar düşmandı.”

“Düşman bir anne. Üstelik düşmanın annesi! Düşmanımın düşmanı dostumdur, öyle değil mi?”

Cadılar birbirlerine bakmaya başladılar. Saf, ezik, aptal ve fazla iyi niyetli bildikleri Tinne başka birine dönüşüyordu. Konuştukça içinden başka birisi çıkıyor gibiydi. Yüzlerine gülümseme yayıldı hepsinin. Salonda tuhaf bir enerji oluşuyordu, elle tutulurcasına hissedilen bir enerji. Adı umuttu, adı dirilişti, hatta adı zaferdi bu enerjinin.

Cadılardan biri dayanamadı yanındakine dirsek attı.

“Şöyle bir durum değerlendirmesi yaptım ki bundan sonra ne yapacağımıza doğru karar verelim.”

Tinne yerinden kalktı, telekonu koltuğa bıraktı. Cadıların oturduğu sıralara yaklaştı.

“Sizden bir şey rica edeceğim.”

Onların gözlerini daha yakından görebiliyordu.

“Beni yalnız bırakın. Bu savaşta lütfen beni yalnız bırakın. İşime karışılmasını istemiyorum. Bir de sizi düşünmek istemiyorum. Çocuklarımı bu yangından kurtarabilmek için akla karayı seçtim. Çıraklarımı koruyabilmek uğruna başıma gelmedik kalmadı. Dostlarımdan borçsuz ayrılabilmek için çok bedel ödedim. Sizden iyilik falan istemiyorum, kimseye borçlanmak istemiyorum. Gölge etmeyin yeter!”

Herkes donup kalmıştı.

Nabustannezar ayağa kalktı ve Tinne’nin yanına geldi.

“Biz sizin gölgeniz oluruz efendim.”

Dedi.

Tinne, ne yanıt vereceğini bilemedi.

“Ben sadece yalnız savaşmayı biliyorum. Başka türlüsünü bilmiyorum.”

“Öğrenirsiniz.”

Tinne ona baktı. Nabustannezar Tinne’nin bakışlarına yanıt verdi:

“Emirlerinize kayıtsız şartsız itaat edeceğimize söz veririz!”

Salon uğuldadı. Cadılar reislerinin sözlerini tekrarladılar.

“Neden, diye sormayacaksınız.”

Bir ağızdan cevap verdiler:

“Sormayacağız.”

“Beni sorgulamayacaksınız.”

“Söz!”

“Bütün sorularınızın yanıtını alırsınız, eğer sabrederseniz.”

“Tamam!”

“Öyleyse anlaştık.”

“Hiçbirinizin üzerinde mal, mülk, bankada para olmayacak. Derhal yakınlarınıza devredin. Sevdiklerinize, varsa çocuklarınıza. Bütün borçlarınızı ödeyin. Çok fazla bağış, yardım ve saire yapmalısınız. Çünkü savaşa gidiyoruz. Buna ihtiyacınız olacak. Bundan böyle tatil yok. Şimdiye kadar hangi sıklıkta toplanıyordunuz bilmiyorum ama en az haftada bir olmalı. Bekar olanlarınız mümkünse aynı evde, ya da aynı binada yaşamalılar. Bundan böyle evlenmek yok. Çocuk yapmak yok. Siz savaşçısınız, yumuşak karın istemiyorum. Zaaflarınızdan arının. Zevklerinizin pahalı, gösterişli, zahmetli olanlarından vaz geçin. Söyleyin bakalım, av yapıyor musunuz?”

Karmaşık duygular içerisindeydiler. Bekledikleri kişinin bu kadın olduğuna hepsi emin olmuştu. Komutları bir bir ezberliyorlardı ve neden şimdiye kadar böyle yapmadık biz, diye kendilerini sorgulamaya başlamışlardı. Av mı? O da neydi?

“Ama erkekler yapıyor? Yüzyıllardır hem de! Onlar geceleri sizin gibi yumuşacık yataklarında keyfetmiyor! Kendilerine bir düşman, bir öteki icat edip düşüyorlar peşine. Onların bütün sistemleri bu av üzerine. Geceleri av, gündüzleri maç yapıyorlar. Her an güçlü ve uyanık olabilmek için, her şeyi göze alıyorlar.”

“Av yapacaksınız. Sizler, Allah’ın yarattığı canlıları sırf canınız istiyor diye değil, eğlenmek için değil, zinde olmak için değil, mazlumlar için avlanacaksınız! Beni anlıyor musunuz? Küçük çocuklara, hayvanlara, savunmasız, korumasız canlılara, kimsesiz kadınlara saldıran, tecavüz edenlerin peşine düşeceksiniz. Sizin düşmanınız zalimler ve onları koruyanlar! Herkes gücü, kapasitesi yettiğince bu ava katılacak. Haftada bir av yapacaksınız. Hepiniz! Genç yaşlı dinlemem! Karınca kararınca hepiniz katılacaksınız!”

“On gün sonra buraya esirlerinizi görmek için geleceğim. Eğer av sırasında ölürlerse organlarını bağışlayın.”

“Bu kadar yüzyıldır bir av yapabilecek kadar teşkilatlanamadıysanız, yazıklar olsun size! Kapatın, gidin öyleyse!”

Cadılar şu ana kadar figüran olduklarını ama artık ipleri ellerine almak üzere olduklarını düşünmekteydiler.

“Nasıl olsa bizi öldürmeye karar verdiler! Hepimizin kalemini kırdılar! Ölmeden önce kaç kelle alırsak kârdır!”

Kuralları unutmuşlardı, reisin, kürsüsü üzerinde duran çanı çalmasını falan bekleyemediler. On üç yüzyıldır olmayan şey oldu. Hepsi ayağa fırladılar, cüppelerini, şapkalarını, boyunlarındaki fularları havaya fırlatıyorlardı. Birbirlerini öpüyor, kucaklayıp kaldırıyorlardı. Titreyerek, ürkerek, savunmada geçmişti bütün varoluş hikayeleri. Ölmekten ilk defa korkmuyorlardı. Tinne oradan ayrıldıktan sonra, günlerce toplantı alanını terk etmediler. Kimi, nerede ve nasıl kovalayacaklarına karar verdiler. Tinne onlara gitmeden anlatmıştı, plan yapmak işin onda dokuzudur, eylem bir saattir, planlaması günlerce sürer demişti.

Hepsi aynı anda durup, birbirlerine şunu sordu o akşam: Tinne bütün bunları nerden bilebilirdi?

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik

– 8 – Mersomnesliler

MERSOMNESLİLER

Tinne annesinden hiçbir şey saklamazdı. Angora’dan döndüğünde yaşadıklarını onunla paylaştı. Nasıl olsa kanatlarını görürdü Vagna Hanım. Çünkü artık eskisinden daha dikkatli bakıyordu kızına.

Eskiden özgürce salyangoz kovalayan Tinne, üzerindeki gözleri hissettiği için farklı davranır olmuştu.

Siz de bilirsiniz ki üzerimizde göz ya da gözler varken başka, kimse bize bakmıyorken başka türlü davranırız. Tinne kendisinin farklılaştığını, annesinin gözlerinin başka türlü baktığını anladığında ayırt etti. İrili ufaklı bütün uygarlıkların göz motifini bu kadar vurgulaması bundandır. Hükmetmek gözlemekle başlar.

Tinne’nin çok yakınında bir çift göz vardı artık. Hem de fosforlu gözler! Gece de gündüz gibi gören… Anneannesinin mavi sarı gözleri gibi eğlenceli değildi onunkiler. Yanıp sönen, çakan, parlayan, kıvılcımlı, közlü, delici gözlerdi.,

Hayır yanılıyorsunuz, kızına göz kulak olan endişeli annelerin gözleri gibi hiç değildi. Önce kontrol eden ve ispiyonlayan, sonraları kızan ve ceza vermek isteyen, her ikisinin yaşları ilerlediğinde de artık kıskanan ve nefret eden gözlerdi. Öleceğini anladığında kızını da öldürmek istemişti mesela. Buradan şunu anlıyoruz ki bir insanın içinde karabiber tohumu kadar bile kötülük varsa ona asla büyük bir güç emanet etmemeli.

Aslında cadılık sandığınız gibi kötülükle eşanlamlı bir kavram değildir. O, eskiden öyleymiş, genellikle dul ve yaşlı olan bazı kadınlar, iksirler içirerek yönetirlermiş ailelerini ve çevrelerini. Böyle böyle çıkmış, yayılmış bir zanaat.

Ca’de’nin Hasan’a zehir içirmesi başka bir kötülük türü. Siz karıştırıyorsunuz. Ama sabırlı olursanız hepsini tek tek açıklayacağım.

Eski çok eski cadıların bir şeyler içirme yedirme huyları varmış, tamam, bunda anlaştık. Ama bakın bu tamamen acizlikten ileri gelen bir davranış kalıbı. Şimdiki cadılarsa eğitimli, iş, güç, akıl, izan sahibi. Güç ve tahakküm hırsıyla böyle zehirlenme yaşayanları zaten kendileri ortadan kaldırıyorlar. Aralarından uzaklaştırıyorlar dersem gerçeği söylememiş olurum. Basbayağı temizliyorlar işte.

Bu dünyanın bir unsuru olmak demek, sistemin dengesini bozmamak demektir. Dünyamızın sisteminin dengesini bozanlar, bilin ki insan görünümlü Mersomneslilerdir. Onların ortak özelliği hükmetme takıntılarıdır. Hükmetmeden duramazlar. İlla hükmedecekler!

Niye mi buradalar? Kendi dünyalarında, burada olan zevkler olmadığı için insan bedeninde olmayı isterler. Onların varoluşlarında tat alma vs gibi duyular olmadığından burası onlar için cennet! Bizleri köleleştirdikleri sürece tabi. Ah şu Mersomnesliler!

Bakın her önünüze gelene şeytan demeyin! Şeytan, öğretmenden önce konuşan, izin almadan lafa giren, hadsiz bir talebe gibidir. Elbette iyi kulla kötüyü ayırt edici bir ekip gerekecekti, şeytan teklif etmese de yaradanımız zaten bunu duyuracaktı. Bu artık belli bir şey.

Şeytan şimdi ne kadar pişman! Mersomnesliler onu da köleleştirmiş, her türlü pis işlerine koşturup duruyorlar. Oysa sabırlı olsaydı sahibimiz ona yol yordam gösterip uyararak dünyaya gönderecekti. Acelecilik böyle bir dert işte.

Sistemsel konular çok çapraşık. Zaman zaman değineceğiz. Çünkü Tinne ömrü boyunca işleyen bütün çarklarla mücadele etmek zorunda kaldı. Ben de onun anlattıklarından çok şey öğrendim.

Neyse, Tinne’nin hayatı annesinin Cadı Vagna olarak azizeliğe de göz koymasıyla iyice zorlaştı. Hayatlarımızı çetrefilleştiren, her şeyi aynı anda isteyen, bunun için de bizleri köleleştirmeye yeltenen bu insan görünümlü varlıklardır. Sizler de lütfen uyanık olun.

Cadılar yaptıkları mevsimlik toplantılarında Vagna’ya şöyle hitap ettiler: “Anladığımız kadarıyla kızın, damarlarında akan kan nedeniyle kanatlılara meyletmiş. İstersen onu tanıdığımız bir kanatlı aileye gelin edelim. Böylece gözümüzün önünde olur. Onun seçtiği Pıh zaten çok çok yaşlı, aramızdan ayrılması an meselesi. Ne dersin?”

“Pek iyi olur efendim!” dedi, Vagna iki büklüm eğilerek.

“Ama bu kararımızı sakın ona belli etme. Her şey doğallıkla olmalı.”

“Efendim, benim kızımın hisleri çok kuvvetlidir. Öngörüsü muazzamdır. Size tarif dahi edemem.”

“Bizim her şeyden haberimiz var. Doğduğundan beri onu takip ediyoruz. Babası bizim dostumuzdu. Kızını bizlere emanet etmiş, gerekirse aramıza almamızı istemişti. Seni aramıza almamızın sebebi kızındır. Bunu sakın unutma, Vagna Hanım!”

Vagna’nın içinde kızına karşı kıskançlık duygusu ilk olarak bu konuşmadan sonra peydahlanmıştı. Demek Peder kızını Vagna’yı sevdiğinden daha çok sevmiş ve düşünmüştü. Oysa genç, güzel, özel mi özel, üstelik varlıklı bir kadındı. Çok sevilmeliydi, en çok o sevilmeliydi.  

Anlaşılan kızı kendisinin sahip olmadığı bir özel duruma daha sahipti.

Tinne, Pıh gelini olursa bir üstünlük daha elde edecekti.

Olsun, hiç olmazsa kontrol onun elinde olacaktı. Kızı fazla saf ve iyi niyetli biriydi ve Vagna’nın zekasıyla asla başa çıkamazdı.

Babasını değil belki ama, kızını kesinlikle parmağında oynatabilecekti.

Yeni edindiği cadılığı ve cadı dostları sayesinde!

Önceki Sayfa   Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik