– 32 – İğdiş Edilmiş Ruhlar

İĞDİŞ EDİLMİŞ RUHLAR 

Tinne, perdenin arasından baktı ve dedi ki, “Yecüc Mecüc bunlar.” 

Hadi canım, dedim.  

Baksana sürekli saklanıyorlar. Her işlerini gizlenerek, gizleyerek ve gözleyerek yapıyorlar, emellerine hep bu şekilde ulaşıyorlar. 

– Başka? 

– Kısa boylular. Hep siyah giyiyorlar. Siyah onların en sevdiği, en tercih ettiği, içinde en rahat ettikleri renk.   

– Üstelik de Doğu’dan geliyorlar? 

– Evet. 

– Ve sen tek başınasın. Beni sayma. Benim bir yardımım yok sana. 

– Varlığın yeter. Bana inanman, güvenmen yeter. 

– Merak etme ben seni tımarhaneye tıkmam. Bir de ne kadar kalabalıklar değil mi? 

– Evet Çin ordusu gibi. Hiç görmedim ama Çin ordusu böyle bir şeydir herhalde. 

– Her yerdeler. Ne yapacaksın? Ne yapacağız? 

– Yapabileceğimiz bir şey yok. Belli ki benim ölmemi istiyorlar. İntihar ederek ölürsem çok sevinirler.  

– Suçun ne acaba? 

– Kadın olmakla başlayabiliriz. Bir erkeğin koruması altında olmadan var olabilmek onları rahatsız ede gelmiştir.  

– Sen bunları nereden biliyorsun? 

– Okuyorum. Hayatı. İşaretleri. Kulak veriyorum, dinliyorum ve okuyorum. O kadar çok konuşuyorlar ve hiç susmadan, her daim o kadar çok bir şeyler söylüyorlar ki… Hep de aynı şeyleri söylüyorlar üstelik. 

– Yalnız ve güçlü bir kadın olmak mıdır tek suçun?  

– Güzel kadından nefret ederler.  

– Hayret! Ben de bayıldıklarını sanırdım.  

– Her yerde güzel kadın pazarlanıyor diye öyle düşündün değil mi? O gördüklerin mal, meta olmayı kabul etmiş ya da sahipli güzel kadın. Bir şekilde mülkün tapusu bir erkekte olmalı yani. 

– Bir erkek tarafından sahiplenilmemiş, yalnız, güçlü ve güzel kadın olmak mı Yecüc Mecüc saldırısına uğramanın sebebi? 

– Sahibin illa onlardan bir erkek olacak.  

– Anlamadım? 

– Şebekeye dahil olmamış erkekler de kurbandır. Eğer bağımsız bir erkekle berabersen seni de onu da çiğ çiğ yerler. 

– Hadi canım abartıyorsun! 

– Ben hep en yakınımdakilerden öğrendim her şeyi. Biliyorsun sıra dışı bir ailem vardı. Babam aziz pederdi ama kendi kilisesini kuran bir aziz peder. Ne zamanki Eydin dalmaçyalısı ve onun yüz arkadaşı kiliseyi sahiplendiler, babam rahat etti.  

– Rahattan mı ölüverdi yani? 

– O gönlünce evlenemediğinden ölüverdi. 

– ? 

– Eh her güzellik bir arada olmuyor ablam ne yapalım? Hem rahat edeceksin, hem kelebekler gibi o daldan bu dala konacaksın!

– Eydin’in annesiyle evlenseydi ya, ne kadar mutlu olurdu dalmaçyalılar? 

– Eh benim babam da eninde sonunda benim babamdır yani. Uyumluluk bir yere kadar. Çirkin ve yaşlı bir kadını ne yapsın? O gençleri, tazeleri sever. 

– Eydin çok ağlamıştır o zaman! 

Benim suratımı buruşturarak ettiğim bu lafa Tinne çok güldü. O da bağıra bağıra ağlama taklidi yaptı. Sus, dedim ona. Komşular duyacak. Komşularımız Yecücle Mecüc, duysalar ne olur, dedi. Hem onlar miniminiler! Gülmeye devam ettik bir müddet. 

– Hatırlıyor musun, Tartaryan’ın annesinin ayakları ne kadar küçüktü? 

-Hatırlamaz mıyım? Eve gelir gelmez, çantasından çıkarttığı kırmızı pabuçlarını şak diye atıp giymişti. Benim uzattığım pofuduk terlikler ne kadar ezilmişlerdi o kırmızı topuklu pabuçlar yanında? 

– Onlar da Yecüc Mecüc olmasın? 

– Onlar Yecüc Mecüc’ün ta kendisi, sen ne diyorsun? 

Elini “he heyy” dercesine sallamıştı Tinne. Kendimi gene aptal hissetmiştim. Şu kızın zekasına erişmek mümkün değildi. 

– Onun oğlu şebekeden işte, madem seni bu kadar seviyor, takip ediyor, gelip istese ya.  

– O normal bir erkek değil. 

– Nasıl normal bir erkek değil? 

– O hep kadın olmak isteyen erkek görünümlü bir zavallı. İlk başta acıyordum ona. Ama şimdi bulsam üzerine asit döker yok ederim. Sadece onu değil, bütün sülalesini. Yecüc Mecüc’ün çıktığı delik tam olarak onların hanesi! 

– Bak yaa… 

Şaşırmıştım. Gerçekten çok şaşkındım. “Noktaları birleştirin, bakın ne çıkacak!” oyunu oynuyorduk sanki. Ama bu noktalar birleşince ortaya tam bir felaket, akıl almaz bir trajedi çıkıyordu. 

– Onun idolüyüm ben. Benim gibi sarı saçlı, benim gibi yetenekli, benim gibi zeki olmak istiyor. Duymadın mı son köpürtajında ne demiş, “komik bir rol oynamak isterdim!” 

– O mu? Ya o tafya dizisi oynamacısı değil miydi? Komedyenlik ne alaka? 

– Bil bakalım ne alaka? 

Tinne gene yüzünü o sevimli şekillerden birine soktu. Tavana bakıyordu muzip muzip. 

-Ha… Bu adam harbiden sen olmak istiyor! 

– Aferin ablacım yani, nihayet!

– Yahu aslında benim de aklıma gelmişti, bu gariban doğulu, ne alaka sinema televizyon limited şirketi kurmak falan diye. 

– Rüyasında görmüştür belki.

Gene muzip muzip gülüyordu. Zavallı adam! Tinne olmak istiyordu. Bu ne büyük bir acıydı! Kıllı, esmer bir cüce olup, böylesi yetenekli, zeki, güzel bir sarışına dönüşmeyi istemek! Büyük bir acı, büyük bir ıstırap olmalıydı gerçekten. 

– Çok yazık… 

Diyebildim sadece. 

– Kendisi acı içinde kıvrandığı için benim de acı çekmemi, hatta mümkünse yok olmamı istiyor. 

– Peki etrafına bu kadar adamı nasıl topluyor?

– Onun durumunda çok erkek var. Bu tür acılarını gizleyen, gizlemek zorunda olan. Erkeklerden oluşan örgütlere zorla tabi edilmiş, bunun için seçilmiş, yetiştirilmiş olan. Daha çok küçükken taciz edilerek ya da tüm hayatları ile ele geçirilip, sıkı kontrol altında, kullanıla kullanıla büyütülmüş, sonra toplumsal saygınlık elde etmesi için evlendirilmiş, gene de diğer erkeklerin kendisinden sadakat ve hizmet beklemekten vaz geçmediği köle erkekler. 

– Şebeke dediğin bu mu? 

– Evet. 

– Erkekleri daima kadınlara tercih eden, kadınları bir arayüz olarak kullanan erkekçikler. 

– Onlar kendi acılarını dindirmek için dünyayı felaketlerden felaketlere sürüklerler. Onevizyonun başına geçip, güvenli ve pahalı ortamlarında içkilerini yudumlarken felaketleri izler ve tatmin olurlar. Bak, onlar benim gibi acılar çekmedi ama şimdi ne haldeler, derler kendi kendilerine. Kendi ezilmişliklerini, ezile ezile küçülüp ufacık olmuş ruhlarının acısını giderebilmek için doğayı zehirleme bahasına büyük büsbüyük kocaman dev sanayiler kurar, kocaman saraylarda, büyük boy yataklarda uyur, büyük ve geniş, gösterişli arabalara ihtiyaç duyarlar. 

– Ve şimdi bu hastalıklı, sapık ruhlar, Tartaryan’ın sana eziyet etmesini seyredip tatmin oluyorlar?!. Bak, şimdi anlıyorum. 

– Tartaryan tatmin oldukça onlar da tatmin oluyorlar. 

– Bunlar aslında Mersomnesliler ve onların eline daha küçük yaşta geçmiş iğdiş edilmiş zavallı insancıklar. 

– Dünyayı onlar mı yönetiyor? 

– Hayır, pis işler onlara havale ediliyor. Çünkü iğrenme duyguları, ahlaki kaygıları, vicdanları kalmamış mahluklar onlar. Bu dünyanın bütün pis işlerinin yürütücüleri.  

– Tafya, madde, silah ve namusun yani onurun ayaklar altına alındığı her türlü ticaret.  

– Siyaset bunlardan biri olabilir mi? 

– Siyaset bu dünyanın en pis işidir. 

– Anladım. 

Sessizlik oldu. Ayağa kalktım. Perdeyi araladım ve sarı bezler asılmış karşı balkonda, gece gündüz oturan, oturmalarını makul göstermek için de nöbetleşe ve aralıksız sigara içen, “bunlar bütün gün hiç iş yapmıyor mu” denmesin diye balkon demirlerine sürekli göstermelik bir şeyler asan, fakir oldukları besbelli, mutsuz suratlı, iyi beslenmedikleri gayet iyi anlaşılan o insancıklara baktım. 

– Bunlar kim, dedim. Duyacaklarımdan peşin peşin üzülerek.  

– Onlar hayatlarının hiçbir değeri olmadığını bilen gariban insanlar. Kendilerini adamak, yaşamlarından vazgeçmek onlar için çok kolay. Çünkü değersizlik duygusu ile büyüdüler. Şimdi onlara birileri iş verdi. Onların “devlet” zannettiği birileri. Artık kendilerini önemli ve değerli hissediyorlar. Hiç yorulmadan, yaz sıcağında güneş başlarına geçerken bile kımıldamadan orada öylece duruyorlar işte. Ne yazık ki o sapıklar bu insanları kendi zevkleri, eğlenceleri için kullanıyorlar. Oysa ataları siperlerde ne kahramanlıklar yapmışlardı bu zavallıların, kim bilir? 

– Siyaset o mahlukların elindeyse devletten de hayır beklememek gerek. 

– Dur bakalım ablacım. O kadar umutsuz olma. 

– Umut mu bıraktın bende be Tinne! Git Allah aşkına! 

– Ben düşmedikçe ne vatan düşer, ne dünya. Sen hiç merek etme. Ateş etrafımızda gezinir durur, bizden korkar. Ateş kimi yakacağını bilir. 

– Öyle olsun bakalım Tinne’ciğim. 

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik

– 31 – Tiritler

TİRİTLER

Mersomnesliler saraylarında mutlu mesut yaşayabilsin diye ne acılar yaşanıyor dünyada… Her şey ama her şey hep o Mersomnesliler kendilerini güven içinde hissetsinler diye oluyor. Bu dünyada bildiğiniz bütün düzenler, çarklar hep o Mersomnesliler tahtlarında oturabilsinler, düzenleri devam edebilsin diye ayarlanmakta.

“Tin” diye bir şey uyduruldu mesela. Bir takım sıradışı insanların etrafında dönen kahramanlık hikayelerini, gene Mersomneslilerin hükümranlığını kurmak ve sağlamlaştırmak adına kafa kafaya verip yeniden yazdılar.

Onlar biliyordu kendilerinin “başka” olduğunu, bu dünyaya ait olmadıklarını. O yüzden bir “beyaz kan” mavalı uydurmuşlardı. Onlara göre beyaz kanlılar, beyaz kanlılarla evlenmeliydi. Aralarına

hiiç dünyalı karışmamalıydı. Dünyalılar merhametli oluyorlardı, aşık falan oluyorlardı. Onların istemediği türden zaaflar gösterebiliyorlardı. Bu korkuyla birbirleriyle evlenip durdukları için çirkin, şekilsiz, sevimsiz görünümlüydüler. Kendi çirkinliklerinden kendileri de ürktükleri için, bir müddet sonra insanlarla evlenmeyi uygun buldular. Ama türlü katı kurallar uyguladıkları kendi çocukları, bir müddet sonra onlara isyan ediyor, yuvadan ayrılmak istiyor, Mersomneslilikten istifa bile ediyorlardı.

Sonuncu tin ustası, savaşçı bir adamdı. Onu bir türlü “hal”edememişlerdi. Ama ona yapamadıklarını ailesine , torunlarına yapabilmişlerdi. Sonuncu tin ustasının kızı pek yaman bir kızdı. Söyleyeceklerini eşi üzerinden söyler, halkını eşi vesilesiyle eğitirdi. Kocasının bırakın tini, kendisini bile koruyamayacak bir adam olduğunu anladığında, genç yaşında dünyayı terk etmeyi uygun görmüştü.

Kendisini ve ailesini korumaktan aciz adamlar tin getiremezlerdi, tini taşıyamazlar, hatta yaşayamazlardı.

Onun babası akıllıydı, temkinliydi, nerede atağa geçeceğini, nerede duracağını iyi bilirdi. Kocası öyle miydi ya? Kendini ispatlama gayreti içinde, ben merkezci bir adamdı. Güçlü bir egosu ve bir türlü giderilemeyen bir eziklik duygusu vardı. Ölen silah arkadaşlarının karılarını eve getirip, o zarif ve hassas karısına baktırmaya kalkışmıştı. Oysa o kadınlar kolay kandırabilir, ikna edilebilir, Ca’te gibi kadınlardı. Tin ustası adamın kızıyla aynı mertebeye gelmenin, onunla aynı hanede yaşamanın sarhoşluğu onları sarmaya başlamıştı bile. Babası damadını ikaz etmişti. Kızımla onlar arasında adalet sağlayamazsın, bu sevdadan vaz geç diyerek. Kocası “onlara ne derim, nasıl olmaz derim” diye kara kara düşünürken, Tin ustasının latif kızı, tam bir letafetle çekip gitmişti bu dünyadan.

Şükürsüz insanlar kibirli insanlardır. Adları ne olursa olsun.

Mersomnesliler kendilerini korumayı çok iyi bilirler. Sırf kendileri iyi, hoş olsun diye dünya insanlarını özenle tasarımlanmış tinlerle uyutur, zaaflarını çok iyi bildikleri için onları ustalıkla kullanır, bu insanları düşük eğitim ve bilinç düzeyinde tutmaya özen gösterirlerdi.

Zaten onların en sevdiği kitle düşük gelir ve eğitim seviyesindeki insancıklardı. Tinne onlara “tirit” ismini takmıştı.

Mersomnesliler bir araya geldikleri zaman kendi yarattıkları cennete hayranlıkla bakar, erdemli davranışlar gösterebilmek için bu cenneti ellerinin tersiyle iten insancıklar hakkında kendi aralarında alaylı konuşmalar yapardı.

Cennetin sahibi tanrıysa onlar tanrıydı! Tin ustalarının tarif etmek zorunda kaldığı cenneti, onlar çoktan inşa etmiş, bahsedilen tüm hazlara çoktan sahip olmuşlardı. Dünyanın tüm kuralkaidekanunları Mersomneslilerin bu cenneti korkusuzca ve doya doya yaşayabilmeleri için düzenlenmişti.

Dünyalılara ait kutsallarını Mersomnesliler’in amaçları doğrultusunda satabilen her dünyalı da bu cennetten -kısmen- faydalanabilirdi. Dünyadaki birçok insancık, Mersomneslilerin yarattığı o korkunç cehennemde olmamak için, kutsallarını kolayca satmışlardı. Bu zavallı tiritler cennetin en alt tabakasına bile razıydı.

Namus, bu kutsalların başında gelirdi.

Vatan ikincisiydi.

Sonra da tinlerini satarlardı bu tiritler.

Eğer bir dünyalı, karısının, kızının ya da kendisinin namusundan vaz geçebiliyorsa, vatan ve tinden de vazgeçebilirdi. Bunu binlerce yıldır denemiş ve iyice emin olmuştu beyaz kanlı, yönetici Mersomnesliler.

Tinne, ömrü boyunca en çok tiritlerle muhatap olmuştu.

Bunlarla muhatap edilmenin anlamının ne olduğunu çok iyi biliyordu. Ne kadar eğitimli, iyi aile kızı ya da namuslu olursan ol, bunların yaşadığın bu dünyada hiçbir anlamı yok! Birinci mesaj buydu: “Sen değersizsin!” Bir insanın gerçek değerinin ne olduğunun bir önemi yoktu, insanların değerini belirleyen sadece Mersomneslilerdi. Onlar yüceltirse yüceydi bir insan, onlar aforoz ederse, dokuz köyden taşlanarak kovulurdu.

Cennetlerindeki rahatlarını bozacabilecek her insan bir tehditti ya öldürülür, ya da diğer insanlara ibret olması için gazap dolu bir cehenneme atılırdı. (Cehennemler de cennetler gibi çeşit çeşittir.)

İkinci mesaj ise “risk altındasın”dı. En alt tabakadaki insanların bir kukla gibi yönetilebildiğini ona gözleriyle gösterip, iyice hissettirirlerdi. “Biz bunlara her şeyi yaptırabiliriz. Haberin olsun!”

Ben Tinne’ye sormuştum, bu kişiler sana ya da bir başkasına rahatsızlık verirken, güvenlik güçlerinin müdahalesinden nasıl korunabiliyorlar, diye. Tinne gülerek yanıtlamıştı, “çok ilkel bir korunma yöntemleri var…”

Öğrendiğimde hayret etmiştim. Mersomnesliler bütün dünyada o kadar basit ve çocuksu bir sistem kurmuşlardı ki, ancak çizgi filmlerde ya da absürt komedilerde olabilirdi kullandıkları yöntemler.

O tiritler ne yapıyorlarmış biliyor musunuz, sivilislerin kullandığı bazı renkleri kullanıyorlarmış.

Sivilisler üniforma giymeyenler oluyor. Onlar sivil hayatta provokasyonlar yaparken şikayet edilir ya da suç üstü olurlarsa diye renkler üzerinden bir korunma geliştirmişlermiş. Bordo-kırmızı kıyafetler, siyah pantolon üstüne siyah kısa kollu penyeler, siyah içlik üzerine giyilmiş haki renkli, ceket havasındaki safari gömlekler gibi.

“Ha bu bizden” deyip salıverilsin ya da görmezden gelinsin, tutanak tutulmasın, tartışma esnasında haklı çıkarılsınlar falan diye.

Tinne gülerek anlatıyordu. “Abla” -bana abla derdi- “görsen gülmekten ölürsün, özellikle adresi belli olanlar korku içinde ne yapacaklarını şaşırıyorlar. İfşa olmaktan ciddi korkuyorlar. Kafalarına moşist rengi siyah bir örtü, sırtlarına hamasi renk bordo bir bluz takıp balkona çıkıp oturuyorlar, balkon demirlerine de javudi rengi sarı torbalar, bezler falan bağlıyorlar. Belli ki ülkemizde çok acayip bir konsensus var. Her tarafa işaret çakarak kendilerini koruma altına alıyorlar.”

“Konsensus ne ki” diye sorduğumda, gülmekten tıkanarak cevap vermişti: “Konsensus! Ben konuşayım sen sus!”

Tiritler sayıları en fazla olan, hiyerarşik piramitin en alt tabakasını oluşturan tabaka. Ailelerinde, ya da kendi geçmişlerinde utanılacak bir şeyler vardır. Toplumsal statülerini bir takım kötü olaylar nedeniyle kaybetmişlerdir. Söz gelimi adi suçlular en sevdikleri kesimdir Mersomneslilerin. Bunlar etraflarından intikam almak, kaybettikleri onurlarını geri kazanmak için her şeyi yapabilirler. Mersomnesliler onları cennete kabul ettiklerinde, görgüsüzce bir gösteriş içine düşerler.

Tiritlerin akıllı olmasına bile gerek yoktur. Emirleri sorgulamadan uygulayabilmeleri yeter şarttır. Deli raporu olanları azımsanmayacak sayıdadır.

Onlara çok ilginç komutlar verilebilir. Git şunun üzerine kus, ya da git şu dükkanın orta yerine dışkıla gibi.

Aforoz edilmiş, cennetten kovulmuş, cehenneme girmesine karar verilmiş bir insana neler yapılır neler! Artık o kişiye bu dünyada rahat yoktur.

Uçakla yolculuk yaparken hep düşünmüşümdür, dünyada onca yer varken neden bu insanlar hep bir yere öbeklenip böyle alt alta üst üste bir hayat sürer diye. Belediye hizmetlerinden yararlanmak ve güvende hissetmek ilk akla gelen yanıtlar.

Aslında insanların en az güvende olduğu yerlerdir bu toplu yaşama alanları, onları kontrol altında tutmak ve manipüle etmek son derece kolaydır.

İstenen desteği göstermemiş yerleşim yerlerinde yaşayan insanlara belediye hizmetleri de gitmez, güvenlik koşulları da yeterli şekilde sağlanmaz.

Ne yazık ki dünyada yönetimi ele geçirmiş olan Mersomnesliler bu dünyanın en son güveneceği varlıklardır. Kendilerinin çok dikkatli şekilde kullandıkları o akıllı sistemlerin hepsi, bizim daha kolay yönetilmemiz içindir. Savaşmayı çoktan bırakmış ve teslim olmuş bir insanlığın yapacak bir şeyi kalmamıştır artık.

Babasının getirdiği tinin akıbetini tahmin eden ustanın kızı, doğurduğu çocuklara hep savaş ismini takmış, ama babasının itirazı ile her seferinde değiştirmek zorunda kalmış. Sonuçta o tin de kısa bir zaman içinde Mersomneslilerin eline geçmiş. Böylece sonuncu tin de saraylarda oturanların saltanatına saltanat katmak için kullanılmış.

Savaş adını taktığı çocuklara ne mi olmuş, ustanın kızı bu dünyayı terk ettikten sonra, birçok hileyle öldürülmüşler.

Tinne, bana, o kadının, çocuklarının koruyucusu olarak dünyaya sık sık geri döndüğünü, çocuklarının ve sevdiklerinin intikamını eninde sonunda aldığını ve daha da alacağını söylemişti.

Ben Tinne’nin basiretine güvenirim. ferasetine de. Bu kelimeler ne anlama geliyor bilmiyor olabilirsiniz, şöyle söyleyeyim, doğru ile yanlışı ayırt etme kabiliyeti ile öngörü. O tam bir kaptan bence. Hayat denizinde, beden gemisini, gördüğüm en akıllıca yürüten bir kaptan. O da tıpkı tin ustasının kızı gibi düşünür: “Gemilerimiz her daim teyakkuz halinde olmalı” der. “Çünkü dünya, dünyalılar tarafından yönetilmiyor.”

Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik

– 25 – Kadınlar Ölüyor!

KADINLAR ÖLÜYOR!

Cadıların Reisi’yle Tinne bir toplantı için sözleşe dursun, Fulu-mud’da çarklar tam gaz dönmeye devam ediyormuş.

Bir türlü ölmeyen, yıkılmayan bu kadını büyü yoluyla öldürmekten başka çareleri kalmadığına karar vermişler. “Kilmlerde esas kadın ölmeli, esas erkek aklanmalı” kararı almışlar. Derhal bütün hikâye yazıcılara haber gitmiş!

Endüstri neye derler bilirsiniz, orada iş bölümü vardır, seri üretim vardır. Fulu-mud dev bir endüstridir. Konuya birileri karar verir, hikâyeyi birileri yazar, diyalogları başka birileri, esprileri, şakaları başka birileri yazar. Oyunu kayda geçirmek başka birilerinin işidir. Kaydedilmiş parçaları birleştirme, tamamlanmış işi satışa sunma, dağıtma, reklamını yapma hep başka başka us-man ekiplerin işidir. Fulu-mud tek başına dev bir endüstridir belki ama gücü ve etkinliği sadece bulunduğu ülkeyle sınırlı değildir.

Dikkat ettiniz mi, aynı dönemlerde hep aynı konular piyasaya sürülür. Bir bakarsınız aynı mevzuyu aynı süreç içinde hem çekik gözlüler, hem sarışın kuzeyliler, hem orta doğulular ele almış. Bunlar bir merkezden mi yönetiliyor diye sorarsınız kendinize, haklı olarak…

Giyim kuşam işleri de böyle. Ev döşeme de böyle. Fabrikalar, tasarımcılar aynı yerden komut alıyormuş gibi, hep aynı renklere, aynı fikirlere, aynı yaklaşımlara yönelirler. Sanki orta yerde, ortak bir model vardır da her biri onu kendilerine göre yorumlamaktadır! Siz de fark etmediniz mi bunu? Yoksa sizin de hayatın keşmekeşi içinde “neler oluyor yahu” diye durup etrafınıza bakmaya fırsatınız yok mudur?

Fulu-mud’culara birer model gerekiyordu. Erkek ve kadın modeli. Modeller beyaz ve güzel olmalılardı ve düşman topraklarından, yani hasta adamın ülkesinden seçilmeliydi. Onları istedikleri gibi manipüle edebilmelilerdi ki bütün dünyaya izletecekleri milyonlarca hikâye onların istediği gibi ilerlesin ve sonlansın. Kişilerin savunma mekanizmaları, ayakta ve hayatta kalma yolları, yaşadıkları toplumun dinamikleriyle beraber ele alınacaktı ister istemez, bu da düşmanın direnç noktalarını bir bir ortaya çıkaracaktı. Bu arada modellerin ve içinde bulundukları çevrenin zaaflarını da iyice öğreneceklerdi. Hem hikayeler için çok gerekli olan detaylar elde edilecekti, hem de müthiş bir sosyolojik deney gerçekleşmiş olacaktı, böylece dünya üzerindeki tüm kadın ve erkekler aynı anda aynı şekilde manipüle edilmiş olacaktı.

Erkekler konsülü toplandı ve karara varıldı. Dünya üzerindeki bütün insan kadınlar artık, “etkisiz hale” gelmeliydi, en temiz yol da kendi kendilerini ortadan kaldırmaları olacaktı!

Bu kararı alanlar sizce insan olabilirler miydi?

Mersomnesliler dünyayı ele geçirmek üzereydiler. En zor ele geçirdikleri ruh ise kadının ruhu! Yaptıkları maçlar, deneyler ve denemeler sonucu bunu iyice anlamış bulunuyorlar.

Bilmelisiniz ki Mersomneslilerin hedefinde özellikle kadınlar var!

Burkalar, çeşitli yasaklar ve türlü engellerle kadınların bütün donanımlarını ve güçlerini ellerinden alacaklar, işte o zaman dünyayı tamamen ele geçirecekler.

Tinne, size onun hikayesini anlatmama bu yüzden izin verdi. Kadınların bu insan görünümlü insan düşmanlarına karşı son kale olduğunu söylemem için.

Kadınları cahilleşmekten, sosyal hayatta söz sahibi olmamaktan, alınıp satılır mal haline gelmekten kurtarmamız, acilen insanlığın düşmanı Mersomneslilerin saldırılarından korumamız gerekiyor.

Lütfen hemen bir şeyler yapalım!

Önceki Sayfa  Sonraki Sayfa

Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik