– 19 – Cinlerin Sultanı

CİNLERİN SULTANI

Uzay Çağı gelmiş, insanlar hala ne haller içindeler, anlayamıyorum doğrusu! Düşüncenin suç, kadın olmanın “dezavantajlı durum” olduğu, erkeğin saldırgan olmayı marifet saydığı çağa, her şey denir de “uzay çağı” denemez. Aslında belki de denir… “Dünya yaşanmaz bir yer oldu, kalk gidelim çağı”nın kısaltılmışı uzay çağıdır belki de.

“Burayı batırdık, düzeltecek kapasitemiz de yok, fakirler burada açlıktan susuzluktan, sıcaktan ya da soğuktan geberip gitsinler, biz de Mars’a gökdelenler yapıp, her şeye sıfırdan başlayalım. Belki bu sefer gerçekten Tanrı olabiliriz!”

21. yüzyılın ilk çeyreğini tamamlamak üzereyiz ve işin aslı hala Orta Çağ’dayız.

Düşünsenize, süslü saltanat arabalarına binip, donuk gülümsemelerle, robotik el sallayan yapma bebeklerin, dünyayı yönettiğini sanan büyük bir kitle var.

Bir dakika, yoksa gerçekten onlar mı yönetiyor?!.

Bu dünyayı eğer gerçekten o saray kuşları yönetiyorsa ben de basbayağı imparatoriçeyim! Alem buysa kral benim yani!

Tropik papağanların aslında turizmi canlı tutabilmek için tutulmuş elemanlar olduğuna inanmak, hepimiz için rahatlatıcı bir şey ama ya gerçekten onların dediği oluyorsa? Ya gerçekten bu beyaz maymunlar emrediyor ve ordular yapıyorsa?

Ben hep dağın birinin içinde gizli bir şehir olduğuna ve oradaki bazı çok zeki gençlerin dünyayı yönettiğine inanmak istemişimdir.

Benimki boş bir hayal tabi. Her şey gözümüzün önünde olup bitiyor, sadece biz inanmak istemiyoruz. En ciddiye almadığımız adamlar, bir gün başımıza bela oluyor. Kimi cüce, kimi uzun, kimi bıyıklı, kimi matruş ama hepsi muhakkak beyaz bir sarayda, pahalı sanat eserleriyle donatılmış büyük salonlarda, genellikle de altın yaldızlı -tahtı andıran- bir koltukta bize caka satıyorlar. Benim gözümde ancak bir tavus kuşu kadar havalı olabilirler ama sanırım dünyayı bu kuş beyinliler yönetiyor.

Tinne’nin ahlaki duruş ve tutum konusundaki azmi, kararlılığı, inatçılığı ve inançlılığı bu sirk kadrosunun hiçbirinde yok. Ben dünyayı Tinne’nin yönetmesini çok isterdim. Belki bir gün Tinne’ler geçer işin başına ne dersiniz?

Bence çok korkuyorlar. Tinne’nin ve onu sevenlerin bir gün düzeni değiştirme ihtimalinden çok korkuyorlar. Çünkü bu kıdemli iyi ruh, ne zaman dünyaya gelse tarihin akışı değişir.

Mağarada kadınları eğitmişti. Reçineden, reçel ve ağda yapmayı öğrettiği bu kızlar, onun sayesinde kıllı bir maymun gibi görünmekten kurtulmuş, tercih edilen ve el üstünde tutulan kadınlar olmuşlardı. Onlara Rachel deniyordu.

Çadırda Hân olarak iş başındaydı. Hakanın yedi askerinden birisi de oydu. Daha sonra oğullar boylar olmuş, birlikler çoğalmış büyük bir ordunun kurucusu, koruyucusu, bânisi olarak tarihe geçmişti. Bu yüzden ona banu dendiği de olurdu.

Atların burunlarından çıkan seslerden ötürü bu ekibe Türk dendi. Gitmeyi uzaklaşmayı anlatan birçok kelime tr harfleriyle başlar: Travel, train gibi.

Türkler ata “eğer”siz biner ve yıldırım gibi uzaklaşırlardı. Düşmanın baskın yapmak üzere yaklaşması, ya da masumların katledilmesi gibi haberler onlara ulaştığında, eğer, ama, fakat demeden, çok tartışmadan, düşünmeden atlarına atlar, tozu dumana katarak ufukta kaybolup giderlerdi.

Oyalanmak isteyenlere göreydi “eyer.” Ya şöyle olursa ya böyle olursa diye düşünenler, eyeri icat ettiler.

Hakan ömründe sadece bir kez Banu’yu dinlemedi. Onun “gitme” dediği yere gitti ve atıyla derede kaldı.

O günden sonra komutan olarak Hakan’ın vekili olarak Banu’yu bellediler.

Bir de cinler var.

Cinler ezelden beri onu beklemekteler. Gene zamanın bir noktasında, onun babasıyla çok iyi anlaşmış, ona biat etmişlerdi ama onların asıl beklediği Sultan, bu kadim ve temiz ruhtu.

Cinler aslında şeytan olarak da bilinir. Sabırsızlık, acımasızlık, dik başlılık belirgin özelliklerindendir. Giremedikleri bir yer yoktur. İnsanların göremediklerini görüp, şahit oldukları için, iki yüzlü olmayan insan bulmanın zorluğuna da vakıftırlar. İnsanların aklından geçenleri anlama, bilme özelliklerinden ötürü de kalbi ile dili arasında uyumsuzluk olmayan insanı bulmanın güçlüğünü de çok iyi bilirler.

Onlar doğru insanı bulduklarında ona tâbi olmak isterler. Ama ya o doğru insan onları sevmez, anlamaz, merhamet etmezse?

Bu temiz ve iyi ruhun, bütün varoluşlarında doğurduğu çocuklar bu cin familyasından oldu. Ne yazık ki o çocuklar annelerinin değerini bilemediler.

Çadırdaki Banu Hânım hep şunu söylerdi: “Ben şeytanı bozdum Türk yaptım. Türkler de cin soyundandır, sabırsız, acımasız ve dik başlı.”

Türkler doğru komutanı bulurlarsa kahramanlar olarak tarihe geçerler. Yanlış komutanlara tâbi olurlarsa vay dünyanın haline! Kendilerine de yazık olur, gittikleri yerlerdekilere de.

Tinne, Türklerin yok edilemeyeceğine inandı her zaman.

Racheller Cadılar olarak, çadırdaki yedi atlı, yüz bin savaşçı olarak bir gün onu bulacaklar, üstlenmesi gereken görev için bir gölge gibi onu uzaktan uzağa hazırlayacaklardı.

Şimdiye kadar anlattığımız bir takım kötü insanlar Tinne gibi bir aslan parçası için sadece aperatifti.

O dünyaya getirdiği iki çocuğunun çok şey temsil ettiğini, onları zayi etmeden terbiye edebilirse, bunun dünya için çok büyük anlamı olduğunu hissediyordu.

Şimdi çocukları zor durumdaydı. Önce onları kurtarması gerekiyordu.

Önceki Sayfa  Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik