– 42 – PARAŞÜT OPERASYONU

– 42 – PARAŞÜT OPERASYONU

Dünyanın gerçek tek kadın gücü ve örgütünü iptal ettikten sonra, yeşil butona basmak üzere sığınağındaki ofisine koştu Siyon Amca. Bilinirdi ki yeşil buton, kırmızı butondan bir önceki işareti verir.

Dünyanın bütün erkek örgütlerinin şefleri yeşil işareti aldıktan sonra koşa koşa Kenar Doğu’nun kenarına geldiler. Kenar Doğu’nun kenarındaki bu ofiste daha önce hiç toplanılmamıştı. Zaten ofisler sadece bir kere kullanılırdı.

Kenar Doğu’nun kenarında toplanmanın anlamı “savaşın kıyısındayız” demekti. İşareti alan bütün şefler, prosedüre uygun şekilde çeşitli bineklerle toplantı yerine geldiler.

“Beklediğimiz işaretleri aldık”, diyerek söze başladı Siyon Amca.

Köle aslanın boynunu kırdı parolasını kullanmamızın nedeni bu köleyi biraz daha yaşatırsak, arenanın hakimi olacağına dikkat çekmekti. Ben artık kırmızı duruma geçmemiz gerektiğini düşünüyorum.

“Biz de aynı düşüncedeyiz. Hatta geç bile kaldık! Artık Tinne’ye büyü falan da işlemiyor.” diye ses verdi Hadam’lar. Ona yaptığımız büyüler bizi bile sarstı. Yapanı da öldüren büyüleri dahi denedik. Hınser olmuş yaşlı bir Hadam vardı. Ondan istedik. Çok zorlandı, üç gün sonra feci şekilde can verdi. Bizi bile silkeledi bu iş, bu kadın hala ayakta! Bu böyle olmaz. Ona da, temsil ettiği ne varsa hepsine, tamamen yok etme amacıyla, kararlı şekilde saldırmalıyız. Çok geç kaldık. Büyükler bizi sıkıştırıyor. Her gördüklerinde “geç kaldınız”, deyip duruyorlar. Kehanete yardım etmezsek yok olacağımızı söylüyorlar. Doğrusu, biz de aynı fikirdeyiz.”

Siyon Amca iki elini piramit yapmış, önüne bakarak, bütün dikkatiyle dinliyordu. Hadam’ın sözleri bitince, sıktığı dudaklarını gevşetti. başını üzgün üzgün salladı. “Yaşlı hadamın Holam Aba’da payı büyük olsun…”

“Yamen” dedi Hadam’lar bir ağızdan. Sinirli sinirli.

“Sizlere saygısızlık etmek istemem. Kutsal yapılar ve mekanların sizce anlamını çok iyi biliyorum. Ben de inanmıyor değilim. Saygı duyuyorum. Ama benim işim inanmak değil, ben bana bağlı olan toplumun kazancını temin etmek zorundayım. Bizi de sıkıştıranlar var. Bölgeye hakimiyeti bir an önce sağlamak zorundayız.  O yüzden benim bu olaya yaklaşımım kahinlerden farklı. Aslında aynı kapıya çıkıyor. Ben de başlama zamanı geldiğine inanıyorum. Yer altı kaynaklarına gerçekten çok ihtiyacımız var.” 

Hadamlar sıkkındı. Biriktirdikleri her şeyi söyleyecek gibiydiler.

“Bizim cemaatimiz hiçbir zaman müsrif olmadı. Biz çalıştık, kazandık, biriktirdik ve size verdik. Nereye harcandığını ne sorduk, ne sorguladık. Ama biz anlamıyoruz, bu kadar kazanç niye yetmiyor, niye hep daha fazlasına ihtiyaç duyuyorsunuz?”

“Haklısınız”, dedi sıkkın sıkkın Siyon Amca. “Davaya çok para gidiyor. Dünyayı biz (parmağıyla masanın üzerinde geniş bir daire çizdi) kötüleştiriyoruz. Onları aç gözlü ve doyumsuz hale getiren biziz. Bize biat edenlerin ihtişam içinde yaşamasına, burada, hep beraber karar vermiştik. Bizden olmayıp, bize hizmet edenlere, yani dosdoğru konuşalım, amaçlarımız doğrultusunda satın aldıklarımıza; parlak, gösterişli ve özellikle de bize direnenleri kıskandıracak bir hayat sürmelerini sağlamaya karar vermiştik. Bu büyük miktarları hızlı bir şekilde bölgeye nasıl aktarabilirdik? Gene burada, (aynı daireden havaya bir kez daha çizdi) hep beraber; onlara zehir satarak, kadınlarını satarak ve çok kıymetli görüp böbürlendikleri aidiyetlerini satarak sağlamaya karar vermiştik. Kimsenin cebinden bir şey çıkmayacaktı yani.”

“Neden zarardayız o zaman?”

Hadamlar hesaptan iyi anlardı. Tomba’larında çok kaymak toplamış, dağıtmış, çok hesap yapmıştı her biri. Bu sefer parmak gösterme sırası Hadam’daydı. “Siz bu parayı Taçgillere akıtıyorsunuz?”

“Hayır” diyemem, dedi Siyon Amca. “Onların tahtlarında kalmasını sağlamak gittikçe zorlaşıyor.”

“Krallığımızı kurduğumuz zaman onlara ihtiyacımız kalmasın o zaman.”

“Kalmayacak.”

İçinde tek bir yiğit bile bulunmayan ordularını sahaya sürmek için yüzlerce yıldır beklemişlerdi. Yiğitsiz ordu, yağsız, tuzsuz aşa benzer, onu da ancak hastalar, mecburiyetten yer. O yüzden böyle bir orduyu meydana çıkarmak için dünyayı iyice hastalandırmak gerekirdi.

“Bu zamana kadar hazırlıklarımız tamam olmalıydı.” Kilmcilerden sorumlu, kilmcilerin temsilcisi Javudi konuşmuştu bu sefer. O da canı sıkılmış bir edayla sözlerine devam etti. “Tinne, istediğimiz reaksiyonları vermiyor, bir türlü olması gereken beklediğimiz akıbeti yaşamıyor. O yüzden kilmlerimiz bizim istediğimiz yere doğru gidemiyor bir türlü!”

“Biz de size “muş gibi” yazın demedik mi kilmleri, gene burada, hep beraber?” Siyon Amca’nın parmağı bu sefer diklemesine ve sertçe masayı işaret ediyordu.

“Yapıyoruz yapıyoruz ama izlemecilerimiz ve yazmacılarımız BBG evindeki gerçeklerden yola çıktıkları için orjinal hikayeden etkileniyorlar ister istemez.”

“Yani Tinne’den etkileniyorlar, demek istiyorsun?”

“Evet, öyle biraz.”

“Anlaşıldı. Gordon düğümü gibi oldu bu iş. Bu düğümü ancak kılıçlar çözer.”

“Başlıyoruz o zaman. Paraşüt Operasyonu için oylama yapalım, başlasın mı?”

Masadakilerin elleri tereddütsüzce kalktı. Yüzleri asıktı biraz. Vakit çoktan gelmiş, geçiyordu. Aslında istedikleri gibi yeterince hazır değildiler. O kadar güçlü o kadar güçlüydüler ki eninde sonunda kazanırlardı nasıl olsa. Zayiat daha önce düşündüklerinden, hesapladıklarından fazla olacaktı. Bunu biliyor ve açıkça görüyorlardı ama üzerlerindeki baskı da gün geçtikçe artıyordu.

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afe Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma, Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik,İlyas Temel şafak, Defne Ilgaz, Necati şaşmaz, Kurtlar Vadisi, Polat Alemdar, sahte Mehdi, adnan Oktar, İbrahim kalın, CIA, FBI, MOSSAD, Üçüncü Dünya Savaşı, necaaattii, ibne, godoş, orospu çocukları, sahil şaşmaz, abdülkadir şaşmaz, recai şaşmaz, zübeyr şaşmaz, panafilm, tayyar baba, elazığ, bkm, yılmaz erdoğan, güldür güldür, ali sunal, aydın ılgaz, mason biraderler, tapınak, ritüel, ayin, gizem, ezoterizm

 

– 34 – Korsanlara Ölüm!

-34- KORSANLARA ÖLÜM!

Tinne A4’lere yazılmış deşifrasyonları okuyor, zaman zaman üzülüyor, zaman zaman panik atak geçiriyor ama illa ki okumaya devam ediyordu.

Okunmayı bekleyen milyonlarca beyaz sayfa, bütün hayatının kayıt altına alınmış olduğu gerçeği ile birleşip onu çıldırtıyor, bazen avazı çıktığınca çığlık atıyor, bazen karşı binaya portakal fırlatıyor, bazen sokağa çıkıp çocuklarla sek sek oynuyordu.

Bu süreçte kızını ve oğlunu kendisinden uzaklaştırmıştı. Maes’i mancınığa koyup dünyanın bir ucuna, Nias’ı başka ucuna fırlattı.

“Mancınığa koyup fırlatma da nereden çıktı”, ya da “hiç, bir anne çocuğunu mancınıkla başka bir kara parçasına uçurur mu” gibi sorular soruyor olabilirsiniz. Ama bilmediğiniz bir şey var, Tinne yıllar önce, onlara bunun uyarısını yapmıştı.

Etrafındaki insanlar yavaş yavaş hem delirip, hem kötüleşmeye başladığı bir süreçte, iyice huysuzlaşan çocuklarını uyarmıştı: “Ben hepimiz için güreşiyorum” demişti. “O kadar çok güreş müsabakası yapmaktayım ki, yorgun ve asabiyim. Bakın, babanız ve ailesinin de bize hiçbir yardımı, katkısı olmuyor. Yardımı bırakın, düzenli aralıklarla gelip beni taşlıyorlar. Bu koşullarda sizin için para kazanıp, evi temizleyip, üstünüzü başınızı yıkayıp paklayıp, yemeklerinizi servis edebilmem için, sizin anlayışlı olmanız gerekiyor. Siz de beni kırbaçlama yoluna giderseniz; birinizi bir yere, öbürünüzü başka yere gönderirim. Benden ve birbirinizden uzak, böylece belki daha mutlu olursunuz.”

Arabanın arka koltuğunda, öylece bakmışlardı ona. Annelerinin ne kadar sabırlı bir insan olduğunu daha tam anlayamamışlardı. Böyledir zaten… Birinin ne kadar çok sabretmiş olduğunu, onu kaybettiğinde bile anlayamazlar. “Ne güzel sabrediyordu işte, niye tatsızlık çıkardı ki”, diye homurdanıp, huysuzlaşırlardı insanlar sadece.

Annelerinin sonsuz çözüm üretme kabiliyeti ile konforlu hale getirdiği hayatlarının değerini bilmiyordu çocuklar. Anneleri, savaşını ya da mücadelesini onlara hissettirmeden yaptığı sürece hava hoştu. Ama etraflarındaki, “delirmiş kötüler” artık onları da kullanmaya başlayacak kadar zıvanadan çıktığında, annelerini savunmaya, korumaya üşenmişlerdi. Hayat hep aynı rahatlık ve konfor içinde sürüp gitmeliydi. Bu konforu onlara kim sunarsa, onun yanında yer alırdı çocuklar. Bu dünyada çok özel, çok ayrıcalıklı çocuklar da vardı ki, onlar, anne babaları için dünyaya karşı dururlardı.

Tinne, öyle bir çocuk olmuştu. Babası Aziz Peder, annesini ve kendisini terk edip, Eydin ve Dalmaçyalı çetesi onlara saldırmaya başladığında, kahramanca hem kalkan hem yoldaş olmuştu annesine.

Kendi çocukları ne yazık ki onun gibi değildi. Her daim mükemmel hizmet istiyorlardı. Hiç bozulmadan giden bir düzen… Tinne onlara bunu sağladığı müddetçe, onunla kalabilirlerdi. Tinne anlamıştı ki gemi su almaya başladı mı ilk atlayacak olan fareler kendi çocukları olacaktı.

Gemisi delindiğinde Hızır Aleyhisselam gibi soğukkanlı davranmıştı Tinne. Parası bitip annesinden yardım istediğinde ve annesi ona “moşist köle taciri” gibi davranmaya başladığında, gemisi delinmişti artık. Dostları, çok sevgili çırakları ve canından çok sevdiği çocukları, gemiyi de kendisini de kolayca terk etmişlerdi.

Gemiyi terk etmeyen sadece aç  gözlü, doymaz, azılı korsanlardı. “Ne yağmalayabilirsek kar” diyerek Tinne’ye kılıç sallayan, gözü dönmüş korsanlar… O haydutlar hala daha Tinne’nin gemisini terk etmiş değiller sevgili izlemeciler! Tinne ne yazık ki, hala onlarla savaşıp durmakta… Ama bugünlerde eskisi gibi yalnız değil. Korsanlara ve gemideki deliğe rağmen, Tinne’yle yaşamaya gönüllü olmuş bir adam var. Onun adı Elyase.

Tinne ve Elyase el ele verdiler ve çok çabaladılar. Gemideki delik hemen hemen kapanmış durumda. Şimdilerde gemiden inmeme konusunda ısrarcı olan korsanları saklandıkları ambardan bulup çıkartmanın peşindeler. Ne yazık ki benim elimden bir şeycikler gelmiyor! Ben denizci değilim onlar gibi. Ben ancak, onların hikayesini anlatabilirim. Onların, mitolojik, destansı, efsanevi, epik… ne derseniz deyin ama kesinlikle takdire şayan hikayesini.

İnanın ki, böyle uzaktan bakınca daha iyi anlatılıyor. İçinde olsam böyle yazamazdım inanın. O yüzden bana kızmayın gemide olmadığım için.

Benim gibi düşünenler oldukça fazla. Tinne’nin gemisindeki kahramanca mücadeleyi izleyip diziler mi yazılmadı, kilmler mi çakılmadı, romanlar mı uydurulmadı, maniler mi dizilmedi, şarkılar mı tıngırdamadı? (Laf aramızda, Tinne için en sinir bozucusu da, Berbat Komikler Merkezi’nde sahneye konan sokaçlar.)

Bir keresinde yakaladığı bir korsanın ümüğünü sıkıp, “neden gitmiyorsunuz” diye sormuş Tinne. Adam ne cevap verse beğenirsiniz? “Biz senin sayende çok ünlü olduk. Şimdi memlekete dönüp Doğu’nun kıraç toprağında cirit mi atalım yani? Hem sana kılıç sallamamız için bize çok para veriyorlar. Antigonist de olsak, kötü adam da olsak biz tarihe geçtik sayende”, demiş. “Kötü adam olmanın nesi güzel” diye, adamın biraz daha ümüğünü sıkmış Tinne, “bizi de savunanlar var, hem de seni savunanlardan fazla” yanıtını almış.

Yaa, sayın izlemeciler! Bu dünyada haksızı haklı, kötüyü iyi gösterecek tonla savunmacı var…

Kendi gemisini, canını, namusunu savunmaya kalkan Tinne’ye neler demediler ki? Katil mi demediler, delirmiş mi demediler, korsana işve cilve yapıyor, iki çocuğuyla kendini bu yakışıklı korsana yamamaya çalışıyor mu demediler. Aklınız hayaliniz durur!

Kötülük dolangaçlı ve inanılmaz bir şeydir. Kötülüğü oradan tanırsınız. Kesinlikle örgütlüdür. İyiler yalnızdır, yalındır, sadedir. Kötüler karman çorman, karışıktır. Muhakkak birilerine güvenirler. Eğer ortada bir kötülük varsa, o işi organize eden ustalıkla gizlenmiş, bir dünya insan daha vardır.

Gemideki bu savaştan neler neler üretmediler. Deneyler mi yapmadılar, oyunlar mı, maçlar mı, bahisler mi düzenlemediler?!. Büyük mü büyük bir endüstri oldu sizin anlayacağınız.

Tinne ile başkorsan Tartaryan’ı “zarlar” olarak gören birileri de vardı.

Bilirsiniz, zarlar karanlık bir yerde birbirine çarptırarak iyice çalkalanır, sonra ortaya bırakılır.

Tinne’nin acısı, kanı, göz yaşları, teri neyi gösterecek, Tartaryan’ınki neyi gösterecek? Sık sık Tartaryan’ı Tinne’ye saldırtıp, bir muharebeye sokup, sonuca bakarak dünya savaşlarını dizayn eden birileri vardı.

Asrın deneyiydi bu, sizin anlayacağınız. Üçüncü Dünya Savaşının dizaynı için zar sallayıp duruyordu “büyükler”!

Bilim insanlarıyla ünlü, o malum ülkede farelere isim takılmıştı. Dişi fareye “bilgelik”, erkek fareye “gerçek” adını takmışlardı ve Tinne’nin savaşıyla izdüşümsel deneyler yapıyorlardı. Farelere “iyi” ve “kötü” isimlerini takarak niyetlerini açık etmek istemiyorlardı. Unutmayın kural bir, “niyetini asla belli etme”!

Tinne, fareleri duyunca çok şaşırmıştı. Bütün ömrünce, karşı binadan Tinne’yi izleyip hayal kurarak yaşayan bir adamı nasıl oluyordu da “gerçekçilik”le taltif edebiliyorlardı? Pes, demişti o zaman. Sizin biliminiz buysa, yandı gülüm keten helva!

Tinne’yi ve Tartaryan’ı arenadaki dövüşçüler gibi çarpıştırıp bahis oynuyorlardı. İşte, o çok gizemli “Dünya düzeni”, aslında bu kadar düşük zeka seviyesiyle tesis ediliyordu.

O arenada herkes Tinne’nin ölmesi için şarkılar söyleyip, ayinler yapıyordu ama bir yandan da hepsi Tinne’ye çok özeniyordu. Tinne’den nefret eden o güruh bile saçlarını onun gibi “düz ve sarı”, kaşlarını onun gibi “gür ve siyah” yapabilmek için kuaförlere, estetisyenlere koşuyorlardı.

Daha önce de söylemiştim, Tartaryan bile, gece sarı bir peruk takıp yatıyordu, rüyasında kendini Tinne olarak görebilmek için.

Benim bütün bu saçmalığı uzaktan seyreden biri olarak görüşüm şu: Bir an önce güç Tartaryan ve taraftarlarından alınmazsa Dünya da, yeni yerleşim yeri olarak tasarlanan Mars da, insanın gideceği her neresi varsa, hepsi yangın alanına dönecek!

Çünkü cadılar çok kararlı. Tinne’den habersiz, dünyayı ateşe vermeye başladılar bile.

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma, Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik,İlyas Temel şafak, Defne Ilgaz, Necati şaşmaz, Kurtlar Vadisi, Polat Alemdar, sahte Mehdi, adnan Oktar, İbrahim kalın, CIA, FBI, MOSSAD, Üçüncü Dünya Savaşı, necaaattii, ibne, godoş, orospu çocukları, sahil şaşmaz, abdülkadir şaşmaz, recai şaşmaz, zübeyr şaşmaz, panafilm, tayyar baba, elazığ, bkm, yılmaz erdoğan, güldür güldür, ali sunal, aydın ılgaz, mason biraderler, tapınak, ritüel, ayin, gizem, ezoterizm

– 33 – “Tartaryan Show” Kanlı Bitecek!

“TARTARYAN SHOW” KANLI BİTECEK!

– Bu sokak benim! Anladın mı! Kuş uçmayacak! Her yer kontrol altında olacak. Ben bu filmin yönetmeniyim, buranın tanrısı benim! Bu karıyı Truman yapacağız!

 

-Abi o ne? 

 

-Cahilsiniz olum! Bir halttan anladığınız yok! Yaz Dogıla da öğren!

 

-Ne yazacağız, tu-ru-mağn… 

 

-Yaz. “Truman Show.”

 

-Yazdım abi. (Çocuk, bulduğu sayfaları hızlı hızlı okumaya başlar.)

 

Hah, burayı tam da öyle yapacağız. Figüranlar kullanacağız. Ama, bak, ne olacak biliyor musun? Yerli halk, figüran olacak. Karı kafayı yiyecek! Nereye baksa ben olacağım. Nereye dönse ben. Her yerde ben. Benden kaçamayacağını görecek o or…

 

-Bir dakika abi. (Çocuk ayağa kalktı, karşı binaya, Tinne’nin evine bakarak, konuşmaya devam etti.) Biz burada oturup onu izliyorduk… Değil mi?.. (Dura dura konuşuyordu.) Adım adım takip ediyorduk… Değil mi abi?.. Ne sever, neyden hoşlanır? Nasıl bir dünyası var? Bütün bunları sen ona kendini beğendirebilmek için öğrenmek istiyordun. Babanın amcalarının hatrına biz de yardım ediyorduk… Değil mi?.. Abi, olay şimdi başka bir boyuta mı geçti?

 

-Tüküreceğim şimdi, boyutuna da sana da! Karı gitti başkasıyla evlendi, cezasız mı kalsın?

 

-Kimle evlenecekti abi? 

 

-Sokacağım şimdi ağzına pırasayı…

 

-Abi, kadının senden haberi bile yok! (Çocuk terbiyesini bozmadan isyan ediyordu.)

 

-Bekleyecekti ulan! Beni bekleyecekti! Anladın mı? Ben nasıl bekliyorsam, o da bekleyecek! Bundan böyle, işte böyle!

 

Çocuk şaşkınlıkla Tartaryan’a bakıyordu.

-Yaa… Di mi abi? Ne güzel sabah akşam izliyorduk, eğleniyorduk? Kültürleniyorduk. Yaptığımız kayıtları satıp parayı kırıyorduk? Kızdan birçok şeyler öğreniyorduk, biz de seviye atlıyorduk, kendimizi geliştiriyorduk, aydınlanıyorduk… Hepimiz hayrandık ona abi? Ne oldu, şimdi orospu mu oldu kadın? Abi, biz onun sırtından geçiniyoruz! 

Çocuk haykırıyordu. Uzun zamandır bir şeylere sabrettiği belli oluyordu. Delikanlının haykırışı, isyanı, Tartaryan’ı iyice zıvanadan çıkarttı. Üstüne saldırıp yumruklamaya başladı. Çocuk kafasındaki kulaklığı fırlatıp attı, kapının arkasında asılı olan ceketini askıdan alıp, Tartaryan’a son sözlerini söyledi.

 

-Ben yokum abi. Evli barklı kadını izlemek, dinlemek bana uymaz! 

 

-Öyleyse, defol git!

 

Çocuk tereddütsüz çıktı gitti. Kapanan kapının üzerine Tartaryan tarafından bir sürü şey atıldı.

 

Yercesine içtiği sigaradan derin bir nefes çekerek evin içinde voltalamaya başladı. Sakinleşmek için ettiği küfrün bini bir paraydı.

 

———

O sırada Agarika’nın güneyinde bir yerlerde, kapalı kapılar ardında iki adam konuşuyordu. Şunu bilmenizi isterim ki, Tinne’nin hikayesinde herkes izlenmekte, takip edilmekte ve kaydedilmekteydi. O yüzden kayıtlarımıza, ileri geri yaparak göz atabiliyoruz.

Şimdi, çok zengin ve güçlü insanlar oldukları belli olan iki kafadara kulak verelim:

  Moşemoş: Ayin için bundan daha iyi bir ikili olamaz!

Çarli: (Önündeki satranç tahtasındaki taşlara dokunarak…) Beyazların şahı Tinne, siyahların şahı Tartaryan.

Moşemoş: Ben en fazla üç yıl veriyorum. 

Çarli: Üç yılda dönüşür, diyorsun?

Moşemoş: Ya dönüşür ya da… (Eliyle gırtlağını kesme hareketi yaptı.) …ölür. 

Çarli: Adam doğal yetenek.

Moşemoş: Unutma o da dönüştürülmüştü. 

Çarli: Bundan daha iyi bir katil bulamazdık. Bu kadına saplantısı var.

Moşemoş: Tetikçiler böyle olmalı. Cezai ehliyeti olamayacak kadar kafayı üşütmüş olmalılar.

Çarli: Kadın evlenince tam anlamıyla koptu bizimki.

Moşemoş: Mis gibi bahane de var artık. İnan, bu av çok heyecanlı olacak!

Çarli: Kadın salak ama. Salyangozlarla konuşuyor. Küçüklüğünden beri hayal aleminde. Etrafına bakmıyor, kendi dünyasında yaşıyor. Çok kolay bir av gibi geliyor bana. Daha dişli bir şey seçmeliydik. Annesi dişliydi, savaşçıydı, dayanıklıydı. Epey eğlenmiştik.

Moşemoş: Eğlenmiştik ya! Ne günlerdi. O kadını bile kaç kere intiharın eşiğine getirdik. Denemişti de bir kere. Ama olmadı ne yazık ki… Babası tam bir şeytandı! 

Çarli: (Bir kahkaha patlattı, elindeki içki döküldü.) Şeytan papaz!

Moşemoş: Bayılıyordum ona! Çok ilham vericiydi. 

Çarli: Tartaryan da fena değil, bakma sen. O da şeytana pabucunu ters giydirir.

Moşemoş: Yardım etmemiz lazım ona. Çok cahil. Peder kültürlüydü, zekiydi, yaratıcıydı. Adam sanat eseriydi kardeşim!

Çarli: Bir şey diyeyim mi, sen ona gönlünü kaptırmışın kardeşim!

Moşemoş: Ne yalan söyleyeyim, aşıktım pedere. Fena karizmatikti. Bu kavruk bir şey. 

Çarli: Peder tanrı gibiydi!

Moşemoş: Biz de bir karar verelim kardeşim. Peder şeytan mıydı tanrı mıydı? 

Tam burada birbirlerine el şakası yaparak kahkahalarla güldüler.

Çarli: Zaten bizim tanrımız şeytan değil midir kardeşim! Benim tanrımdı “yakışıklı peder”! 

Çarli gözlerini süzerek iç geçirdi.

Moşemoş: Tinne’nin annesi de babası da iyi iş çıkardı. Göreceksin, Tinne de iyi bir av yaşatacak bize! Doğuştan av, doğuştan kurban!

Birbirlerinin zekasına, espri gücüne hayran bu adamlar kardeş değildiler. Kardeşten bile öte bir şeydi onlar. Sırdaştılar, paydaştılar, suç ortağıydılar. Suç ortaklığı en sağlam bağdır.


 

Aradan yıllar geçip, Tinne kendisine sunulan kayıtları iyice inceledikten sonra, sonuçları yaşadıklarıyla, tecrübeleriyle de birleştirerek şöyle bir rapor hazırladı:

Benimle iletişimde bulunurlarken KULLANDIKLARI LİSAN! 

-Psikolojik Şiddet

-Dolandırıcılık

-Hırsızlık

-İftira

-Sık sık kovulma

-Refüze edime

-Yok sayılma

-Sorgulama, sürekli kendimi savunmak zorunda kalacağım şekilde suçlama

-Kınama

-Dedikodu

-Kullanma, karşılığını vermeme.

-Taciz

-Röntgencilik

-Ayin malzemesi olarak kullanma

-Yalnızlaştırma

-Sahip olduğum şeylerimin elimden bir bir alınması

-Sokaklarda, yolda, yolculukta ısrarlı takip, domuz kovalar gibi kovalama

-Lafla sataşma, bakışla taciz

-Alay edilerek aşağılama

-Taklit etme

-Yok sayma

-Kötü, rahatsız edici sesle iletişim kurma. (Duvara, yere, darbelerle, motor homurtusu ile, rahatsız edici makine sesleri ile)

-Tuzak kurma

-Etrafımdaki insanların bana karşı kışkırtılması

-Hayatıma sürekli provokatör yerleştirme denemeleri.

 

——-

FAİL VE SUÇ ORTAKLARININ TANIMI:

İğdiş edilmiş ruh: Trajik geçmişleri vardır. Küçükken taciz edilmiş, cinayet görmüş olabilirler. Ailesi dağılmış, yetimhanede yetişmiş olabilirler. Ensest yaşamış ya da tanık olmuş olabilirler. Savaş, sürgün çocuğu olabilirler. Bu tür katilleri ve suçluları bunları yaşamış çocuklardan devşirmektedirler.

Merhametsiz: Kötü muamele ile yetişmiştirler. Sevgisiz ortamda, şiddet görmüş olarak.

Kıskanç: Şöyle bir iç sesleri vardır: “Her şey benim olmalı, çünkü ben doğuştan üstünüm, tanrı her şeyi benim için yarattı.”

Doymaz: Her şeyi ama her şeyi isterler. Gördükleri bütün güzel, parlak, üstün olan her şeyi.

Açgözlü: “Onu da, bunu da, şunu da.”

Fırsatçı: Kendini kurnaz sanma, imkanlar ve yetkiyi sınırlarına kadar, hatta sınırları da geçerek kullanma. Suistimal. İhlalcilik.

Bağımlı: Yapay, hakiki olmayan, kurgu, taklit bir dünyada yaşamaktadırlar. Bunu kendilerine tahammül edilir kılmaları gerekmektedir. Muhakkak bazen rahatlatıcı, bazen enerji verici, kendilerini üstün hissettirecek ve öyle gösterecek maddelere ihtiyaç duyarlar. Ayrıca güzel görünme, genç görünme kaygıları da olduğu için metabolizmayı hızlandıracak maddelerden asla vazgeçemezler, kısa sürede bunların bağımlısı olurlar.

Korkak: Şiddetli ölüm korkusuna sahiptirler. Sahip olduklarını kaybetme korkusu da bunu katmerler.

Kaypaklık: Ben merkezci oldukları için daima sadece kendi çıkarlarını korurlar, asla diğerkâm değildirler, Allah’tan korkmaz, kuldan utanmazlar… Yani onlara asla güvenilmez, ipleriyle hiçbir kuyuya inilmez.

Sabırsız, fevri: Doymazlığı, açgözlülüğü, tatminsizliği onları sürekli arayışa iter. Güvende hissedememe hali de hareket etme isteklerini tetikler. Sanki “huzursuz bacak sendromu” yaşıyor gibidirler.

Egoist: Tanrı, tanrısal, kutsal, mübarek vs hissettikleri için her şeye hakları olduğunu savunurlar. Onlar özeldir. Seçilmiştir. “Görevlidir”. O kendisinin hizmetçisi gibidir. Her an kendisine hediyeler, mükafatlar sunar. Kendi mabedinde her an kendisi için birini bir şeyleri kurban eder. Kendine birilerini, bir şeyleri “ısmarlar”, “peşkeş çeker”.

Kibirli: Şeksiz şüphesiz en üstün odur.

İddiacı: Herkes onun üstünlüğünü, haklılığını, özel oluşunu kabul etmelidir. Bu insanlar, bunun bir yansıması olarak bahis oynamayı çok severler. Şans oyunlarına tutulmaları çok kolaydır. Hep, “bir gün çok büyük kazanacaklarına” inanır, “son gülen, iyi güler” diyerek, bir gün herkese nasıl had bildireceğine emin olduğunu belli eder. O bir gün bir türlü gelmeyebilir.

Asalak: Etrafındaki herkes ve sahip olduğu her şey, ona hizmet etmelidir.

Sömürü: Kendileri hakiki olan hiçbir ulvi, asil şeye sahip değildirler. Ilginçtir tabiat da pek onlardan yana değil gibidir. Büyük zenginlikler, kaynaklar onların yaşadığı topraklarda onların istediği düzeyde bulunmaz. Kendileri de tanrı vergisi üstün yeteneklere, güzelliğe, göz alıcılığa sahip değillerdir. Ama hırsları sınır tanımaz. Ne yapar eder güzelliklere, kaynaklara sahip olurlar. Onlarda olan ve diğer insanlarda olmayan özellik tam olarak budur. Çalma yeteneği.

Vicdansızlık: Vicdanları her daim müsterihtir. Onlar doğuştan haklıdır. Hatta hayat hikayelerini dinleseniz onlara acır, muhakkak ağlarsınız. Mağdur, mazlum ve masumdurlar. Dikkatli bakarsanız, empati yoksunu, duygusuz bir insanla karşı karşıya olduğunuzu görebilirsiniz.  

Vatan haini: İçin için vatanlarından nefret ederler. Çünkü vatanın kendinden büyük bir şey olduğu ve başkalarına da ait olduğu gerçeği ile sık sık yüzleşmektedirler. O yüzden onun da tek sahibi olmak isterler. Vatan mefhumu, kendisinden başka bir tanrının olduğunu ona hatırlatan bir varlıktır. Tek başına da sahibi olamayacaktır, öyleyse üleşmelidir. Bulunduğu yerde “komprodor” olma imkânı varsa muhakkak olur.

Her şeyi satabilir: Bu “satış” işinin, sınırsız harcamalarına gerekli olan finansmanı sağlayan bir şey olduğunu çabuk keşfeder. Daha çocukken evde bulduğu şeyleri üç kuruşa okutarak başlar bu işe.

YALANCI: Ustası olduğu yegâne konudur, diyebilirim. Esas zanaatı budur.

İKİYÜZLÜ: Kandırmak için iki yüzlü olmak gerektiğini de çok erken yaşlarda öğrenir. Zaten bu tabiat ona ailesinden geçmiştir. Onların iki yüzlülükle; toplumsal mevkiler, saygınlık ve zenginlik kazanmalarına şahitlik etmiştir. Babası, anası bu hususta onun ilk yol göstericileridir. Annesi babasını mütemadiyen aldatmış çocuklarda, babası annesini mütemadiyen aldatan çocuklarda görüldüğünden daha fazla görülür bu iki yüzlülük.

Ezberci: Hakiki olan hiçbir niteliği yoktur. (Yukarıda belirttiğim yalancılık ve iki yüzlülük haricinde.) Bu yüzden, bakarak öğrenmesi, ezberlemesi gerekir.

Özgün olmayan: Çalar. Olmak istediği kişiliği bile.

Taklitçi: Bu hususta her geçen gün daha da ustalaşmak durumundadır. Buna mecburdur. Sürekli beslenmesi gerekir. Kendini besleyebileceği, güncelleyip, tazeleyebileceği, yenileyebileceği, yani kanını emebileceği birine ihtiyacı vardır. Kendisi özgün düşünce üretemez. Çocukken ezberlediği şeylerden başka kendini geliştirmeye yönelik bir şey yapmayı da bilmez. Başkalarına özenir. Daha parlak, daha güzel, daha akıllı bulduğu başkalarına… Onları taklit edebilmek, onlara benzeyebilmek için her şeyi yapabilir.

 

Özür dilemezlik: Bu durum, yani özür dilemek ya da alttan almak, onun mükemmelliğine gölge düşürecektir. Ama enteresandır, zorda kalırsa ayak bile öper, diz de çöker, secde de eder. Şahsiyeti, onuru yoktur, kibri vardır. Onursuz bir insan olduğu için korkuları tetiklendiğinde geri adım atmış gibi yapacaktır. Ona inanmak ölümcül bir hatadır.

O her daim suçludur. Kendi ölçeğinde bir suç makinesi gibidir. Hırsızdır. Mobbingçidir, aldatıcıdır. Tacizkar, tecavüzkardır. Ama tanrılık imajını temiz ve parlak tutmalıdır. Bu yüzden kurduğu bütün düzenek, her daim haklılığını, masumluğunu ispatlamak içindir.

DEMOGOG: Laf cambazlığı. Üste çıkma, yaptığı hatayı, işlediği suçu, günahı, olduğundan başka gösterme, allama pullama, ustası olduğu işlerdendir. Onlarla konuşarak anlaşma gayreti içinde olmak, labirentte kaybolmak gibidir.

——-

Karşınızdakiyle hangi şekilde iletişim kurmak isterseniz isteyin, onun anlayacağı dili öğrenmeden bunu gerçekleştiremezsiniz.

Düşmanınızı iyi tanımadan savaşa girmemelisiniz.

Bunun için mikro savaşlar tanzim edilir.

Antik çağlardan beri, düellodan, bölgesel çatışmalara kadar, bir takım küçük ölçekli sembolik savaşlar, büyük bir savaşa girmeden önce, usta taktisyenler tarafından kullanılmış yöntemlerdir. Tinne, cadılar için yaptığı çalışmada, işe düşmanın “karakter analizini” net bir şekilde yaparak başladı.

Ha, bir de, onların hangi dilden anlayacağına karar vermelilerdi.

Ölçek kısasa kısas mı olmalıydı, yoksa savaşçılarına sınır koymasa daha mı iyi ederdi?

Bunu Nabustannezar’la görüşecekti.

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik