OYNÜLEN DE KÖR ARABIM!
Şibli adında bir sufi varmış. Allah ile gönülden sohbet halindeyken kapısı çalmış. Yârim ile muhabbetimi bozan kimdir, diye hışımla kalkmış yerinden. Sonra Allah’ından korkmuş. Burası dünya, bunlar da Allah dostları olabilir, diyerek derin bir nefes alıp seslenmiş kapıya doğru:
“Kimsiniz, ey vakt-i kerahatte kapıma gelenler!”
“Dostuz dost” demiş bir ağızdan, vakitsiz ziyaretçiler. Sufi kapıyı açtığı gibi taşa tutmuş gelenleri. Onlar da kaçıp gitmişler tabi.
“He hey, demiş” eren arkalarından bakarak, “dosttunuz de mi, siz onu benim külahıma anlatın!”
Tinne, kimsecikleri taşlamasa da sadece gerçekleri anlatarak kurtuluvermiş hepsinden. Hele o Kurtulmuş adlı canlılar yok mu, onlar en erken sıvışanlar olmuş.
Çalışıp para kazanmak, çocuklarına bakmak, evini temizlemek derdi içinde, telaşlı ve yorucu bir hayatı olan Tinne, bu Kurtulmuş canlılarını kendi sokmamış hayatına oysa. Tinne’nin şifacılığını (üstelik Vagna’dan) duyan Kurtulmuş annesi, tam anlamıyla dadanmışmış Tinne’ye. Tinne, çocuklarına ayırması gereken tek dinlence gününü Kurtulmuş annesine şifacılık yapmakla geçiriyormuş.
Savaş başlamadan önceki o acı günlerde, Vagna’nın Tinne’yi cezalandırmaya karar vermesiyle, dilfon yayınlarına başlaması bir olmuş. İlk işi Kurtulmuş canlılarını arayıp “Tinne delirdi, üstelik fularını çıkartıp kötü yola düştü, sakın onu evinize almayın, asla yardım elinizi uzatmayın” demek olmuş.
Aslında Vagna’nın içtiği ant aynen şöyleymiş: “Ona verdiğim her şeyi geri alacağım!”
Tinne’yi Kurtulmuş annesiyle tanıştıran kendisi olduğuna göre bu ilişkiyi bozma hakkı da onunmuş doğal olarak. Hatta yaşama hakkı da geri almak istedikleri arasındaymış artık.
Hatırlarsanız Tinne, savaşmaya fularını çıkararak başlamıştı. Bu eylemi, “Kurtulmuşlardan kurtulmak için” çok faydalı oldu.
Bir vapur yolculuğu esnasında, güvertede, Kurtulmuş annesine yaşadıklarını anlattıktan sonra, çantasından rujunu çıkartıp bir güzel sürmüş Tinne.
Böylece Kurtulmuşlar Tinne’nin delirdiğine yüzde yüz emin olmuşlar.
Daha dün valiya olduğuna inandıkları, her işlerini danıştıkları insan kadının, ahlaksız, aklını oynatmış bir kötü kadına dönüştüğüne çabucak ikna olmuşlar.
Kocası da kendisi de, Angoralı genç pıhın onevizyon ünlüsü mübarek büyük oğullarının böylesi bir ahlaksızlık (takip ve taciz) yapacağına zerre kadar ihtimal vermemişler.
Penceresinden Dolmabahçe Sarayı görünen beyaz köşkün, kısacık boylu sakinlerinin bu tür bir terbiyesizliğe bulaşabileceklerine ihtimal vermek şöyle dursun, Kurtulmuşlar kendi aralarında -yerlerde yatıp yuvarlanarak- kahkahalarla gülüşmüşler.
O ipek örtüler dolayan, ekruli salonların hanımefendisinin, Kenar Doğu’nun müstakbel mesihi olan oğulcuğu böyle bir şey mi yapacakmış yani? Üstelik Tinne gibi dul ve çocuklu bir kadın için? Böyle bir absürt hikâyeye anca gülünür ve – ayıp olmasın diye de- Tinne’ye acınırdı. Hem de tam bir tiksintiyle.
Tinne’yi burunlarını sildikleri bir mendil gibi atıverdiler. Kendilerine yol gösteren, her sabah erkenden arayıp rüyalarını yorumlattıkları, her işlerini danıştıkları, bol bol duasını aldıkları sevgili kardeşleri Tinne’yi.
İşin aslı neydi biliyor musunuz? Vagna’nın Tinne’nin ölmesi için her şeyi yaptığını göremeyecek kadar korkaktılar Kurtulmuşlar.
Bakın, sadece cesur insanlar gerçekleri görebilir, onlarla yüzleşebilir. Bu dünyanın gerçekleri, sadece gerçek savaşçıların ulaşabileceği yerlere gizlenmiştir. Gördüğüyle kifayet etmek, her duyduğu dedikoduya inanmak, şu meşhur titrek-ürkeklerin işidir.
Çok savaşmış insanlar herkesle oturup yemek yiyebilir. Herkesle oturup sohbet edebilir. Korkusuzca her evde misafir olup uyuyabilir. Bütün bunlar cesur insanlara özgü hareketlerdir. Başkalarının dediğiyle değil, kendi bildikleriyle hareket eder onlar. Ayrıca yiğitler birbirini bir bakışta tanır. Her orduda böyle yiğitler bulunur.
Amr Bin Vüd böyle bir herifmiş mesela. Bu herif-i nâşerif, Ali’yle düello için öne çıkmış. Hendeğin üstünden atıyla uçup, karşı tarafa konduğu bile söylenir.
Savaşçılıkta mahir olmak, sandığınız kadar önemli değil, yiğitlik önemli.
Tinne’nin çok sevgili arkadaşı Miryım’ın (Asıl adı Nurfer’di ama Tinne onun önceki isminin bu olduğunu mezarlık arkadaşlarından öğrenmişti) babası böyle bir olaya, hakemliğe gitmişti mesela. Size anlatayım.
Allah’ını pek bilen Tek-Dir sanayinin sahibinin üç karısı varmış. Adamla anlaşmazlığa düşen bir müşterisi, adamın karılarından birini rehin almış.
Hakemliğe, Miryım’ın babası Kılıç amcayı çağırmışlar. Silahsız gitmiş Kılıç amca onca silahlı adamın arasına. “Ulan zerzevatlar”, demiş, “biz gomanizlerle birbirimizi vururken, hepimizin evini bilirlerdi de, o dinsizler bile hiç böyle bir işe kalkışmadı. Yazıklar olsun sizin kalıbınıza!” deyip, bir güzel çözmüş işi.
Kılıç amcanın verdiği dersi anlıyor musunuz? Ne demek istediğini yani? Allah insana düşmanın da merdini, namuslusunu, yiğidini versin.
Böyle işte, Tinnecik nice faydasının dokunduğu, nice insanlardan bir çırpıda kurtuluvermiş.
Sevgili Miryım ve babası asla Tinne’yi üzecek bir şey yapmamışlar.
Yiğitler, kötülüğün nasıl delice bir şey olduğunu bilirler. Kötülük normal bir şey değildir, normal yollardan yapılmaz. Bütün kötüler maske takarlar. Gece evinize giren hırsızlar gibi. Çok sayıda kötü ve kötülük görmüş savaşçılar bu yüzden hiçbir hikâyeye şaşırmaz. Dertliler, tuzağa düşürülmüş biçareler hep onların kapısını çalar. “İnsan, kapısını korkmadan çaldığındır” demiş ya son Tin Ustası, işte bu yüzden demiş.
Derdim var, diyen birini, üstelik eskiden tanıdığın, hukukun olan birini, oturup uzun uzun tartmak yerine, derdine derman olmak için hemen harekete geçmen gerekir.
Türk, atına eyersiz ve eğersiz atlayan adama denir, demiştik.
Hendek savaşçısı Amr, böyle yaman bir herifmiş. Düşünmeyen, uzun uzadıya ölçüp biçmeyen. Onun atını bile hala konuşurlar. Keramet atta değil, atlayanda!
Yaman olmak yetmez, yiğit de olacaksın!
Vak’ar herkeste olan bir şey değil, dostlar. Her dilde olan bir kelime de değildir zaten vak’ar. Nerede ne yapacağını bilen adama yiğit, nasıl yapacağını bilen adama da yaman denir. Yiğitler vakur olur. Onları oradan tanırsın. Saklanmaz onlar. Ne saklayacak bir şeyleri vardır, ne de kimseden korkuları. Her kapıdan korkmadan girerler. Anlarlar, dinlerler, sayarlar, saygı görürler, kendilerini saydırmayı da çok iyi bilirler. Kılıç amca misali.
Bütün bunlardan bihaber olan adamın altına nasıl binek verirsen ver, bir halta yaramaz. Eyeri ister altından olsun ister gümüşten. Yularını kapan, istediği yere götürür böylesini.
Defne Ilgaz, Rıfat Ilgaz, Afet Ilgaz, Absürd, Absürt, Mizah, Otobiyografi, Eğlenceli yazılar, Gülmece, Hiciv, Taşlama, Edebiyat, Roman, Deneme, Şiir, Tinne, Saçmalardan Seçmeler, Saçma,Acaip, Acayip, Acayip Dünya, Kadın, Komik, Komik kadın, Gülmece Güldürmece, Sıra Dışı, Fantastik